“İnsanın, kendi varlığından hoşnut olarak yaşadığı,
Kendi varlığını haklı kıldığı ve kuşku yok ki,
Yeryüzü ile barışık yaşadığı ve mutlu olduğu bir zaman vardı.
Yoksa bizler bugün, bu mutluluğun imgesi için bile
bunca telef olmazdık.”
Birhan Keskin
Bir diyalogun tam ortasına düştüm. Gözyaşları hazırolda bekliyordu. İyi misin dedi biri diğerine. Diğerinin gözyaşları akmaya başladı.
- Değilim, iyi olmak artık çok zor. Suçluluk duyuyorum. Sanki o sırada orada olmadığım için suçluluk duyuyorum.
- Ben de...
- Bunun yükü nasıl hafifleyebilir ki?
- Bizim Bahadır var ya...
- Ha evet biliyorum. Ben yapamazdım, o alanda olsam delirirdim herhalde. Düşünemiyorum bile, o anda hemen nasıl yaralıları kucaklayıp hastaneye götüreceğimi bilemezdim. Nasıl şimdi, gördün mü sen?
Ve derken gözyaşları, elektrik kesintisi, suçluluk duygusu, yağmur, Ankara’nın tanıdık soğuk havası, yan masadaki fısıltılar, sessizlik birbirine karıştı ve tanıklık üstüne peşi sıra konuşmalara girişildi.
Nedir tanıklık? “Tanık”ın kelime anlamı nedir? Tanıklık hangi durumlarda söze konu olur? Peki bir tanıklığın ağırlığının nasıl taşındığı konusunda bir kelime var mı?
Tanık, tanık olduğu olayın dışında kalabilir mi? Hangi durumlarda tanıklar da tanık oldukları olayın parçası haline gelirler. Yaşamları farkındasızlıkla mutasyona uğrayan tanıkların tanıklıkları tanık oldukları olaydan bağımsız mıdır?
Yüz insanın öldüğü bir katliama tanıklık ettiğinizi düşünün. Gidip Bahadır’ı bulmam lazım.
Barış Katliamı'nın tanıklarından biri de Bahadır Demircan. Bahadır bizim arkadaşımız. Bizim diyorum çünkü Bahadır’ı tanıyan biri eğer ondan söz ediyorsa cümleye şöyle başlıyor genelde: “Bizim Bahadır var ya, ya var ya bizim Bahadır”.
Bizim Bahadır, Barış Katliamının yakın tanıklarından biri. Miting günü miting alanında HDP kortejinin yanında arkadaşlarıyla sohbet ettiği sırada patlamış bombalar.
Onunla bu katliamdaki tanıklığını konuştuk. Bombalar yirmi beş metre ötesinde patlamış. Bombaları anlatırken “önce sesi duydum ve bir alev topu yükseldi” dedi. Bunu derken o anın içinden konuşuyordu sanki. Sanki hemen arkamda o alev topunu yeniden görüyor gibiydi. Gözleri aynı şaşkınlıktaydı. Sanki aynı bomba her yerde patlıyordu. Yutkundu. Ne gördüğünü sormayacağım dedim.
“Oradaki görüntüleri anlatmak zor, artık herkes gördü zaten” diyerek patlamanın etkisiyle zeminde oluşan çemberi anlattı. Yine yutkundu. Başka bir şey söylemedi. Ardından bir anın ilk hatırlanışı ve sanki ilk hatırlanan anın bir anıya dönüşüp unutuluşu gibi “Bir abimiz güçlükle yaralı bir kadını taşımaya çalışıyordu. Genç bir kadındı. İlk yaptığım o kadını ambulansa taşımak oldu” dedi.
“Karşı şeritte tek bir ambulans vardı. Arenanın önüne doğru. Ona gittim. Arkasına geçtiğimde ambulansın içini açtılar, hani tarım işçilerini taşıyorlar ya kamyonlarda, öyleydi işte. Tek ambulans olduğu için. Tıklım tıklımdı.”
Bahadır, yaralıyı ambulansa taşıdıktan sonra ambulansla birlikte Gazi Hastanesi’ne ilk yaralıları taşımış. Hastaneye varır varmaz hastane yetkililerine ve doktorlara bilgi vererek hastaneyi durumla ilgili haberdar etmiş. On dakika içinde de diğer yaralılar gelmeye başlamış.
Bahadır yeniden kendi derinliklerine daldı. Bu derinlikten çıkan tek cümle “Kanlar içindeki yaralıları taşımak istemeyen görevliler vardı. Biz taşıdık...”
Patlamanın olduğu gün sabaha dek Gazi Hastanesi’nde duran Bahadır, kriz masasına, HDP il yönetimine, HDP Genel Merkezine yaralılarla ilgili bilgileri aktarmış ve hastaneye koşup gelen yaralı yakınlarının ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmış. Yaralılarla ilgili bilgi almak o kadar kolay olmamış, enformasyon akışı durmuş. Hastaneye giren yaralılarla ilgili bilgi almak için zorlu bir çaba sarfetmek gerekmiş. Bahadır: ”Ben en çok bu işi yaptım, yani hastaneye giren yaralıların ve vefat edenlerin kimlik bilgilerine ulaşmaya çalıştım. Çünkü yakınlarına ulaşamayan insanların yaşadıkları acı çok büyüktü. Her şeyden iki kat korkunçtu.”
Barışa giden bir yolun tam ortasında patlayan bombalara tanıklık etmek kelimelerle nasıl ifade edilir, ne söylenir, ne anlatılır.
Bahadır Demircan bir tanık. Onun cümleleriyle:
“Bu ülkede çok katliam yaşadık. Bunun büyüklüğü meselesini bir kenara koymamız gerekiyor. Bu iktidarla birlikte bu devletin neyi ne kadar yapabileceğinin neyi göze alabileceğinin sınırları konusunda çok yanılıyoruz. Olmaz dediğimiz her şey oluyor.
Kürtlerle beraber mücadele etmek isteyen, onlara en ufak sempati duyan ortak mücadele hattı çizen, onlarla beraber bir demokrasi talebi yükselten herkes artık bu ülkede Kürt muamelesi göreceğini bilmeli. Kürt muamelesinin ne demek olduğunu hepimiz biliyoruz.
İnsanlar teker teker keskin nişancılar tarafından katlediliyor. Kentler bombalanıyor. O kadar çok insan öldü ki. Barış katliamında ölen insanların yüzlerce katı insan öldü bu ülkede. Fakat bu katliamla bize anlatmak istedikleri bir şey vardı. ‘Kürt Hareketiyle beraber mücadele etmeyi düşünüyorsanız bunu iki kere düşünün çünkü büyükşehirlerde yaşamanızın bizim için bir anlamı yok, Ankara’da bile bombalarla sizleri öldürebiliriz’. İşte buydu söylemek istedikleri. Oysa sindirmeye çalıştıkları duygularımız daha fazla güçlendi.
Bu patlamanın yürüttüğümüz mücadeleyi sekteye uğratması imkansız. Artık herkes neler yapılabileceği konusunda aydınlandı. Miting yaparız yapmayız bunların önemi yok. Politik duruşumuzda hiç bir değişiklik olmayacak. Bu ülkenin batısında yaşayan insanlar olarak şiarımız: ‘Kürtler özgürleşmeden biz de özgür değiliz ve kendi özgürlüğümüz için de her şeyi yapacağız’.
Barış katliamında katledilen insanların ölümleri ve ölüm biçimleri asla ve asla unutmayacağımız unutturmayacağımız bir şekilde oldu. Tarihe geçtiler, tarihe kaydoldular.
Henüz on dokuz yaşında ve ilk kez eyleme katılan genç bir arkadaşımızın cenazesini almaya gelen bir aile vardı. Aile şöyle diyor: ‘Biz politikaya bulaşmadık, işimizde gücümüzde başarılı olmayı kendimize hedef edindik. Ama bundan sonra bu böyle olmayacak. Bizim çocuğumuz hayatında ilk kez gittiği eylemde bu şekilde katlediliyorsa bizim artık naif durmamız mümkün değil. Bundan sonra politiğiz.’ Onların bu hisleri çok gerçekti.
Katliamlarla barış isteyen insanları sindireceğini sananlar çok büyük bir yanılgı içindeler. Gerçekten yanılıyorlar ve bizler ne kadar çok yanıldıklarını tekrar tekrar göstereceğiz.”
Herkesin tanıklık cümleleri farklı oluyor. Kimisi ne gördüğünü anlatıyor, kimisi ne hissettiğini, kimisi ne yapmak istediğini...
Bizim Bahadır’ın tanıklık cümleleri yanılgıya dair. Onun tanıklığı bu katliamın özgürlük ve barış mücadelesi yürüten insanları sindirmek isteyenlerin yanılgılarına dair. Gördükleri, bildikleri, hissettikleri ve yapmak istedikleri yanılgı kelimesinde saklı.
Her bir tanıklık barış katliamının ayrı bir parçası. Tanıklığa dair her bir kelime en çok da bu parçaları birleştirmemiz için gerekiyor. (DÖ/HK)
TIKLAYIN - TAYFUN BENOL, BİR GÜZEL İNSAN
TIKLAYIN - ELİF KANLIOĞLU İÇİN: CİĞERSİZ NEFES ALMAK