"...sonunda tuz bastım gönül yarama, nice dağlar koydun, nice, arama
seni terkedip de gitmek var ama, ah bu şarkıların gözü kör olsun..."
Bir arkadaşın evinde ya da bir meyhanede, artık alkolün ruhumu keder havuzuna sokmaya başladığı anlarda, rastgelip de dinlediğim bu şarkının bestekarının Avni Anıl olduğunu bilmiyordum. Ölünce öğrendim...
Hadi bir "Türk Sanat Müziği cahilisin" dedim kendime... Durmadım, devam ettim "Yeri gelince kederinle bu kadar kusursuz buluşan şarkılar kimindir, hiç mi merak etmedin?" diye... Etmemişim. Pişmanım.
Karşılıksız bir aşk kuyusuna düşmüşsek eğer bir zaman, ya da öyle olduğunu sanmışsak, "Seni terkedip de gitmek var ama, ah bu şarkıların gözü kör olsun"dan daha iyi hangi cümle ruhumuzu kapaklayabilir zarifçe?
Kahır ve aşk analizi
Bana öyle geliyor ki aşkla ve aşk acısıyla tatlı tatlı kavga eden şarkıların bestecisi Avni Anıl bir dünyada olma hastalığı olarak aşkın kaynağı, karşılığı ve anlamını tıpkı Jacques Lacan, Freud ya da Jean Baudrillard gibi, aşk marazını ortaya çıkaran "eksiklilik" ya da "çatışmayı" merkeze alarak çözümlüyor...
İşin zor ve tuhaf yanı da Anıl'ın bunu müzik cümleleriyle yapıyor olması. Şarkıların "güftesi" ve "bestesi" ortaya bir "kahırlı aşk analizi" çıkarıyor ki, kaçmak mümkün değil...
"Öyle dudak büküp..."
Baksanıza güftesi Şahin Çandır'ın olan şarkıya, anımsayın, mırıldanın içinizden...
"Öyle dudak büküp hor gözle bakma, bırak, küçük dağlar yerinde dursun, çoktan unuturdum ben seni, çoktan,
ah bu şarkıların gözü kör olsun, güzelsen güzelsin, yok mu benzerin?
goncadır ilk hali bütün güllerin aklımda kalmazdı yüzün, ellerin, ah bu şarkıların gözü kör olsun bir gülüşün var ki,
kaş çatar gibi, en sıcak sözlerin azarlar gibi hiç bağlanır mıydım çocuklar gibi,
ah bu şarkıların gözü kör olsun sonunda tuz bastım gönül yarama, nice dağlar koydun, nice, arama, seni terkedip de gitmek var ama, ah bu şarkıların gözü kör olsun."
Peki ya "Bu akşam bütün meyhanelerini dolaştım İstanbul'un?"
"Seni aradım kadehlerdeki dudak izlerinde
canım doya doya sarhoş olmak istiyordu
seni aradım kadehlerdeki dudak izlerinde..." (Şiir: Turhan Oğuzbaş)
Mırıldanmaya yeltenmeden duramıyorum ama tabii beceremiyorum da....
"Biraz kül, biraz duman, o benim işte"
"Biraz kül, biraz duman, o benim işte
beni sevdiğin zaman o benim işte
inanma gözlerine ben ben değilim
beni sevdiğin zaman o benim işte" (Şiir: Ümit Yaşar Oğuzcan)
"Mahzun ıslak gözlerin"
"Unutamıyorum gecem yok artık gündüzüm yok
bir sen varsın senin saçların var mahzun ıslak gözlerin var
güneş seninle doğuyor her gün
her yerde seni arıyorum
bırakma ellerimi bırakma
unutamıyorum (Güfte: Tekin Gönenç)
"En mahcûb yüzlerimi geri ver"
"Sevmiyorum seni artık, gözlerimi geri ver
Yalanmış yeminlerin hep, sözlerimi geri ver
İsyanı tanımazdım ben, seni sevmeden önce
O en mahzûn, o en mahcûb yüzlerimi geri ver" (Güfte: İlham Behlül Pektaş)
Böyle tatlı, mağrur bir alınganlık ifadesine, öyle mağrur bir besteyle yaşam veren Avni Anıl'ın ölmesine, bunca zamandır dinleyip de içimi burktuğum şarkıların onun olduğunu bilmememe çok üzüldüm. Ne kadar üzüldüm, anlatamam...
Bu gece sevdiğim ve kimin olduğunu bilmediğim şarkıları dinleyeceğim, onları yazanlar ve besteleyenler kimler, öğreneceğim...
Avni Anıl
İstanbul’da 23 Nisan 1928'de doğdu. Selimiye’deki Ondokuzuncu İlkokulu bitirdi, Paşakapısı Ortaokulu ve Haydarpaşa Lisesinde okudu, askerlik sonrası Polis Enstitü'ne girdi. 1955'te polislikten ayrıldı ve gazeteciliğe başladı, Akşam gazetesinin sanat sayfasını üç yıl yönetti. İstanbul Radyosu'nun haber servisinde 1955-1967 yılları arasında çalıştı. 1967'de "Anıl Yayın Ajansı"nı kurdu, Dünya gazetesinin sanat sayfasını yönetti. "Musiki ve Nota" adlı dergiyi çıkardı.
"Musiki Sözlüğü" adı altında dört ciltlik eserinde müzik tarihi için önemli hatıralar yayımladı. 14 Haziran'da 2008'de solunum yetmezliğinden öldü. (NZ/EZÖ)