İstanbul Adalet Sarayı Avrupa’nın en büyük adliyesi iddiasıyla “adalet dağıtmak” için kurulmuştu. Türkiye’nin en önemli davalarından bir kısmı da bu sarayda görülüyor.
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesine ilişkin dava her ne kadar kapatılan Beşiktaş’taki Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde görülse de, Yargıtay’ın mahkeme kararını bozmasının ardından yeniden görülen davanın duruşmaları Adalet Sarayı’na taşındı.
Hrant’ın arkadaşları “Adalet Bekliyoruz” dediği gibi bekleme aslında daha mahkeme koridorlarında başlıyor. Bekleyenlerin başındaysa gazeteciler geliyor.
Bekleme meselesi
Biraz bu bekleme meselesine değinmek istiyorum.
Bugün yeniden görülen Hrant Dink cinayeti davasının üçüncü duruşması görüldü. Duruşma öncesinde “yine” mahkeme salonuna giden koridora turnike kurulmuş başında da özel güvenlik görevlileri her zamanki yerini almıştı.
Her zamanki diyorum ama aslında bu genel geçer bir uygulama değil. Mesela bu uygulama Ağır Ceza Mahkemeleri’nin eski mekanı Beşiktaş’taki Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde rastlayamazdınız.
Özel güvenliğin sopası
Ancak Çağlayan’ın “siftah”ı sayılabilecek Oda TV davasından beri bu uygulama normalleşti. 26 Aralık 2011’deki duruşma günü davanın görüleceği mahkeme salonunun bulunduğu koridor özel güvenlik görevlileri tarafından kesilmiş ardından mahkemenin belirlediği isimler dışındaki kimselerin alınmaması gerilime sebep olmuştu.
Gerilim diyorum ama o gün Çağlayan’daki ilk sopamı yediğim gündü. Keza Özgürlük ve Dayanışma Partisi Eş Genel Başkanı Alper Taş’ın “Ben ÖDP Başkanıyım” diyerek barikatları yıkmasıyla ben de koridora dalmış ve bu sırada özel güvenliğin tatlı sopasını tatmıştım. Ama girmiştim.
Sonrasında da milletvekili danışmanı rolü yapmak da dahil bin türlü hinlikle salona girmeye devam ettik.
O günden beridir de Çağlayan’da “ünlü” davaların koridorlarında bekliyoruz.
Sarı basın kartını nasıl aldığınıızı biliyoruz
Bugünkü duruşma öncesinde de değerli haber kaynaklarımız avukatlar mahkeme salonu önündeyken gazeteciler olarak turnikenin berisinde kaldık. Tabii ki bu sıkıntılı durum bir süre sonra gazeteciler ile özel güvenlik arasındaki gerilime döndü.
“Bana işimi öğretme, ben sana nasıl gazetecilik yapacağını öğretiyor muyum?”
“Bana bağıramazsın!”
“Aranızda provokatör olmadığını nereden bilelim.”
“Bazılarınızın nasıl sarı basın kartı aldığını çok iyi biliyoruz!”
Bu cümleler gerilimin nasıl ilerlediğine dair bir fikir verebilir. Kriz duruşmayı izlemek için gelmiş olan Oral Çalışlar’ın koridora girmesi –lütfen dikkat tartışılan konu mahkeme salonu bile değil, koridora girmek- üzerine daha da arttı. Keza Çalışlar da gazeteciydi, biz de.
Haber ile habercinin arasına girmek
Özel güvenliğin pes etmesiyle koridorumuza kavuştuk ama bu esnada şunlara şahit olduk – yeniden- :
* Basın özgürlüğü ve haber alma hakkı bir yana “güvenlik” algımız ya da en azından özel güvenliğin algısı inanılmaz bir paranoya içerisinde. Öyle ki zaten kamuoyuna açık olan davayı izleyenler arasında “provokatör” aradığı gibi, bunu önlemenin yolu olarak da bilgiye erişimi (bu noktada mahkeme koridoru oluyor) direkt kesmeyi amaçlıyor.
* İkinci nokta, farklı yerlerde sık sık karşılaştığımız üzere gazetecilerin ne yapması ve ne yapmaması gerektiğini en iyi, yine gazeteci olmayan kişiler/kurumlar biliyor. “Sizi zaten salona alıyoruz” diyen güvenlik görevlisi o esnada hukuksuz bir şekilde haberci ile haber kaynağı arasına girdiğinin farkında değil.
Güvenlik paranoyası
Vurgulamak istediğim nokta “gazeteciyiz, eziliyoruz”dan daha ötede bir mesele. Öyle ki “güvenlik” denen kavram toplum olarak bizi paranoyaya sürüklüyor. Bu uğurda en temel haklarımızdan vazgeçmeye başlıyoruz ya da buna zorlanıyoruz.
Demem o ki kamu olarak biz beklemeye adliye koridorlarında başlıyoruz. Peki ya duruşma..
Bugün tüm duruşmaya dair iki önemli tespit vardı. Biri avukat Fethiye Çetin’in “Tüm dosya baştan ele alınmalıdır” tespiti ve Hrant’ın Arkadaşları’nın "Söz konusu bir Ermeni olduğunda milli ittifakta birleşiyorlar" sözü.
Çünkü yıllardır cinayette kamu görevlilerinin sorumluluğu üzerine soruşturulmasını talep ettikleri kişiler ancak ve ancak yolsuzluk operasyonu ve sonraki idari atamalarla görevlerinden alındılar ya da istifa ettiler/ettirildiler.
"Vur" diyenler yargılanacak mı?
Bu bahsi geçen kamu görevlilerine güveni zedelediği gibi, Çetin’in de dediği gibi “Davanın başından beri söylediklerini de haklı çıkardı”.
Bu durum adaletin sağlanması için bir fırsat yaratabilir mi göreceğiz.
Keza geçtiğimiz duruşmada sanık Erhan Tuncel cinayetle ilgili “AKP de iyidir Cemaat de” dedikten sonra Ramazan Akyürek ve Ali Fuat Yılmazer’i işaret etmişti. Ardından Emniyet İstihbarat Başkanı Dinç’e “ağabeylik” yapmasını hatırlattığı mektubu yazdı.
Tuncel’in konuşacağına yönelik bir umut var. Ancak dava yeniden görülse de “suç örgütü”ne indirgenen Tuncel’in ifadesiyle “Ergenekon üstü yapılanma”dan yine adını bildiklerimiz dışında ceza alan çıkacak mı, “Vur” diyenler yargılanacak mı şüpheli.
Keza, kanaatimce artık salona izlemeye gelenler de, davadan adalet beklentisi olanlar da azalmış bir durumda. (EA)
Çizim: Erol Önderoğlu