Erol Mintaş’ın Annemin Şarkısı (Klama Dayîka Min) filminde, meçhul bir dengbejin kayıp şarkılarına sığdırmaya çalışılan büyük kayıplar var. Bir oğul, bir köy, bir muhit, bir “dil” kaybı var. Telafisi mümkün olmayacak ve hiç geçmeyecek bir geçmişi, başa çıkılır başka bir kayıpla değiştirme, “küçültme” ve kendini teskin etme çırpınışı var. Filmin henüz gösterimde olduğunu akılda tutup, hikâyenin akışına fazla girmeden, sadece filmle ilgili birçok yazı ve röportajda anlatılmakta olan bazı sahnelere değinerek, bu çırpınışın anlamını tartışmak istiyorum bu yazıda.
Yönetmen: Erol Mintaş Oyuncular: Feyyaz Duman , Zübeyde Ronahi, Nesrin Cevadzade, Ferit Kaya, Cüneyt Yalaz. |
Çocukluğunu 1990’lı yılların Kürt coğrafyasında geçirmiş birçok Kürt sinemacımız var artık. Film sonrasındaki söyleşi sayesinde dinleme ve sohbet şansı bulduğum Yönetmen Erol Mintaş ve oyuncular Feyyaz Duman ile Aziz Çapkurt da, ‘90’ların çocuklarının oluşturduğu bu sinemacılar kuşağından. Onları dinlerken filmin diline sinen samimiyeti, oyunculuktaki başarıyı ve sahiciliği de daha iyi anlıyor insan. Kürt sorununa ilişkin çok sağlam bir bakışları var. Filmin her sahnesine, diyaloğuna, kendi oyunculuklarına büyük bir etik sorumluluk ve ihtimamla yaklaştıkları açıkça görülebiliyor. Uzun, titiz ve aslında çok “usta işi” bir çalışma var bu ana-oğul hikâyesinin arkasında.
Annemin Şarkısı, acıları kanırtmayan bir film, izleyiciyi yönetmeye kalkmayan, açıklamalara, lafa boğmayan bir sinema. Aynı zamanda acının dilini mağduriyette kurmayan bir sinema. Erol Mintaş bu tür hikâyelerin önünü açmak gerektiğini, geçmişe takılıp kalmak yerine bu insanların şimdi göç ettikleri şehirlerde ne yaptıklarına, nasıl yaşadıklarına eğilmek gerektiğini ve İstanbul’da yaşayan Kürt’le Diyarbakır’da yaşayan Kürdün farklı sorunlarla boğuştuğunu söylüyor ki film de tam olarak bunları anlatıyor. Zorunlu göçle büyük şehirlere giden Kürtleri, büyük rakamlarla ifade edilen bir “yığın” olmaktan kurtarmaya, acısıyla, sevinciyle, mücadelesi ve kazanımlarıyla o yersiz yurtsuzluk içinde yeniden “insanlaştırmaya” çalışıyor film.
Annemin Şarkısı bir köy öğretmeninin öğrencilerine gürül gürül bir Kürtçe ile tavuskuşu olmaya çalışan karganın hikayesini anlattığı, 1992 yılında geçen bir sahneyle sarsıcı bir açılış yapıyor. Beyaz bir Toros okula yanaşıyor, sınıfı basan adamlar genç öğretmeni alıp götürüyor. Yasak dil ve beyaz Toros, zulmün kodları olarak, o genç öğretmenin bir daha asla dönmeyeceğini kesin bir biçimde söylemekle kalmıyor; savaşın, göçün, boşaltılan köylerin ve kayıp evlatların, kısacası Kürdün hayatından eksilen her şeyin, sinemanın en mucizevi biçimde kullandığı anlatı araçlarından biri olan “eksiltme” içine yerleştirilmesine, anlatmadan anlaşılmasına imkan tanıyor.
Film bu hikâyeyi tümüyle orada bırakarak yoluna İstanbul’da devam ediyor. Zorunlu göç sonucunda İstanbul’a gelen, bir yandan öğretmenlik yapan, bir yandan da Kürtçe öyküler yazıp yayınlayan Ali (Feyyaz Duman) ile annesi Nigar’ın (Zübeyde Ronahi) hikâyesini anlatıyor. Bu Ana oğul ile karşılaştığımız ilk sahne de yine bir göç sahnesi. Bu kez de Tarlabaşı’ndaki evlerini kentsel dönüşüm projesi nedeniyle boşaltmak ve iyiden iyiye sıkışıp kalacakları bir apartman dairesine taşınmak üzere eşyalarını toplarken tanışıyoruz onlarla. Duvara asılı bir fotoğraf dışında kimse anlatmasa da Nigar’ın bir oğlunun da kayıp olduğunu, bir “kayıp” annesi olduğunu anlıyoruz. Nigar Anne tam da eşyalarını toplamaya çalışırken yeni bir “kayıp” icat ediyor. Seydoye Silo isimli bir dengbejin kasetini aramaya başlıyor eşyalar arasında. Ali’yi de bu arayışın içine çekiyor.
Araf’taki yas
Kayıp şarkılar, yerinden edilmişlik ve dilsizlik içinde, bir “süreklilik” ve ahvale tercüme olacak bir ses arayışının ifadesine dönüşüyor bir noktadan sonra. Nigar Anne, köyünün zulüm zamanlarını sırtına yüklenerek geldiği İstanbul’da, “kayıp” bir evlatla birlikte yitirdiği ve artık bulamayacağı diğer her şeyi, kimsenin hatırlamadığı bir dengbejin sesinde ve klamlarında (şarkılarında) arıyor. Ne var ki kaybın “yer değiştirmesi” hiç de kolay değil. Evladının kemiklerine bile ulaşamayan, sarılacağı bir mezar taşının hasretini çeken diğer bütün Kürt analar gibi onun ağıtı ve yası da Araf’ta, sonsuz bir bekleyişte asılı duruyor...
Amatör oyuncu Zübeyde Ronahi ilk kez rol aldığı bir filmde, “oyunculuk başarısı” olarak tanımlayıp geçemeyeceğimiz türden çok sahici bir performans, unutulmaz bir Nigar Anne karakteri çıkarıyor. Ali’nin, artık köyüne dönmek isteyen annesinin huysuzlukları ve sevgilisi Zeynep’in beklentileri (Nesrin Cavadzade) arasında yaşadığı, zaman zaman ağır bir hâl alan sıkışıklık hissiyatı da hikayenin önemli bir parçası. Bütün hikaye, tasarruflu bir sinema dili içinde verilen küçük ayrıntılar ve başarılı bir görsel anlatımla ilerliyor.
Büyük hikâye
Annemin Şarkısı, Kürt bir ana oğulun sınırları belli dünyasını ve deneyimlerini anlatan bir hikaye olarak ne kadar önemliyse, Kürt sinemasının farklı örneklerinin birlikte oluşturduğu “büyük hikayeye” katkısı bakımından da o kadar önemli. Bunu kısa bir yazının sınırları içinde değerlendirmek epeyce güç bir iş. Kürt sineması üzerine yapılmış ve yapılacak olan çalışmalar bu katkıyı bir gün daha görünür bir biçimde ortaya koyacak elbet. Burada sadece filme adını da veren, “şarkı” arayışı üzerinden ilerleyen bir izleğe, suskunluk ve ses arayışı izleğine kısaca değinmek isterim.
Suskunluk ve ses arayışı Kürt sinemasının sık başvurduğu bir metafor.[1] Aslında Türkiye sinemasında Kürde veya Kürt coğrafyasına yer açan filmlerin bir çoğunda, ya çaresizliğin ya da “ortak dil” yokluğunun ifadesi olan uzun suskunluklarla ya da bu suskunluğa eklenmiş takıntılı bir ses arayışıyla karakterize bir “ses” izleği vardır. Sürü filmindeki (Yılmaz Güney – Zeki Ökten, 1978) Berivan’ın suskunluğuna dek uzanan eski bir tarihten izini sürebileceğimiz bir suskunluktur bu. Sadece Kürt sinemacıların filmlerinde değil, mesela Erden Kral’ın yönettiği Hakkari’de Bir Mevsim’de de (1983) bu çaresiz uzun suskunlukları izleriz.
Yakın tarihlerde Orhan Eskiköy ve Zeynel Doğan’ın birlikte yönettiği Babamın Sesi (2012) filmi, annenin büyük oğlundan geldiğini düşündüğü sessiz telefonlar yanında, küçük oğlanın peşine düştüğü babanın ses kasetleri aracılığıyla da hem suskunluk hem de ses arayışı izleğini aynı anda başarıyla sürdüren esin verici bir film olmuştu. Bunun yanında Türkiye sinemasında Kürt sorunu –bence olması gerektiği- gibi sıklıkla “dil”siz bırakılma sorunu olarak işlendi. Zira onuruyla yaşama hakkının tasallut altında oluşunun en iyi anlatılabileceği yerdi anadil meselesi; varlık yokluk meselesiydi Kürtler bakımından.
Bu yakıcı sorunu çok başarılı bir biçimde ve çok sade bir anlatımla sinema diline tercüme eden İki Dil Bir Bavul (Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan, 2008) filmi kadar, bu filmin epeyce öncesinde Handan İpekçi’nin Küçük Adam Büyük Aşk (2001) filmi de Kürdün anadil meselesine dairdir ve bu noktada tüm bu filmlerin birlikte düşünülmeleri de önemlidir. Gelecek Uzun Sürer (Özcan Alper, 2011), Ana Dilim Nerede? (Veli Kahraman, 2012), Sesime Gel (Hüseyin Karabey, 2014) filmleri, anadil ve “ses arayışı” izlekleri bağlamında değinilmesi gereken diğer filmlerdir.
Bundan da öte anadil, suskunluk ve ses arayışı meselesi, Bahman Gobadi’nin Annemin Ülkesinin Şarkıları (2002) ve Yarım Ay (2006) filmlerinde olduğu gibi, Türkiye sinemasının dışındaki Kürt sineması örneklerinde de karşımıza çıkar. Bahman Gobadi’nin sözü edilen filmlerinde kayıp kadın şarkıcı, sesini yitiren kadın müzisyen, büyük bir son konser düşü, müzik yapan gençler gibi müzik ve sesle ilgili temalar çok önemlidir.
Kürt, sevincini zılgıt ve yasını ağıtla anlatır; müzik gündeliğin içindedir ve gündeliğin yükünü taşır. Kürtçenin geleceğe aktarılması sorumluluğunu bu anlamda en çok Kürt ozanların sırtlandığı da söylenebilir. Kürt sinemasının “büyük hikaye”sine Annemin Şarkısı birçok noktada kıymetli bir katkı sunuyor. Yakın tarihimizin hafızasını oluşturacak bu hikayelerin izlenmesi ve üzerinde düşünülmesi çok önemli. Birbirinin hikayesine kulak vermeyen ve “öteki”nin bakış açısını anlamaya açık olmayanlar hiç barışamıyor çünkü. (SÇ/HK)
[1] Tekrar eden “ses arayışı”na ya da ses izleğine, Çağdaş Günerbüyük, “Erol Mintaş’la ‘Annemin Şarkısı’ Üzerine: Gurbet İçinde Gurbet” başlıklı söyleşisi (Evrensel, 22 Ağustos 2014); Cüneyt Cebenoyan “Kayıplar ve Kayıp Şarkılar” (Birgün, 15 Kasım 2014) ve Uğur Vardan da “Şarkı’lar Seni Söyler” (Radikal, 15 Kasım 2014) yazılarıyla değindi.