Mardin'in dört kilometre doğusunda beşinci yüzyıldan kalma Süryani manastırı Deyrulzafarân'ın ayrıksı bir konuğu var. 1920'li yıllarda üç çocuğuyla Suriye'ye göç etmeye mecbur olan bir anne, oğlu Bahe'yi rahiplere teslim etmek durumundadır. İmkânsızlıklar yüzünden alınan bu karar Bahe'nin iyiliği içindir fakat yıllar boyunca anne özlemini içinden bir türlü atamayan kahramanımız manastırda geçen ömründe kırık bir kalple yaşamak zorunda kalır.
50.Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivalinde 7 Ekim Pazartesi gösterilen ve Bahe'nin dünyasını layıkıyla yansıtan Misafir adlı zarif yapım, etkinliğin belgesel yarışmasında yer alıyor.
Manastırdaki yalnızlık
İnce işçilik ve derin empati sonucunda ortaya çıktığı belli olan otuz dakikalık eser insanı kâh hüzünlendiriyor, kâh neşelendiriyor. Mardin'in gün geçtikçe betonlaşan yerleşim alanlarından nispeten uzak, kendi halinde Mezopotamya'nın nöbetini tutan manastır manevi dünyaya sürüklenmek için birebir.
Zaten belgeselin başında, perde hâlâ karanlıkken Bahe'yle yapılan konuşmanın salona yayılan titreşimleri insanı aniden kavrayıp çok uzak diyarlara götürüyor. Arkasından Deyrulzafarân'ın duvarları arasında geçen bir ömrün getirdiği monotonluk içinde, kahramanımızı günlük alışkanlıklarını tekrarlarken seyrederiyoruz.
Tabii eskiden çok daha aktif, çalışkan ve müesseseye yararlı olduğu anlatılıyor bize, ne de olsa herkesin sevdiği Bahe'yi yıllar epey yormuştur ve artık yardıma muhtaçtır. Fakat o iyimserliğini daima korumuş, bir bilge edasıyla insanlarla pozitif enerjisini paylaşmaktan imtina etmemiş, tabii ki anne konusu ayrı. Fakat insanı üzen sadece Bahe'nin öfkeye dönüşebilen özlemi değil, bu toprakların kadim halklarından Süryanilerin öylesine önemli bir merkezinin ıssız hali.
Çeşitli vesilelerle toplanan insanlar, özellikle çocuklar ve kadınlar cemaatin bölgedeki son temsilcileri değillermiş gibi neşe saçabiliyorlar ama farklı din ve mezhepten olanların başına yarın ne geleceği belli olmayan bir memlekette, binbir zorlukla yapıldığı belli olan restorasyonun durumu, zanaatkârların hissedilen eksikliği tarihî ortamın atmosferini epey soğutuyor.
Film ekibi
Her şeye rağmen, 1984 Mardin Ömerli doğumlu yönetmen Haydar Demirtaş görüntü yönetmeni Pınar Demiral'ın da yardımıyla, görsel açıdan son derece tatmin edici bir belgesel ortaya çıkarmış. Birbirinden şık kadrajlarla ortamın fotografik imkânları sonuna kadar kullanılmış ve ruhani dünyayla adeta bir bağ kurmamız sağlanmış.
Yapımın senaryosunu da yazan Demirtaş 2005-2006 yılları arasında İstanbul Kültür Üniversitesi Kent Film Evleri atölyesine katılmış ve 2010 yılında İletişim Tasarımı bölümünden mezun olmuş. Kurgucusu Yusuf Kurt ile eserin yapımcılığını da paylaşan yönetmen sempatik ve samimi tavırlarıyla Antalya'daki gösterimde bulunanların kalbini kazandı. Filmin hissiyatını artıran ve bütünlüğünü pekiştiren müziklerde Bahram Deyjour, Mehdi Gholami ve Serdar Yüce'nin imzalarını görüyoruz. Bahe'nin halen Suriye'de yaşamakta olan bir ablasıyla yapılan çekim de bölgede sürmekte olan savaşın acı taraflarını ortaya koyuyor. Çatışmalar başladığında binbir zorlukla bölgeye giren ekip yasaklarla karşılaştığı gibi açık olduğu sanılan gizli kameranın kapanması yüzünden de mağdur olmuş.
Misafir geçtiğimiz aylarda Verona kenti yakınlarındaki Bosco Chiesanuova'da düzenlenen İtalya'nın belgesel ve kısa film konusunda uzmanlaşmış 19. Lessinia Film Festivalinde gösterildi ve epey ilgi gördü.
Belgesel yarışması bünyesinde Antalya AKM Perge salonunda aynı gün gösterilen Andrea Luka Zimmerman'ın Taşkafa, Bir Sokak Hikâyesi İstanbul tarihi boyunca sokak köpeklerinin izini sürerken günümüzdeki kent ortamında olmasını dilediğimiz, doğa ve hayvanlarla yeni ve daha yoğun bir ilişkinin tüyolarını veriyor.
Yönetmenliğini Hikmet Yaşar Yenigün'ün yaptığı İmbatla Dol Kalbim ise halen İzmir ve Foça'da yaşayan değerli yazar ve sinemacı Tarık Dursun K.'nın yeni nesillere tanıtılmasını amaç edinmiş.
Özgür Fındık'ın Dersim ve çevresinde 12 Eylül sonrası uygulanan asimilasyon politikasını afişe eden Olağan Haller adlı eseri kendine özgü inançları olanları sistemli bir şekilde kimliksizleştirmeye çalışanları, sürgünleri ve tektipleştirme çabalarını ifşa ediyor. Tarihte çeşitli biçimlerde zuhur etmiş fakat özellikle bugünkü halinin köklerini 80 darbesinde bulabileceğimiz ve her geçen gün arttığına tanık olduğumuz dinî baskı ortamında, Alevilerin durumunu irdeleyen etkili yapımla ilgili daha ayrıntılı bir yazıda buluşmak üzere… (MT/EKN)