Son dönemde büyük çalkantılar geçiren Le Monde'un içinde dönen dolapların sergilenmesi (La Face Cachée du Monde, bkz. Virgül dergisi), eski Troçkist yeni kariyerist Edwy Plenel'in gazeteden uzaklaştırılması ve haftalık (Le Courrier International), aylık (Les Cahiers du Cinéma) ve yerel-bölgesel gazetelerden (Midi) oluşan bir medya holdingine dönüşmesi sorunları iyice katmerleştirdi.
Le Monde kurulduğundan bu yana son derece özgün ve şimdiye kadar başarılı bir şekilde uygulanan bir medya mülkiyet yapısına sahip. İlk başta Le Monde gazetesini, her biri yüzde 33 hisseye sahip üç şirket yönetiyordu: Yazı İşleri Çalışanları Şirketi + Teknik ve İdari Bölümler Çalışanları Şirketi + Le Monde'un kurucusu 12 kişiden oluşan şirket.
Gazete mali bunalıma girdiğinde resmi adı Le Monde Okurları Şirketi olan dördüncü bir şirket kurarak sermaye artırımına gitti ve mali krizi aştı. Ne var ki bu okur şirketinin hissedar listesine baktığımızda Fransa'nın en büyük sanayi, ticaret ve maliye baronlarına rastlıyoruz. Okur şirketi hakiki bir okur şirketi değil, sermaye çekmeye yönelik paravan bir okur şirketi. Aynı zamanda büyük holdinglerin reklam potansiyelini Le Monde'a yönlendirmek amacını güden bir yapı. Le Monde'un Denetim Kurulu başkanı Alain Minc, büyük holdinglere danışmanlık yapan bir liberal kapitalizm gurusu. Le Monde'un bağımsızlığını korumak adına bu okur şirketi fikrinin babası. Neyse ki Le Monde bağımsızlığına gerçekten düşkün olduğu için, toplam hissesi yüzde 25 olan bu okur şirketi içinde de herhangi bir hissedarın belirli bir sınırın ötesinde hisse sahibi olması tüzükle önlenmiş durumda.
Le Monde, tek başına bir gazete olmaktan çıkıp büyük bir medya holdingi olduğundan bu yana, holding hissedarları çeşitli şirketlerde örgütlü. Ve tüm bu şirketler iki yılda bir, ortak bir genel kurul düzenleyerek hem grubun iki yıllık geçmişini değerlendirip, geleceğini tasarlıyor hem de gazetenin Genel Yayın Yönetmenini ve grubun CEO'sunu seçiyor. (Eskiden bu iki görevi aynı kişi üstlenirdi, son yapılan değişiklikle, bu iki ayrı ünvan iki ayrı kişiye verilecek).
Yazı işlerinin meşru imtiyazı
Bir gazetenin yayın siyasetini en çok belirleyen, en çok etkileyen unsur/boyut medya mülkiyeti. Medya mülkiyetinin doğası/niteliği, kaçınılmaz olarak gazetenin yapısını, çalışma koşullarını da belirliyor.
Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni, Le Monde hissedarları tarafından seçiliyor. Ancak Yazı İşleri Çalışanları Şirketi'nin seçilen bu yönetmeni yüzde 60 oyla onaylaması gerekiyor. Çünkü söz konusu gazete yöneticisi, en çok ve esas olarak, okurlar, ilk kurucular ya da idare ve teknik bölüm çalışanlarıyla değil, yazı işleri çalışanlarıyla çalışacak, onlarla uyum içinde olmak zorunda. İşte bu nedenle de Yazı İşleri Çalışanları Şirket hissedarlarının yüzde 60 onayını alması gerekiyor. Bir başka deyişle, Yazı İşleri Çalışanları Şirketi'nin, seçilmiş genel yayın yönetmenini veto etme hakkı var.
İşte bu hafta ortasında Le Monde'u uzun yıllardan beri yöneten Jean-Marie Colombani, görev süresini uzatmak istedi, şirketlerin ortak genel kurulundan onay aldı ama yazı işleri çalışanları, çoğunlukla Colombani'nin görev süresinin uzatılmasını onaylamasına rağmen, yüzde 60'a ulaşamadığı için Le Monde'da mini bir kriz yaşanıyor. Şimdi Alain Minc, hem ticari ortakların/hissedarların hem de Yazı İşleri Çalışanları Şirketi'nin çoğunluk hisselerini ellerinde tutan gazetecilerin onaylayacağı yeni bir aday bulmak zorunda.
Meşruiyetin kaynağı ve şekli
Seçilmek ve atanmak, birbirinin neredeyse zıddı iki yöntem. Herhangi bir göreve/makama seçilerek ya da atanarak gelmek, görevin/makamın neredeyse tüm özelliklerini, görevin ifa tarzını da sergiliyor. Yükümlülük ve sorumluluk mekanizması açısından da tayin edici. Üstelik atamayı yapan kişi, kurul, birim de önemli. Keza seçimle işbaşına gelinen görev/makamlarda da, adayın kim tarafından seçildiği de önemli.
Çok genel olarak seçim demokratik, çoğulcu ve katılımcı bir mekanizmanın aracı olarak temayüz ederken, atama daha çok otoriter/totaliter zihniyetin göstergesi.
Le Monde, Yazı İşleri Çalışanları Şirketi'nin vetosunu bir şekilde aşacak. Tüzük olası tüm senaryoları hesaba katarak kaleme alınmış. Hukuki bir boşluk yok. Uzlaşma, görüşme yoluyla Le Monde bir süre sonra hissedarları ve yazı işleri çalışanlarıyla uyum içinde çalışabilecek bir yönetmeni seçecek.
Pederşehi... Patronşahi
Gelelim Türkiye'ye...
İstanbul'da hangi medya kuruluşunda, yönetici, çalışanlar tarafından seçiliyor? Hiç birinde! Türk egemen medyasında yönetici, işveren tarafından, herhangi bir tüzüğe, herhangi bir kritere bağlı olmaksızın tamamen şahsi, hatta keyfi bir şekilde atanıyor. Atanan yönetici, bu nedenle meslektaşlarına karşı değil işverene karşı sorumlu. Bu nedenle de yönetici esas olarak meslektaşlarının, mesleğin değil, işverenin çıkarlarını korumak zorunda kalıyor.
Bazı gazetelerin künyesinde "işveren temsilcisi" diye bir ibare/bir unvan vardır. Bu sıfatı yazı işleri çalışanlarından biri taşır ve sıradan bir hukuki yüktür. Türkiye'deki uygulamada, genel yayın yönetmeni hukuki olarak da sorumsuzdur. Çeşitli ihtilaflar söz konusu olduğunda "sorumlu yazı işleri müdürü" ya da "işveren temsilcisi" devreye girer.
Köşe yazarlarının mesleki ve hukuki konumu ve statüsü, yani işveren ya da genel yayın yönetmeni ile hukuki, mesleki ve editöryel ilişkileri başka bir yazının konusudur ama o alanda da önemli bir çelişki var Türk egemen basınında.
Hürriyet, 24 Mayıs 2007 Perşembe günkü nüshasında Colombani'nin durumuyla ilgili bir haber yayınlamış. "Amiral Gemisi"nin kaptanı ya da bir editör, bu haberi sayfaya koyarken bilinçaltını ne kadar devreye sokmuş bilemeyiz. Ama yanıtını bildiğim bir soruyu size de sorayım:
Türk egemen medyasında da genel yayın yönetmenleri, çalışanların oylarıyla göreve getirilse, bugün hangi genel yayın yönetmeni koltuğunu muhafaza edebilir?(RD/EÜ)