Ömer Seyfettin Balkan Harbi’nden hemen sonra 1913 yılında “Ashab-ı Kehfimiz” (Bir Ermeni Gencinin Hatıra Defteri)* isminde bir kurgu metin kaleme alır. Ömer Seyfettin’in önsözde kısa roman olarak tanımladığı bu eserin kahramanı Ermeni genç Karabetyan İdadisi’nde tahsil görmüştür ve adı Dikran Hayikyan’dır. Moda’da yaşar, ticaretle uğraşır. Okumayı sever. Günlük tutar.
Günlükteki ilk notun tarihi II. Meşrutiyet’in ilanının (24 Temmuz 1908) hemen sonrasıdır: 30 Ağustos 1908. Son not ise 15 Nisan 1913 tarihlidir. Yani neredeyse 30 Mayıs 1913 tarihli Londra Konferansı’yla nihayete eren Balkan Savaşı’nın sonuna denk düşer.
Ancak Ömer Seyfettin’in kafasında kurduğu bu genç Ermeni, tam onun istediği gibi düşünür, tam onun istediği gibi yazar. Bu yüzden de bize o beş yıllık çalkantılı dönemi yaşayan bir Ermeni gencinden çok, metni kaleme alan Ömer Seyfettin ve sahip olduğu İttihat ve Terakki zihniyeti hakkında fikir verir.
Bu adama, bu zihniyete göre; Türkler ümmetçilik düşüncesiyle zehirlenmiş ve Türk olduklarını unutmuşlardır. Milliyetleri sorulunca “Müslümanım Elhamdülillah” diyecek kadar Türklüklerinden uzaklaşmışlardır. Oysa Ermeniler bütün Türkleri Kızılırmak’ın batısına atıp Büyük Ermenistan’ı kurmak istiyorlardır. Rumların ise bütün derdi İzmir’i işgal edip Türkleri Kızılırmak’ın doğusuna atmaktır. Ve bütün bunları “biz Osmanlıyız” kisvesi altında yapmaktadırlar.
Halbuki Türkler Türk olduklarını bir hatırlasalar, bir birleşseler… Ne olur o zaman? Onu biliyoruz, oraya da geleceğiz…
***
Kitabın bir de yıllar sonra gelen bir son bölümü vardır. 12 yıl geçmiştir, sene 1925’tir. Genç Ermeni evlenmiştir, yine Moda’da oturmaktadır. Günlerden 29 Ocak 1925’tir. Dışarıda kar yağar, içeride soba yanar, aşağı kattan karısı Hayganoş’la çocuklarının cıvıltısı duyulur. Genç adam 12 yıl sonra günlüğünü tekrar eline alır.
Ömer Seyfettin bu bölümde Dikran Hayikyan’a karısı Hayganoş’la nasıl tanıştığını anlattırırken gerçek yüzünü de açıklattırır:
Dikran, “kendisinin gerçekten ‘eritme’ taraftarı olduğunu, Ermenileri ‘Osmanlı’ diye kozmopolit yaparak tarihlerini, milliyetlerini, lisanlarını yok ettirmek istediğini sanan” karısı Hayganoş’a “mahsustan onların arasına girdiğimi, hiçbir zaman milletimin sevgisini ‘Osmanlılık’ gibi boş kozmopolitlik iddialarına değişmeyeceğini” söyler.
Meğer bu genç Ermeni bütün kitap boyunca yalan söylemiş, aslında içi başkaymış(!).
Ömer Seyfettin’in 1913 tarihli kurgusu böyledir. 1925 yılında, İstanbul’da karısı ve çocuklarıyla beraber böylesi bir saadet içinde yaşayan kaç Ermeni kalmıştı, tartışılır. Ama yine de hikayenin en trajik yanı bu değil.
***
Eser, 1913 tarihlidir ama önsöz 1918’de kaleme alınmıştır. Romanla önsöz arasında geçen beş yılda, “Türkler Türk olduklarını hatırlamış”, İttihat ve Terakki eliyle 24 Nisan 1915’te Ermeni Soykırımı başlatılmış ve İstanbul’dan, Trakya’dan, Kızılırmak’ın doğusundan ve batısından 1 milyondan fazla Ermeni yurttaş ölüme gönderilmişti.
Ve anlaşılan o ki; Türklerin başına gelen talihsizlikleri en hastalıklı, en abartılı sahnelerle anlatmasıyla maruf bu adam, 24 Nisan 1915’te başlayan trajediye, Ermenilerin başlarına gelen korkunçluklara (İstanbul’dan) şahit olmuş ve hiç etkilenmemişti. Önsözünde Ermeni Soykırımı’ndan tek kelimeyle bile bahsetmez.
Hatta ülkesinin Türk ve Müslüman olmayan unsurlardan temizlendiğini düşünerek biraz rahatlamış gibidir: “On yıl içinde her biri bir yüzyıla sığmayacak olaylar başımızdan geçti. Ama genellikle milliyetin değeri bilindi. Konuşulan tabii lisana, milli edebiyata, milli sanata, milli mefkûreye önem verilmeye başlandı.” diye yazar.
Yanıbaşında yaşanan yüzyılın en büyük trajedilerinden (suçlarından) birine karşı bu umursamazlık, insanın aklına bu Türklük ülküsüyle kafayı bozmuş yazarın hastalıklı zihninden saçılan görünümleri getiriyor:
Türklerin yakıldığı (ama yakılınca süt ve tereyağı koktuğu), bölük bölük öldürüldüğü (ama başı kesilince bile savaşmaya devam ettiği), kadınlarının (içinde 15 Türk genci saklayan) karınlarının yarıldığı, kadınlarına (öldükten sonra bile) tecavüz edildiği sahneler gibi Türkçe edebiyatın en hastalıklı satırlarıyla beraber bize ırkçılığın evrensel prizmasını sunuyorlar.
Irkçılığın hiçbir şey göstermeyen, ayarsız, hastalıklı prizmasına göre: Kötülük size yapıldıysa kötülüktür, iyilik siz yaptıysanız iyiliktir.
* Bir Ermeni Gencinin Hatıra Defteri, Ömer Seyfettin, Bilge Karınca Yayınları, İstanbul, 2008.