Günlerdir kafama takılan bir soruya yanıt arıyorum!
10. ACM heyeti bir hukuk cinayeti olan kararını verirken hangi maddi delilleri değerlendirmiş, kararlarını hangi maddi kanıtlara dayandırmıştır?
4 Kasım 2013 tarihinde görülen duruşmada verdikleri karar ne bu soruların, ne de başka soruların yanıtını vermekten çok uzak olmanın yanı sıra…
Karar tutanağında bir maddi kanıttan ziyade, sadece ve sadece kanaate dayandıklarını itiraf etmişler.
Gelin bu itirafı 4 Kasım 2013 tarihli duruşma tutanağından birlikte okuyalım.
“… sanık…’nun atılı, silahlı terör örgütü MLKP’nin yöneticisi olmak suçunun sabit olmaması nazara alınarak patlayıcı madde bulundurma, 6136 sayılı Kanuna muhalefet ve örgüt yöneticilerinin TCK’nın 220/5. maddesi uyarınca sorumlu bulundukları tüm eylemlerden CMK’nın 223/2-e maddesi uyarınca BERAATİNE.” (Duruşma Tutanağı, sf. 5)
Kararda altını çizdiğim “MLKP’nin yöneticisi olmak suçunun sabit olmaması” saptanması bu dava dosyasında yöneticilik iddiasıyla yargılanan hemen herkes için geçerli bir durumdur.
Zira ne iddianamede, ne de dava dosyasının tümünde bu iddiayı doğrulayacak tek bir maddi kanıt olmadığı gibi, lehimize değerlendirilmesi gereken ve dosyada bulunan maddi delillerin hiçbir 10. ACM heyetince görmezden gelinip dikkate alınmamıştır.
Bir hukuk skandalı olarak görülüp, değerlendirilmesi gereken, gerçek kimliklerimizle gözaltına alınıp, tutuklanmamıza; bunun eksper raporlarıyla kanıtlanmış olmasına rağmen, bana ve İbrahim Çiçek’e de sahte kimlik kullandığımızı iddiasıyla 3 yıl 9 ay hapis cezası verilmiştir.
Dosyada bana ve İbrahim’e ait olduğu iddia edilen herhangi bir sahte kimlik söz konusu değil.
Bu güne kadar da, hakkımızda böyle bir iddiayla açılmış her hangi bir dava açılmadığı gibi, böyle bir iddiaya da muhatap olmadık.
Ne olduysa 4 Kasım 2013 gecesi karar duruşmasında oldu!
Ve bu hukuk skandalını temizlemek de, 10. ACM heyetine düşmektedir.
Bu “küçük” örnek bile mahkeme heyetinin bana ve İbrahim’e karşı düşman hukukunu uyguladığının çok somut göstergesidir.
Ayrıca bu durum dosyada bırakalım örgüt yöneticiliğini, kendi adıma örgüt üyeliğine dair hiçbir maddi kanıt olmadığı halde 10. ACM heyeti bu kararıyla Bayram Namaz hariç, iki kuşağın üzerini çizmiştir!
10. ACM heyeti altına imza attığı bu kararla 1968 ve 1978 kuşağının katline karar vermiştir.
En başından itibaren benim, sevgilim İbrahim Çiçek ve Sedat Şenoğlu’nun bu dosyaya monte edilerek yargılanmamızın; bizim şahsımızda gazetecilik mesleğinin, basın özgürlüğünün ve muhalif- sosyalist gazeteciliğin yargılandığı gerçeğinin altını çizmiştim(k).
8. yılında sonuçlanan yargılama süreci ve 10. ACM heyetinin altına imza attığı hukuk cinayeti kararı da gösterdi ki:
Birileri için doğru olarak “yönetici olmak suçunun sabit olması”nın, neden bizler için “sabit olduğu” kararı hakikaten izaha muhtaçtır!
Akıllara ziyan bu kararı defalarca inceledim, dosyayı ve iddianameyi çok iyi bildiğime inanıyorum.
MLKP örgütünün yöneticisi olduğum(uz) gerekçesiyle verilen bu kararı, bu hukuk cinayetini haklı çıkarabilecek tek bir maddi kanıta rastlamadım.
Sadece ve sadece 10. ACM heyetinin toptancı mantık ve uygulamasının sonuçları bu kararda mevcut!
Bu dava dosyası ve 10. ACM heyetinin altına imzasını atmış olduğu bu hukuk cinayeti kesinlikle daha çok tartışılacak!
Her şey bir yana, yaşadığım sürece bu adaletsizliği, bu hukuk cinayetini ve bu hukuk skandalını asla kabul etmeyeceğim ve kanıksamayacağım.
Her fırsatta bu adaletsizliği dile getirip, mücadele edeceğim!
2006 yılında yürürlüğe konulan TMK’daki değişikliklerle birlikte, siyasi polisin ve özel yetkili mahkemelerin ilk deneği biz olduk!
Ancak bilinmelidir ki; içinde geçmekte olduğumuz süreçte, şayet PKK lideri Abdullah Öcalan ile görüşmeler müzakereye dönüşmez ve içinde bulunulan tıkanıklık durumu aşılmazsa, hem görülmekte olan KCK davaları, hem ÇHD’li avukatların davaları, hem de yeni polis komplolarıyla hapishanelere doldurulacak her meslekten ve kurumdan kişilere bu yargılama sistemiyle, bu yasalarla rekor cezalar dağıtılacaktır!
Bu gün bu dosyada bana/bize verilen rekor cezalarla duyarlı, muhalif, emekten ve ezilenlerden yana bir yaşamı tercih etmiş gazeteciler, avukatlar, öğrenciler, Kürt siyasetçiler, insan hakları savunucuları, devrimci ve sosyalistler üzerinde terör estirip, ayağınızı denk alın mesajı verilmektedir.
Bu nedenle bu dava dosyası ve 10. ACM’nin karar altına aldığı bu hukuk cinayetine karşı çıkmak, adalet ve özgürlük talebini yükseltmek, sesinizi sesimize katmak, bu ülkede onurlu yaşamak isteyen herkesin görevi olmalıdır.
Bütün bu hukuksuzluklara karşı Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) başta gelmek üzere, TGS Genel Başkanı Ercan İpekçi, Gazetecilere Özgürlük Platformu ve platform içerisinde yer alna gazeteci meslek örgütlerinin, meslektaşlarımızın emek ve mücadeleleri sonucunda Türkiye’de tutuklu gazeteciler sorunu ülke ve dünya kamuoyunda görünür oldu.
Yine tüm yargılama süreci boyunca, ailemin özel olarak da ablam Şengül Tanrıverdi’nin uğradığım komployu açığa çıkarmak, adalet ve özgürlük talebimi gerçek kılmak için gösterdiği kişisel çabalarla bu dava dosyasındaki durumum kamuoyunda görünür oldu.
Duruşma sonrası ziyaretime gelen avukatlarımdan Ali Sarısoy, uğradığım bu hukuk cinayeti karşısında duyduğu üzüntü ve öfkesini dile getirirken yeni bir hukuk mücadelesine hazır olup, olmadığımı sordu.
Yanıtım çok net oldu:
“Ben hazırım! Ya sen, ya siz?”
Şimdi balıkçıların tabiriyle bana ve avukatlarım Ali Sarısoy ve Zülfü Erdoğan Öztürk’e tutsaklığım boyunca daima dışarıdaki sesim olan ablam Şengül Tanrıverdi’ye ve bu mücadelede bizimle dayanışma içerisinde olacak tüm dostlara, kişi ve kurumlara rastgele diyorum. Ve herkesi adalet ve özgürlük için ayağa kalkmaya çağırıyorum! (FE/HK)
* Füsun Erdoğan, 16 Kasım 2013, Gebze Kadın Kapalı Hapishane