Bundan on yıl önce, 9 Ekim 1998’de Suriye, Abdullah Öcalan’ı sınırdışı ederek başka bir ülkeye göndermişti.
Bu tarihten birkaç gün önce Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Suriye sınırına yığınak yapmış, zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı sınırdaki birlikleri denetlemiş ve Suriye’ye açık ültimatom verilmişti: En kısa sürede Öcalan’ı sınırdışı etmezseniz, en fazla bir haftada Şam’a gireriz.
İki ülkenin askeri güçleri arasında o kadar büyük fark vardı ki, Suriye’nin direnmesi mümkün değildi. Öcalan ülkeyi gizlice terketti.
Neden 14 yıl beklendi?
Burada soru şudur: Öcalan’ın Suriye’de bulunduğu en azından 1984 yılından beri biliniyordu. Bu durumda, Türkiye neden 14 yıl beklemek gereğini duymuştu? 1998’de ne olmuştu da Türkiye kendisini harekete geçmeye hazır hissetmişti?
Bu beklemeye 1991 yılına kadar açıklama bulmak mümkündür: Suriye ile SSCB arasında askeri işbirliği antlaşması vardı. Bu durumda Türkiye’nin Suriye’ye saldırması mümkün değildi. 1991’de SSCB dağıldı ve Türkiye 7 yıl daha bekledi.
Körfez Savaşı
Neden? Bunu açıklamak için 1991 yılındaki Birinci Körfez Savaşı’ndan başlayalım.
Türkiye, o sırada Cumhurbaşkanı olan Turgut Özal’ın ısrarla istemesine karşın Irak’a karşı savaşa katılmadı. Özal’ın ısrarlı istekleri karşısında Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay istifa edecekti.
Askeri teknikten ve savaştan anlamayan ama savaşı isteyen Özal’a karşı, TSK hesaplı hareket ediyordu.
Irak’a karşı savaş hem gündüz hem de gece sürdürülen bir savaştı. Ne ki, TSK’nın gece savaşı yürütmesi mümkün değildi. Bunun için gerekli elektronik donanımdan yoksundu. Savaş uçakları gece “kör”düler. TSK bu nedenle savaşa girmedi.
1995’te İsrail ile askeri işbirliği antlaşması imzalandı. Bu antlaşma uyarınca İsrail, Türk savaş uçaklarını elektronik aygıtlarla donatmaya başladı. TSK, bir süre sonra, gece savaşı yürütebilecek duruma gelmişti.
Savaş uçaklarının elektronik aygıtlarla donatılması vuruş gücünü de artırıyordu. Bu, özellikle önemliydi.
TSK güçleniyor
Türkiye’nin sıkıntısı şuydu: İçerde PKK’ye karşı yoğun bir savaş sürerken, Suriye ile de savaşa girilirse, Yunanistan da muhtemelen sessiz kalmayacaktır. Türkiye bu üçlü savaşı sürdürebilecek durumda değildi. Bunun için askeri olarak güçlenmesi gerekiyordu.
İsrail ile yapılan askeri antlaşma ve dışarıdan alınan silahlarla TSK, 1998 yılında birkaç cephede birden savaş yürütebilecek duruma ulaştı. Artık Suriye’ye ültimatom verilebilirdi.
“Birkaç cephede birden savaş”, 1991 sonrasındaki savaş anlayışının değişmesiyle gündeme geldi. Konvansiyonel savaşlar eskiden geniş bile olsa tek cephede yürütülürdü. Şimdi ise, birbirinden uzak en az iki bölgede birden savaş yürütebilecek askeri kapasiteye sahip olunması gerekiyor. Dünyayı ya da en azından geniş bir bölgeyi kontrol edebilmek isteyen ülke bu kapasiteye sahip olmak zorundadır.
ABD bugün Afganistan ve Irak’ta iki büyük savaşı birden yürütüyor. İçinde yeraldığı küçük sayılabilecek başka savaşlar da var.
Türkiye’nin 1990’lı yılların ikinci yarısında bölgesel askeri bir güç olarak ortaya çıkmasında askeri gücünün artması ve birkaç cephede birden savaş yürütebilecek duruma gelmesi belirleyici oldu.
Bu bakımdan 9 Ekim TSK’nın tarihindeki önemli günlerden bir tanesidir. Türkiye, 9 Ekim 1998’de bölgesel askeri bir güç olarak ilk başarısını kazanıyordu.(EE/EÜ)