Büyük çoğunluk sanki üzerlerine 12 Eylül toprağı atılmış gibi yaşarken, yaz sıcaklarıyla birlikte iyice haktan, halktan, hayattan koptular. Hemen yanı başlarında, yani görev yaptıkları Mersin Üniversitesinde geçtiğimiz günlerde 100'e yakın öğrenci hakkında, komik-keyfi nedenlerle açılan soruşturmayı göremediler. Ya da görmezden geldiler.
YÖK: Sistem bozuk, balık baştan kokmuş
Bu akademisyenlerin, "görmedim, duymadım, anlamadım" gibi alışılmış-klasik savunma duvarlarını yıkmak ve onları bir kez daha duyarlı bilim insanı olmaya çağırmak görevimiz olmalı diye düşünerek bu yazıyı kaleme almayı ve bir kez daha YÖK'e değinmeyi gerekli gördüm.
Üstelik arkadaşlarımın, "YÖK (Yüksek Öğrenim Kurumu) konusunda çok yazıldı, sen de yazdın, ne değişti, yorma kendini, sistem bozuk, balık baştan kokmuş" v.b. uyarılarına rağmen.
Mersin üniversitesinde, 8 Haziran tarihli ama, ne hikmetse okulların kapanış tarihi olan 13 Haziran'dan sonra öğrencilere ulaşan soruşturmalar, Rektörlüğün bir kez daha kimlere hizmet ettiğini ortaya çıkardı.
62 kişiye açılan soruşturmaların gerekçeleri:
Okulda afiş asmak, bildiri dağıtmak, afişleri sökmeye çalışan temizlik görevlilerini engellemek, alternatif şenlik yapmak, Kürtçe şarkı söylemek, tiyatro yapmak...
Öğrenciler kendilerini savundu
Öğrenciler savunmalarını yaptıktan sonra Cumhuriyet Alanı'nda bulunan rektörlük önünde yere yatarak bedenleriyle "Soruştur-ma" yazıp eylemlerine başladıklarını aktaran Volkan Gültekin, eylemin hem okul içinde hem de kapı önünde yoğun polis ablukası altında gerçekleştiğini ifade etti.''
Türkiye kamuoyunda, "ilerici, çağdaş, Atatürkçü" bilinen Mersin Üniversitesi yöneticileri, uzaktan görüldüğünün tersine, üniversiteyi kışlaya çevirmişlerdir. 12 Eylül 1980 diktatörlüğünün ürünü olan "YÖK disiplin yönetmenliğinin" anayasayla çeliştiğini bildikleri halde, yasaları defalarca öğrencilerin ve öğretim görevlilerinin aleyhine yorumlayıp, (karşılarında güçlü bir muhalefet de olmayınca) işi iyice azıtmışlardır.
En son marifetleri, bırakın slogan atıp kavga etmeyi, çürük yumurta bile atmayan, sadece bahar şenliklerine alternatif şenlik-müzik yapmak isteyen bir grup öğrenciyi, önce üniversitenin elektriğini keserek engellemeye çalışmak, sonra da tehdit etmek olmuştur. İş bu kadarla sınırlı kaldı sanılırken, aradan bir ay geçmeden, bu kez 100'e yakın öğrenci hakkında salt bu nedenle soruşturma açma kararı alınmıştır.
Hocalardan, feodal ağa tehditleri
Oysa anayasada yurttaşlara sözlü ve-veya yazılı, tek veya topluca düşünce belirtme, toplanma ve gösteri yapma hakkı verilmişken ve bu haklar üniversitelerde daha da genişletilerek uygulanmalı iken, Mersin üniversitesi yöneticileri bunun tersini yapmaktadır.
Öğrencileri sürü-müşteri gören, üniversiteyi bilim ve araştırma yuvası yerine, kar amaçlı işletme sayan anlayıştan ancak bu beklenir. Kimi hocalar öğrencileri feodal ağalar gibi tehdit etmekte- azarlamakta ve gelişmelerinin önünde engel olmaktadır.
Üstüne bir de YÖK sopasını sallayan yöneticiler ve üniversite rektörünün izniyle dolaşan emniyet görevlileri, öğrencilere üniversite hayatını zindan etmektedir. Gazetelere, "ülkücü saldırılar, polis saldırıları ve satırlı saldırı" haberleri yansımaktadır. Ama YÖK'ün varlığı, yani sorunun kaynakları artık tartışılmamaktadır.
YÖK kılıcı kuşanan tiranlar
Mersin Üniversitesinde belki "ülkücü saldırı", "polis saldırısı" ve "türban direnişi" yoktur ama, bizzat fakülte yönetiminin "keyfi soruşturma-ceza tehdidi" vardır. Öğrencilere karşı YÖK kılıcı kuşanan tiranlar vardır. Oysa bunun tersi olmalı, bilim insanları, idari yöneticiler koltuklarını kaybetme riskini göze alarak o kirli-kanlı YÖK kılıcını kuşanmamalı değil mi?
Üniversite yönetimi, öğrencileri sürü-müşteri olarak gördüğünden, sıra dışına çıkan, soran, sorgulayan, anayasal haklarını korumak-kullanmak isteyen geleceğin bilim insanlarına karşı, YÖK sopası kullanmayı tercih etmektedir. Onlar için örnek üniversite, tek tip insanın yetiştiği (yani emret komutanım dediği), bilim ve araştırma değil, 'Pazar- rant- meta- müşteri' ilişkilerinin hakim olduğu kapitalist işletmelerdir.
Bunun tersini savunduğunu ve çağdaş bilim insanı olduğunu iddia eden akademisyenler, öncelikle YÖK'ün verdiği tiran yetkisini, koltuklarını kaybetmeyi göze alarak reddetmelidir. Bilindiği gibi, 12 Eylül YÖK'ünden sonra üniversitelerde idari ve mali özerklik, akademik ve demokratik haklar budanmıştır.
Üniversitelerde "sus payı"
Üniversite senatosuna da sus payı olarak bütçe hakkında tasarruf yetkisi vermiştir. Basına yansıyan harç-haraç tartışmaları da bundan ibarettir. Oysa üniversitelerde bütçe, disiplin yönetmeliği ve diğer kararlar üniversitelerin asıl bileşenleri yani en başta hocalar ve öğrenciler tarafından alınmalı değil mi? Ne yazık ki, 12 Eylül 1980'den bu güne, neredeyse çeyrek asır geçtiği halde, hala bu insanların söz hakkı yoktur. Ya da sınırlıdır.
Sözde fakülte yönetimi vardır ama dekanı YÖK atar. Rektörlük seçiminde de beş isim YÖK'e bildirilir. YÖK keyfi olarak bu beş isimden ikisini eler, kalan üç ismi cumhurbaşkanına bildirir. Cumhurbaşkanı da yine keyfi olarak aldıkları oya bakmadan içlerinden bir kişiyi seçer. Bir diğer anti-demokratik uygulama da, dekanların bölüm başkanlarını atamasıdır. Yani formalite seçim bile yoktur. Dekan üç aday önerir. Son kararı YÖK verir.
Görüldüğü gibi neresinden bakılırsa bakılsın savunulacak yanı olmayan, bilim insanları ve bilim yuvaları için utanç verici bir yapıdır YÖK. Bu yapıda kimi namuslu bilim insanlarının aday olması, yönetime soyunması da nafile bir uğraştır. Elbette mücadele önemlidir. Ama mücadelenin hedefi öncelikle YÖK ve YÖK'ün eli sopalı kadroları-karanlığı olmalıdır.
Keyfi soruşturma ve fişlemeler
Bu bilgiler ışığında Mersin Üniversitesine dönersek, 62 öğrenciye nasıl keyfi soruşturma açıldığı anlaşılır. Geçmişte üniversitelere polis girmesi yasaktı. YÖK'le birlikte emniyet görevlilerinin üniversiteye girmesi rektörün iznine tabi tutulmuştur.
Rektörler de sürü dışına çıkan öğrenciler hakkında, hem üniversite disiplin kurulunda soruşturma açmakta, hem de fişleyip emniyet güçlerine ihbar etmede sakınca-onursuzluk görmemektedir. Soruşturma sırasında da öğrencilerin, hatta soruşturmaya uğrayan öğretim üyelerinin savunmaları ciddiye alınmaz. İtiraz ve idari mahkeme yolu açık görünse de, mahkeme süreci çok uzun olduğundan adalet tecelli etmez.
Kışlaya dönüşen Mersin Üniversitesi
Yine Mersin Üniversitesi yönetimi, Eğitim-Sen ile yapılan görüşmelerde irtibat bürosu ve afiş panosu sözü verdiği halde, yıllardır bu sözü yerine getirmemiş, en doğal sendikal hak bile sakınca sayılmıştır. Sonuç olarak bilim yuvası yerine, kışlaya dönüştürülen Mersin Üniversitesi, "ilerici, çağdaş, Atatürkçü" sıfatlarını hak etmemiştir.
Bu çirkin tabloda sadece yönetimin değil, duyarsız kalan, üç maymunları oynayan tüm hocaların, üniversite çalışanlarının ve hatta soruşturmaya uğrayan arkadaşlarını yalnız bırakan öğrencilerin de suçu vardır.
12 Eylül darbesi arkasında kan gölü ve tahribat bırakmıştır. Toplumu çürütmüş zaten aksak olan sistemi kokuşturmuştur. Bu gerçekleri konuşmak, yazmak yerine, "türban" gibi suni gündemlerle dikkatler dağıtılmakta, düne kadar 12 Eylül kurumlarını eleştirenler de, sözüm ona AKP iktidarına karşı, YÖK savunuculuğuna soyunmaktadırlar.
Sonsöz: Sayıları azalsa da YÖK karanlığına, baskı ve haksızlıklara karşı çıkan akademisyen ve öğrenciler vardır. Mersin Üniversitesinde soruşturmaya uğrayan 100'e yakın öğrenci de bu örnek insanlar arasında sayılmalı ve desteklenmelidir.
Bu gençlerin geleceğiyle oynamanın cezası da çürük yumurta yağmuruna tutulmak ve görevlerinden alınmak olmalıdır.(AO/AD)