Benimki basit bir affedersiniz! Affetmeyebilirsiniz, hatta hakkınızdır, siz bilirsiniz.
Sözüm bir kısım devleti yönetenleredir, gelmiş geçmiş… Hitaplarında “sayın” bulunan devlet yönetiminde söz ve karar sahibi olan sayınlardır, darbe yapanlar ve faşistler hariç…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “15 Temmuz Darbe Girişimi ve Din İstismarına Karşı Birlik, Dayanışma ve Gelecek Perspektifi" gündemi ile toplanan Olağanüstü Din Şurası'ndaki konuşmasında af diledi.
“Özal, Demirel, Ecevit ve bizler, farklı görüşten siyasetçiler olmamıza rağmen bu yapıya destek olduk. Ben de katılmadığım pek çok yönleri olmamıza rağmen her kesim gibi yardımcı oldum. Bu kesimin de istifade etmesini sağladık. Yapının başındaki kişi üzerindeki tereddütlerimize rağmen, eğitim, yardım, dayanışma faaliyetleri için müsamaha gösterdik. Allah dedikleri için müsamaha gösterdik. Bir ortak yanımız var dedik. Aslında bu yapının bambaşka niyetleri, aracı, örtüsü olduğunu uzun süre görmedik, göremedik. (…) Şayet 17-25 Aralık sonrası aldığımız önlemler olmasaydı, özellikle yargıdaki önlemlerimiz olmasaydı, bu darbe girişimi TSK içindeki bir grup silahlı teröristin değil, polisin, yargının katılımıyla çok daha büyük bir tehdit olarak karşımıza çıkacaktı. Bu hain örgütün yüzünü ortaya dökememenin üzüntüsü içindeyim. Hem Rabbime, hem milletimize verecek hesabımız olduğunu biliyorum. Rabbim de, milletim de bizi affetsin.” (03 Ağustos 2016 Çarşamba. Habertürk.com)
Söz konusu konuşmanın konusu, kökeni, yapısı ve Cumhuriyetin tüm kazanımlarına ve değerlerine karşı örgütlenmesi altmışlı yıllara dayanan ve devlet içindeki yuvalanması çok eski olan Fetullah Gülen cemaatidir. Sadece işbaşındaki hükümet/hükümetler değil, 45. Hükümet (13 Aralık 1983) dâhil, 49. Hükümetten (20 Kasım 1991) başlamak üzere gelmiş geçmiş cumhurbaşkanları, (biri dışında) başbakanlar, bakanlar kurulu üyeleri, yasama, yürütme, yargı organları kısaca devletin ve siyasal iktidarların gösterdiği müsamahanın ötesinde; farklı görüşten siyasetçiler dahil devletin gücünü elinde tutanlar sürekli ve kesintisiz F.G yapılanmasına “destek oldular”…Ben, olmadım. Ama en basiti, İzmir Kestane Pazarı Cami imamı daha düne kadar emekli maaşı alıyordu, devletten.
Onlar, kendilerine cemaat denilince hakaret sayanlar, F.G yapılanması devletin bu desteğinden dolayı yıllardan beri çok memnundular. Hükümetler değişti, yönetimler değişti ama her nedense bile bile istedikleri ne varsa vermenin zihniyeti ve onlara destek hiç değişmedi, artarak sürdü. Kim ne kadar yardımcı oldu, bilmiyorum. Kim ne kadar ve ne istedilerse verdi, verenler bilir… Ama affederseniz ben de yıllardan beri onlara yardımcı olanlar kimlerse ve devletin desteğinden hiç memnun olmadım. Sadece memleket, cumhuriyet, demokrasi laik ve sosyal hukuk devleti sevgisinden… Çok kızdım ve çok öfkelendim, sadece. Elimden gelen bundan ibaretti ve meğer çaresizlik ne zormuş.
“Allah dedikleri için” müsamaha gösterdiler, gösterdiniz. Gelmiş geçmiş kim varsa müsamaha gösterdi. Ama hiç yalnız değilsiniz, çünkü eskiden de hep öyle yaptılar. Affedersiniz “bir ortak yanımız var dedik” dediğiniz ortaklığınız eğitim, yardım ve dayanışma faaliyetlerinde “müsamaha” olarak kendini gösterdi, bambaşka niyetlerini görmediniz.
Kurban derisi topladılar, sevabına. Olmaz deyince sevaptır denildi… Öğrenci okuttular, başlarına “abiler” diktiler. Kimse nedenini sormadı, soranlara hayırlı iştir memlekete okumuş yazmış insan yetiştiriyorlar ne var bunda dediler… Sorup soruşturanları yargıladılar. Bu “hayır işlerini” devlet yapıyor zaten ne karışıyorsunuz, ne soruyorsunuz dediler ve gazetecileri mahkemelere verdiler… Yazanları, haber yapanları savcılığa şikâyet ettiler, ceza davalarıyla cezalandırdılar… Dokunanı yakmak için gazetecileri hapse attılar, türlü çeşitli işler yaptılar. Mübarek adamla uğraşıyorlar dediler, ayıpladılar. Gerçek bildiğiniz gibi değil diyenleri dinsiz imansız saydılar… Hangi birini sayayım. Yargının hangi kararını örnek vereyim? Tazminat kararlarının hangi gerekçelerini hatırlatayım, hangi cevap ve düzeltmelerin içeriğine dikkat çekeyim! 1972 Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi karar gerekçesini sadece F.G için değil geçmişte şeriat düzeni için yapılanmaları anlamak için yeniden mi okuyalım? Yurtdışına doktora yapmak adına Milli Eğitim Bakanlığı’nın kimleri gönderdiğine mi bakalım, kimin zamanında polis içinde örgütlenmenin başlayıp dal budak sarmasına izin verildiğini mi araştıralım? Yaratılmak istenilen “altın nesil” dâhil Fetullah Gülen ve çevresinin gerçek kimliklerini her açılan davada, her cevap ve düzeltmede ben gördüm, gazetelerde okudum. Her şey, herkesin gözü önünde oldu. İnanmadınız. Aslında bu “yapının” bambaşka niyetlerini uzun süre göremediğinizi söylüyorsunuz. Sadece sizler mi? Kim gördü, kim gördü de görmezlikten geldi? Günahsız kaç kişi sayabilir siniz?
Uzun süre kim gördü ki?
Ben ve benim gibi bu memlekette yaşayan birçok insan gördü. Her şey göz önünde oldu. Benim gördüğümü neden görmediniz? Göremediniz mi? Affedersiniz, neden göremediniz?
“Bu darbe girişimi TSK içindeki bir grup silahlı teröristin değil, polisin, yargının katılımıyla çok daha büyük bir tehdit olarak karşımıza çıkacaktı” tespitinizi bizler yıllar önce dillendirdiğimizde, haber yaptığımızda, yazılar yazdığımızda, devlet yönetiminde söz ve karar sahibi olanlar ve gelmiş geçmiş hükümetlerden hiçbiri; hiç ama hiç inanmadı, inanmadınız.
Affedersiniz, inanmadınız. Yürekteki memleket ve cumhuriyet sevgimizi hiçe saydınız. Çünkü bizler, sizlere muhaliftik, karşıydık, ötekiydik, kötüydük ve bizimle “ortak” yanınız yoktu. Lakin onlarla bir “ortak yanınız” vardı, siz söylüyorsunuz…
“Bu hain örgütün yüzünü ortaya dökememenin üzüntüsü içindeyim”diyorsunuz. Hiç kendinizi üzmeyin. Çünkü bu “hain” örgütün “gerçek” yüzünü ortaya dökemeyen sizin de dâhil olduğunuz kaç Cumhurbaşkanı, kaç Başbakan, kaç Bakanlar Kurulu, kaç milletvekili, kaç savcı, kaç yargıç, kaç polis gördü bu ülke, bu millet… Ben Fetullah Gülen’in alçakça darbe kalkışması dâhil gelmiş geçmiş gerçek yüzünü ortaya dökemeyen ve belki de dökmeyen gelip geçenler yüzünden memlekete ve milletin başına gelenlere sizden daha çok üzülüyorum. Benim üzüntüm bana yeter de artar bile! Yetiyor ve artıyor zaten, bunu da dönemin devlet yöneticilerinin anlayabileceğini hiç sanmıyorum.
Onarılamaz acılar çekildi, insanlar onurları adına öldüler. Torba torba davalarda, torba torba insanlar sanık yapıldı. Kamuoyunda itibarları ile akıl almaz biçimde oynandı, yok yere yargılandı, yargılanmaları hala sürüyor. Yargıda, yasamada, yürütmede ayrı ayrı mahkemeler kuruldu, yargılama bile yapılmadan hükümler verildi, infaz edildi. Yargıya yerleşen ve “paralel devlet yapısı” denilen yapıyı kuranlar ve buna müsamaha gösterenler elbirliği ile yargılananları bir dirhem adalete muhtaç bırakmaktan hiç utanmadı, hukuksuzlukların tümüne göz yumuldu.
Fark etmediniz mi? “Farkında mısınız?” diye soru soranlar bile yargılandı. Görmediniz mi?
Dönemin altın çocukları ve soruşturmaların imparatorları ilan edilen zırhlı araç sahibi savcılar yurtdışına kaçtı… Yeri geldi, diyelim; neredeler biliyorsunuzdur herhalde!... İadelerini istemek acaba mümkün mü, isteyecek misiniz?
Geçmiş ve yakın dönemde yargılananları yargılayanlar; yargılanmalıdır.
Hukukun tuz buz olduğu bu topraklarda hukuk geri gelmelidir. Hukuk yoluyla demokrasi kurulur, kurmalıyız. Bir dirhem adalet için bile olsa yine hukuk yoluyla laik, sosyal hukuk devleti yeniden inşa edilebilir. Ne dersiniz yargı bağımsız olur mu?
“Hem Rabbime, hem milletimize verecek hesabımız olduğunu biliyorum.”
Söz fevkalade önemli. Çünkü yapılandan bilgisi olan söylüyor. Daha da önemlisi hesap verebilirlik ve şeffaflık içeriyor. Gün ışığında devlet yönetiminin adımları sayılmalıdır ve böyle kabul edilmeli.
Bursalı Tâlib Muhammed Bey’in dizeleri olarak bilinir ve çok söylenir; “Çeşm-i insâf gibi kâmile mîzân olmaz / Kişi noksânını bilmek gibi irfân olmaz”…
Keşke gelmiş geçmiş tüm hükümet edenlerin de aklına gelseydi bu dizeler…
“Rabbim de, milletim de bizi affetsin” sözü çok değerli.
Artık Rabbin ve milletin bileceği işe karışılmaz.
Bu topraklarda yaşayan bir garip kul olarak benim devlet büyüklerini affetme yetkim ve hakkım zaten yok; olsaydı affedersiniz hiçbirini bağışlamazdım. (Fİ/HK)