“Ağırız ve ağrılıyız artık
Bileklerimizde bilgi
Uzuvlarımızda uzmanlık
Cepte jackpot gibi hayat”
Elif Sofya
Acının ve ağrının coğrafyasında, meçhul insan anıtları durmadan yükseliyor. Çocuklar devlet kurşunuyla her gün öldürülüyor. Üç tarafı sularla çevrili kara parçasının kıyılarına çocuk cesetleri vuruyor. Sular toprakları işgal edilmiş, yaşamları her gün bombalanan ve tek çaresi kaçmak olan göçmenlerin can pazarı olmuş artık.
Kâinatın tüm kara parçalarında ve sularında devletler halklarını öldürüyor. “Halk; iyi vatandaş kadrajındaki çoğul değer.”*
Sancılı bir yazının ilk cümlesini henüz kurmuşken ben, timeline’lara katliam haberleri düşmeye devam ediyor. Akla mukayyet olmak gittikçe güçleşiyor. Yaşamına mukayyet olmaya çalışanlar karşısında kayıtsız ya da aciziz.
Bu pornografikleştirilen ölümler/öldürmeler çağında,
“Her ağızda dolaşarak renk alan
Bir yalan çatalanıyor duruşumuzda
Boynumuzda tarafsızlığın arsız halkası parlıyor”*
Vahşet ve barbarlık örneklerinde birbirleriyle yarışanlar, bizi yaşamaksızlığa ve sonrasızlığa mahkûm ederken biz öldürenin ve ölenin kimlik sorgulamasını yapadurmaktan vazgeçemiyor, milli edebiyat ve milli tarih derslerinde egemenlerce yazılmış tarih ve edebiyat kitaplarına soru sormayı aklımıza hiç düşürmüyor, zulümlerden, öldürmeklerden kendimizi sorumlu hissetmiyoruz.
Oysa ne çok sorumluyuz. Hele biz öğretmenler.
“Ateş altındayız, sesimizi duyun!” isimli bir önceki yazım bazı Türk arkadaşlarıma mektubumdu. Bu ise öğretmen arkadaşlarıma, kendime.
Okullar açılacak. Siz bakmayın, açılışın ertelendiğine. Akademik takvimlerini haziranda yapan özel okullar açılacak. Gün gün para ödeniyor oralara. Özel okul öğretmenleri çoktan başladı, devlet okullarında da başlıyor öğretmenler ne olduğu belirsiz seminer adlı çalışmalarına. Kürt illerinde halkına savaş açmış devlet, okullarını açamayacak elbette.
Gelin biz ilk derslerimizin konusunu düşünelim beraberce.
Konumuz ne olacak? Defterler kaç ortalı, çizgili mi çizgisiz mi? Sınıf kuralları? Kılık kıyafet yönetmeliği? Disiplin cezalarının neleri kapsadığı? Kurşun kalemle mi tükenmez kalemle mi yazılacağı? Cep telefonu kullanım kuralları? Kaç yazılı, kaç sözlü? Ödevlerin sıklığı? Okuma kitabı adı altındaki sınav kitaplarından ne zaman sınav yapılacağı? Yaz tatillerinin nasıl geçtiği? Sınıf başkanın seçimi? Oturma planları? Tabletlerin nasıl, ne zaman, ne şekilde kullanılacağı? Kulüp seçimleri? Yasaklar, yasak olmayanlar?..
Evet, canım öğretmen arkadaşlarım kurdun kuşun ağacın evin barkın insanın aklın kalbin cayır cayır yandığı, yakıldığı bu coğrafyada ilk dersimizin konusu ne olacak?
“Çadır kadar olsa yeter bir hayat”* diyebilecek;
Kara gözlü çocukların evlerinin balkonunda, kapısının önünde tek kurşunla öldürülmesi’ne,
Topraklarına el konan ve yurtlarından sürülen halkların sulara karışması’na,
Köylerin boşaltılması, evlerin havan toplarıyla delik deşik edilmesi’ne,
Kadınlara tecavüz edilmesi, öldürülmesi’ne,
Soluksuz, yaşamaksız bırakılmışlığımız’a,
tüm bunlara karşı direnmeye, bunları reddetmeye once kendimizde, sonra sınıflarımızda yer açabilecek miyiz binbir başka biçimde?
Savaşa karşı durabilecek özgücümüzün farkına varıp silkinip yıllık ve haftalık planlarımızı, ders ve okuma kitaplarımızı, çalışma kağıtlarımızı, filmlerimizi… kendimizi barışı kışkırtmaya ve kurmaya ayarlayabilecek miyiz?
Dillerin, zihinlerin, bakışların, bedenlerin bu denli işgal edildiği bir ülkede özgürleşmenin, kendi yolunu, rengini, kanalını bulmanın yol açıcısı, eşlikçisi olacak mıyız?
Yoksa,
“Hem temizim, hem de nezih, steril
Nasılsa gözden uzak çalışıyor mezbaha
Toplama kamplarının olmuş olduğu kadar uzakta
Orada olup bitene hâlâ
Olup bitmiyormuş gibiyiz hepimiz.”
deyip dört duvarla çevrili sınıfçıklarımızda, devletlerin ve erkeklerin savaşının destekçisi “nefer”ler ya da suskun “prens/prenses”ler, “beyfendi/hanımfendi”ler yetiştirmeye devam mı edeceğiz? Toplumun genel ahlak kurallarını, devletin “makbul vatandaş” kriterlerini dikte ve enjekte ederek –bize de yapıldığı ve bizden de beklendiği gibi- korkak, tedirgin, biat eden kişicikler mi yetiştireceğiz?
Hafıza oyunbazdır. Unutur, unuturmuş gibi yapar, kuyularına hapseder… Çokça güvenmemek, arada yoklamak, silkelemek iyidir. Böyle yapalım. Okullara dair bazı hakikatleri beraber hatırlayalım.
Bu okullar, şimdi ve hiçbir zaman eşitliğin, özgürlüğün, adaletin, demokrasinin, cinsiyetlerin ve barışın okulu olmadı. Her zaman tüm bileşenleriyle savaşın, militarizmin, cinsiyetçiliğin, ötekileştirmenin, kendinden olmayanı dışlamanın kurulduğu yerlerdi. Hâlâ da böyle.
Başka türlü olsaydı birileri kara gözlü çocukların hayallerine göz dikip hayatlarını işgal ederken bizler bu taraflarda canımızı ve sahip olduğumuz n’emiz varsa onu korumak adına huzur içinde uyumaya devam edebilir miydik? Sessiz ve bakışsız kalır mıydık? Ölenin ve öldürenin kimlik kontrolünü yapmadan her ölümün karşısında durmaz mıydık? 7 yaşında öldürülen çocuğun zafer işareti yaptığı fotoğrafına bakıp ama büyüseydi terörist olacaktı zaten diyenden hesap sormaz mıydık? Çocuklarımızın gözlerinin içine bakabilir miydik?
Derslerimiz, sınıflarımız her çeşit düşmanlığın/düşmanlaştırmanın işgali altında. Sokakları görüyor, yaşıyoruz. Savaşa yandaşlar tarlalarda değil okullarda yetişiyor. Sorumluyuz.
Nefretten ve düşmanlıktan arınmış, barıştan yan bir dili kurmak zorundayız. İrademiz, aklımız, yüreğimiz, özgücümüz var. Her birimiz kendi içimizde, birbirimize dokunarak ne yapıp edip bunları harekete geçirmek uç uça eklemek zorundayız. 100 yıldır canı yananlara, yakılanlara borcumuzdur bu.
Uzun uzun düşünecek vaktimiz yok.
Gelin ilk derslerimizde tahtaya “Bu benim savaşım değil, benim adıma öldürme!” yazarak başlayalım. Yazalım, susalım. Bakın o suskunluktan neler fışkıracak? Kuşatma altındaki akıllar, diller, yürekler nasıl çözülmeye başlayacak? Ah, nasıl! Sonra şiirler, öyküler, filmler… barış üzerine. Sonra? Sonrası şenlik cümbüş.
“İç içe
İçime içime başlıyor dehşet genişlemeye”*
Buna karşı elimdeki kırık dökük bütün baş etme araçlarımı onarıp, bilemekten başka çare bulamıyorum. Ötesi berisi ya toprak ya gök! Başka türlü nasıl yaşayacağız ki bu kötülük toplumunda? (MK/ÇT)
* Elif Sofya, Dik Âlâ, YKY, 2014.