"Incel" (involuntary celibate - istemsiz bekar) tanımı, kadın düşmanlığının ve toplumsal cinsiyet önyargılarının en yoğun biçimde yeniden üretildiği ve yaygınlaştırıldığı bir internet alt kültürünü temsil ediyor.
Incel hareketinin, nefret ve öfke dolu söylemlerle kadın düşmanlığını nasıl yaydığını ve bu nefretin toplumsal bağlamda nasıl bir karşılık bulduğunu anlamak için yazar ve senarist Zehra Çelenk ile konuştuk.
Çelenk, kadınların güçlenmesiyle birlikte erkeklerin imtiyazlarını kaybetme korkusu ve kırılganlıklarının, incel hareketinin temelini oluşturduğunu belirtiyor.
Bu hareketin politik ve toplumsal şiddetle olan bağlantısını, cezasızlık ve değersizleştirme politikalarının kadın düşmanlığını nasıl beslediğini ve genç erkeklerin umutsuzluk hissinin bu hareketlere katılımını nasıl etkilediğini detaylandırıyor.
Kadın hareketinin kadın düşmanlığına karşı nasıl stratejiler geliştirmesi gerektiğini ve toplumsal cinsiyet eşitliği yönünde umut veren gelişmeleri de ele alan Çelenk, kadın dayanışmasının önemine dikkat çekiyor.
“Bir internet alt kültürü”
Incel hareketinin kadın düşmanlığını nasıl yeniden ürettiğini ve toplumda yaygınlaştırdığını nasıl açıklarsınız?
Batı’da 2000’lerde ortaya çıkan “incel” tanımı, involuntary celibate (istemsiz bekar) kelimelerinin birleştirilmesiyle oluşmuş bir sözcük. İstediği halde cinsel ve/veya romantik partner bulamayan, çoğunlukla da genç, erkekleri anlatıyor.
İnternette çeşitli platformlarda bir araya geldikleri için bir internet alt kültürü olarak tanımlanıyor. Yoğun bir kadın düşmanlığıyla birlikte kendilerine duydukları nefret/acıma hissinin yanı sıra ırkçılık, mizantropi de çok belirgin bu gruplarda.
Yani genel olarak ve kendilerinden başlayarak insan sevmiyorlar ama nefret ve öfkelerini öncelikle kadınlara yöneltiyorlar. Belirgin bir şiddet eğilimi ve ağır şiddet söylemleri var. “Kadınlara güven olmaz” “Kadınlar servet, para peşindedir” gibi toplumsal cinsiyet önyargılarına yaslandıkları için de toplumda yayılabiliyorlar.
Inceller, cinsel ve romantik ilişki kuramamalarını kadınlara ve feminizme bağlıyorlar. Sizce bu nefretin altında yatan temel toplumsal ya da psikolojik dinamikler nelerdir?
Evet, Inceller kadınlarla ilişki kuramamalarının suçunu kadınlara ve feminizme atıyor. Kadın hareketiyle birlikte güçlenen kadınların erkeğe temel hakkı olan (!) cinsel hizmeti vermeyecek seçim özgürlüğüne kavuşmuş olmasını, cinsellikten mahrum oluşlarının sebebi olarak görüyorlar.
Bir yandan da önceki cevabımda dediğim gibi, “hipergami”, “servet avcısı” gibi terimleri sürekli dolaşımda tutarak, kadınların statü ve para sahibi, güçlü, kaslı, aşırı yakışıklı erkekleri tercih ettiğini söylüyorlar. Sosyal medyada sık sık “yakışıklı bir yüze ve kaslara sahip olmadığı için” kadınlar tarafından seçilmediklerinden dert yanan erkeklere rastlıyoruz.
Paradoksal olan, geleneksel Alfa erkekliğin kıstaslarından uzak oldukları için seçilmediklerini düşündükleri halde öfke ve nefretlerinin temel hedefinin kadınlar olması.
Dünyada uzun süredir tanımlanan “erkeklik krizi” gibi bir olgu var. Kadınlar seçim ve yaşam hakları yönünde mücadele edip özgürleştikçe, erkeklerin temel imtiyazlarının elinden alındığı hissiyle kırılgan, toksik, içerlemiş bir hale bürünmesi ve bu pasif agresyon ya da örtük narsisisizmin kadın düşmanlığını yeniden üretmesi kaçınılmaz oluyor.
Bu sadece inceller için geçerli değil, mizojininin ortak noktası. Özetle çeşitli toplum gruplarındaki erkekler şu veya bu biçimde partner bularak, kadınlarla birlikte oldukları halde onlara düşmanlık güderken burada özel olarak bir de bir yoksunluk hali ve bu hissi de kadınlara nefret biçiminde yansıtma var.
“Şiddetin temeli cezasızlık”
"Incel" grupların internette yaydığı nefret söylemi ile kadın cinayetleri arasındaki bağlantıyı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu grupların sanal dünyadan gerçek dünyaya taşınması ne tür tehditler oluşturuyor?
Büyük tehdit oluşturuyor elbette. Çünkü burada bizde pek rastlanmayan bir “rastgele suç” riski de var. Internette takip ettiği hatta sadece resimlerini gördüğü ya da markette sık rastladığı bir kadına kafayı takabilir. Amerika’da toplu katliam vakaları yaşandı.
Öte yandan Semih Çelik örneğindeki gibi, yine öncelikle tanıdığı kadınlara yönelen bir saplantı, ısrarlı takip, taciz ve cinayete uzanan çizgi daha yaygın. Tehlikeyi dışsallaştırıp kadınları “sokak” konusunda ürkütmektense yine çoğu incel katil veya potansiyel katilin de “tanıdık/yakın” arasından çıktığını gösteren veriler mevcut.
Kadın cinayetlerini medikalize etmek yani kadınları psikopatlar öldürüyor demek gibi incelleri de satanize etmek, şeytanlaştırmak riskli bir şey ve esas meseleden uzaklaşmaya neden oluyor.
Incellerin kadınlara yönelik şiddet eylemlerini "politik" olarak değerlendiriyorsunuz. Bu şiddetin toplumsal bağlamdaki karşılığını nasıl açıklıyorsunuz? Kadına yönelik şiddetin sadece bireysel bir sorun olmadığını anlatabilir misiniz?
Bu tartışmaların başından beri söylediğim bir nokta var: Inceller gökten zembille inmedi. Şiddetin başlıca iki nedeni cezasızlık ve değersizleştirmedir.
Toplumda kadına nefreti sürekli yeniden üretirseniz, başlarına gelen her şeyin temel sorumlusu olarak kadınları gösterip erkekleri, katiller ve şiddet failleri dahil, müzmin mağdur ilan ederseniz eril şiddetin kapısını ardına dek açmış olursunuz. Ki kadın düşmanlığı zaten toplumda ve çeşitli düzeylerde hep yeniden üretiliyor.
Kadın cinayetlerinin temel sorumlusu, cezasızlık politikası ve kadını mümkün her bakımdan değersiz, ikincil kılmaya çalışan nefret dilidir. 6284 uygulansa, “İstanbul Sözleşmesi” kaldırılmış olmasa, eril öfke ve nefret asla kendinde her geçen gün daha rahat katliam gücü ve cesaretini bulamayacaktı. Inceller için de durum böyle…
Ayrıca gençlerin büyük kesimi için son derece umutsuz, geleceksiz bir ortam var şu anda. Bu da şiddete, cinayete bir “gerekçe” oluşturamaz ama ikisinin de önünü açtığı açık.
Özellikle Türkiye'deki gençlerin umutsuzluğu, incel hareketine katılımlarını nasıl etkiliyor?
Türkiye’de genç işsizliğinin yaygınlığı, maaşların düşüklüğü, gençlerin çoğunun sinema, konser gibi etkinliklere katılacak paralarının olmayışı, şehir dışında okuyan öğrencilerin bazılarının yeterli gıdaya bile ulaşmakta güçlük çekmesi…
Aileleri daha iyi durumda olanların da üniversite sonrasında bile ayrı eve çıkacak, aile desteği almadan bağımsızlaşacak halde olmamaları… Uyuşturucu maddelerin ucuza ve yaygın biçimde satılması, bu konuda önü alınmayan yaygın çeteleşme… Tüm bunlar yoğun bir umutsuzluk ve geleceksizlik hissini beraberinde getiriyor.
Bu his bir yandan tuhaf ve ikiyüzlü bir hedonizm ve deneyim oburluğuna yol açıyor, diğer yandan da hem ölüme hem de şiddete yatkınlığı beraberinde getiriyor. Incellerde de bunların tümünü birden gözlüyoruz.
Toplumun genç erkeklerine yönelik olumlu bir gelecek sunabilmek için ne gibi yapısal ve kültürel değişikliklere ihtiyaç var? Incellerin şiddete eğilimli ve tehlikeli bir kitle olduğunu belirtiyorsunuz. Bu hareketin toplumsal bir tehdit haline gelmesini önlemek için hangi önleyici adımlar atılabilir?
Sorun çok derin, bütünsel ve tehdit de incellerden çok daha geniş kapsamlı. Kadına artan şiddette önleyici ve cezalandırıcı politikaların etkin uygulanması bana göre yine ilk madde. Gerek siyasi gerekse ekonomik anlamda büyük dönüşümler gerçekleşmeden de bu alt türü ortaya çıkaran etkenleri ortadan kaldırmak çok zor.
Tüm dünyada aşırı sağın yükselişi, nefret ve şiddete alan açıyor. Genç insanlara, çok erken yaşlardan itibaren yeni, umutlu bir dünya tahayyülü sunmak gerekiyor.
Bu da dediğim gibi ancak büyük bir dönüşümle gerçekleşebilecek bir şey ama küçük adımların faydasının olmayacağı anlamına gelmiyor. Kamusal alanda da kültür sanat alanında da liseden başlayarak daha çok “vaha” yaratmak gerekiyor.
Belirli ekonomik ve toplumsal koşullarda, 16-20 yaş arasındaki birini bir çetenin eline düşmek ya da bu derin nefret çemberine kaptırmakla ona “şu andan”, “hayattan büyük” olanın varlığını hissettirebilecek etkinlik alanları açmak geleceği açısından büyük fark yaratabilir. Aynı biçimde “eğlence” ve ortak eğlencenin de daha yaygın ve ulaşılabilir bir hal alması gerekiyor.
Bununla birlikte, kadın düşmanlığının üretilip yeniden üretilmesini önleyecek bilinçlendirme, farkındalık yaratma çalışmaları yapılması, müfredata toplumsal cinsiyet eşitliğinin dahil edilmesi ve toplumsal cinsiyet önyargılarını besleyen her türlü politik ve retorikten uzak durulması da önemli.
Toplumda temel eşitlik, adalet ve özgürlük ilkelerinin yaşama geçmesi; gençlerin başta işsizlik ve eğitimsizlik olmak üzere güvencesizliğinin giderilmesi; sadece kadın değil her türden şiddet olaylarının önlenmesi, faillerin topluma karışmasına izin verilmeyip hızla ve kesin olarak cezalandırılması; hukukun, yasaların kadınların ve tüm ezilenleri yanında olması, bunlar çok büyük ve belirleyici adımlar.
“Eşitsizlik, şiddeti doğurur ve besler”
Erkeklerin, kadınları "arzu nesnesi" ya da "namus" olarak kategorize etmesi, şiddetin kökeninde nasıl bir yer tutuyor? Bu ayrım, toplumsal ilişkilerde ve kadın-erkek dinamiklerinde nasıl bir kırılmaya yol açıyor?
bell hooks, “Değişme İsteği: Erkekler, Erkeklik ve Sevgi”de şöyle der: Ataerkinin erkekler tarafından dışa vurulmasına önem verdiği tek bir duygu vardır; bu duygu da öfkedir. Gerçek erkek deliye döner. Ne kadar hiddetli ya da yıkıcı olursa olsun, delilikleri doğal görülür, delilikleri ataerkil erkekliğin pozitif bir ifadesidir.”
Patriyarkanın erkeğin içinde en iyi yetişmesine izin verdiği şey, öfke ve nefrettir. İlgili yazımda bahsetmiştim: Arzu ile sevgiyi keskin çizgilerle ayırarak kadınları kategorize eden, “melek”i sevdirip “fahişe”yi arzulatan patriyarkal hissiyat, farklı yollarla ikisini de nesneleştirir. “Melek”, erkeğin mülkü ve namusu olduğu için sevilir, “fahişe” arzulanır; gerçek şefkat ve değerse ikisine de duyulmaz, verilmez.
Dünyanın tapusunu, temel mülkiyeti erkek elinde tutmaya, kadını eve, dar alanlara kapatmaya dair muhafazakar yaklaşım kadına en çok değer verir gibi göründüğü anda bile onu hem nesneleştirir hem de çıkış yollarını kapatır.
Kadın arzu nesnesi olduğunda da erkeğin namusu sayıldığında da eril zihniyetin şiddetine açık hale gelir çünkü tüm bunlar tahakkümü beraberinde getirir. Eşitsizlik, şiddeti doğurur ve besler.
Sosyal medya platformlarının bu grupların nefret söylemlerini yayması hakkında ne düşünüyorsunuz? İnternette nefret içeriklerinin önlenmesi için nasıl bir sorumluluk alınmalı?
Öncelikle belirli platformları kapatmak hiçbir zaman çözüm değil hatta sorunu besler ve daha çok yayılmasını sağlar ayrıca mutlaka amacından sapar. Şahsi olaraksa, bu tür dehşet verici nefret söylemlerini (özellikle görselleriyle birlikte) alıntılayarak yaymak pek doğru değil çünkü etkileşimden de besleniyorlar. Ama tehlikeli, riskli bir duruma rastlanan yerde elbette el kol bağlı da oturulmamalı.
Bu konuda gerek platformların gerekse de ilgili kurumların etkin ve işler bir denetim mekanizması kurması gerekiyor.
Tehdit alan kadınların şikayetlerinin ciddiye alınması, önleyici tedbirlerin alınması en önemlisi ki biliyoruz pek çok cinayet, öncesindeki şikayetlere rağmen, göz göre göre işlendi ve bu da potansiyel şiddet faillerini, katilleri cesaretlendirdi.
Kadın hareketinin, incel gibi yeni tür kadın düşmanlığı akımlarına karşı nasıl bir strateji geliştirmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?
Kadın hareketi, Türkiye’de en iyi işleyen, en etkin muhalefetin başında geliyor. Toptan kadın düşmanlığına, kadın cinayetlerine ve cezasızlığa, önleyici tedbirlere dair en yüksek ses hep kadın mücadelesinden geldi ve gelmeye devam edeceğine de inanıyorum.
Dayanışma ve ortak ses verme çok önemli. Hiçbir kadın bu tehditler karşısında kendini yalnız hissetmemeli. Deneyim paylaşımı ve kadını daima suçlu, failleri müzmin mağdur ilan eden eril tahakküm söylemlerine karşı bu kavramları irdelemek, üzerine yazıp çizmek, söyleşmek de önemli.
Son olarak, kadın düşmanlığının giderek çeşitlendiği bu dönemde umutlu olabileceğimiz alanlar var mı? Toplumda cinsiyet eşitliği ve şiddeti azaltma yönünde olumlu değişimler görüyor musunuz?
Kadın hareketi tüm çelmelere rağmen hiç hız kesmiyor, en büyük umudu burada görüyorum. Z kuşağı ve devamı kadınlarda toplumsal cinsiyet örüntülerini yeniden üretmeye çok eğilimli (çünkü umutsuz ve çaresiz) bir kitle olduğu gibi çok bilinçli, doğru yerden isyan eden, hayatına ve haklarına sahip çıkan da çok. Kadın sesi, ortak bilinci, dayanışması… Bu alanda çok umutluyum.
(EMK)