Bundan birkaç hafta önce pasaportumun geçerlilik süresini uzatmak için Kadıköy Emniyet Müdürlüğü'ne düştü yolum. İşlemler birkaç yıl öncesine göre epey değişmiş... Bu "parmak izi" hatta bütün parmaklarınızın ve iki elinizin izi alındığı için şöyle tabir etmek lazım gelir, "parmaklar izi" alma işlemi orada geçirilen zamanı hatırı sayılır ölçüde uzatıyor...
Fakat beklemek, salondaki havasızlık dışında o kadar da rahatsız eden bir şey değil... Çevrenizde onlarca zarif ve işini bilen, hızla yapan polis memuruyla sanki bu "emniyete alma, emniyette olma" meselesi başka şekilde cereyan ediyor gibi...
Bu arada bekleme salonunda birkaç yıl önce çekildiğini izleyince anımsadığım Tarkan'lı, Özcan Deniz'li, Işın Karaca'lı polise övgü klipleri falan da izletiliyor... Yani televizyon ekranında sürekli yayında o klipler var, ister istemez gözünüz kayıyor... Öte yandan güvenlik görevlilerinin her gün kahramanca ancak sıradan birer iş olarak kotardığı kurtarma, güvenlik, huzur sağlama operasyonlara dair klipler de yayınlanıyor. Duvarda bir tabloda "Celalettin Cerrah İstanbul Emniyet Müdürü" yazıyor. Ve her duvarda polislikle ilgili birçok "özlü söz"ün olduğu çerçeveler...
Bir yarım günü bu meseleye gömdükten sonra yine son derece zarif bir polis memurdan pasaportumu alıp oradan çıktım...
Polislik, modern devletin kuruluşundan beri kendini bireye hem zorla hem güzellikle benimseten iktidar pratiğinin gerçekleştirildiği kurumlardan biri... "Polisten şikâyet ediyorsunuz ama onlar da olmasa..." gibi bir varsayım kategorik olarak doğru değil yani... Bu kurumlar kapitalist toplumla birlikte icat oldular, arızi toplumsal süreçlerin pratikte kendini var eden sonuçları. Olmasalar da hayat sürerdi. Sanayi dediğimiz dahi organizma kendi kendisinin polisi olma gibi bir varoluş halini icat ederdi, ya da muhakkak şu an aklımıza gelmeyecek başka parlak bir fikir çıkardı.
Neyse, polislerin bazen -yoksa çoğu zaman mı?- aşırı/orantısız/yersiz güç kullandığını sır değil. Gene de herkes bilir ki, elbette tek tek polis memurları şiddet düşkünü insanlar, canavar değildirler. İçinden geçtikleri "milli savunma" temalı iktidar ve kurumsallaştırma tezgâhı, onları "çıplak", "sade" yurttaş karşısında büründükleri kişiliğe sokar... Genel kamu düşüncesi de çoğunlukla "polis şiddeti"ni "Ama başka türlü nasıl karşı şiddetle baş etsinler" diye meşrulaştırmayı dener. Diyelim 1 Mayıs'ta bir işçinin böğrüne inen copu, ülkenin düşmanlarına vurulmuş bir darbe olarak göstermeye çalışır. Şiddetin meşruiyetini devlet egemenliği savunması üzerine kurmaya çalışır. Ve aslında böyle değildir.
Uzun sözün kısası, bu 1 Mayıs'ta işçiler bayramlarını kutlasalar Taksim'de, 1 Mayıs için tarihi önemi olan ve birçok kutlamanın yapıldığı Taksim meydanında... Polisler de da tıpkı bana pasaportumu iade eden polis memuru gibi zarafele yurttaşın ve dolayısıyla kendisinin hizmetinde olsa o gün...
1 Mayıs'ta Taksim'de bayramını kutlamak isteyen emekçilerin karşılarında hak ettiği memur modeli "pasaport memuru modeli" olabilir diye düşünüyorum ve soruyorum:
Benim pasaport işlemim kadar meşru bir yurttaşlık hakkı değil mi işçi bayramı kutlamak? (NZ/EK)