“Yavuz Sultan Selim kılıcını esas olarak Anadolu’nun Alevi inançlı halkına sallamış, bununla da yetinmeyip diğer Türkmen ve Müslüman beylikleri tasfiye eden bir despottur.
“Böylesi bir şahsiyeti tarihin ve atamız figürünün kendisi olarak anlatmak bizi despotizme ve monarşiye ve yayılmacı politikalara teslim etmek demektir."
Alevilik, din, Osmanlı tarihi üzerine çalışan araştırmacı yazar Erdoğan Aydın, Cumhurbaşkanının dün (28 Mart) 3. köprüye Yavuz Sultan Selim isminin verilmesine dair eleştirilere tepkisini böyle değerlendirdi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ziyaret ettiği "Hayır" çadırında İstanbul'daki 3. köprüye "Yavuz Sultan Selim" adının verilmesinin Alevileri üzdüğü eleştirilerine "Yavuz Sultan Selim, Osmanlı'nın gelmiş geçmiş en kudretli, en güçlü padişahlarından bir tanesi. Öyle bir insanın adının verilmesini Alevi vatandaşları üzmüştür diye nitelendirmen ayrı bir çirkinliktir" dedi. "Kılıçdaroğlu'nun kendisi de Alevi" diyerek Aleviler ile Sünniler arasında eşitsizlik olmadığını öne sürdü.
Erdoğan Aydın ile, Yavuz Sultan Selim isminin Aleviler için ne anlama geldiğini, Alevi ve Sünniler arasında Erdoğan’ın dediği gibi eşitlikçi bir durumun olup olmadığını konuştuk.
Aydın, “Yavuz, inanç özgürlüğüne karşı tek tipleştirme politikasının ve tek tipleştirmeye boyun eğmeyenleri katletmenin sembol ismidir. Alevi toplumunun Yavuz Sultan Selim'den rahatsız olması meşrudur" dedi.
Alevilerin zorunlu din dersleri, ibadet yeri ve bürokraside yükselme konusunda yaşadıkları zorluklardan örnekler vererek Alevilerin sistematik bir ayrımcılığa ve asimilasyona uğradığını belirtti.
Benzer yapılara isimler verilirken, geçmişte de eşitliği, adaleti savunmuş insanlara öncelik sağlanması gerektiğini vurgulayan Aydın, "Yavuz Sultan Selim'e karşı tepkinin sadece Alevilere bırakılması Sünni inançlı yurttaşlar açısından da bir sorundur. Çünkü Sünni inançlı yurttaşların da başkalarına eşitlik vadeden önder sembollerine ihtiyacı ve hakkı vardır" dedi.
“Rahatsızlık meşru”
Erdoğan Aydın, Cumhurbaşkanının üçüncü köprüye Yavuz Sultan Selim isminin verilmesine dair eleştirileri “Tarihe saygısızlık ve hakaret” şeklinde yorumlamasının “Tarihi sadece sarayın çıkarlarına indirgemek” olduğunu söyledi.
“Tarihi halkın üretenlerin farklı kimlikleriyle eşit özgür yaşamak isteyenlerin mücadelesi bağlamında alacaksak Yavuz’a yönelik eleştiri ve sorgulama tarihe hakaret değil tersine tarihin hakikatlerini ortaya çıkartmak anlamına gelir.
“Yavuz Sultan Selim kılıcını esas olarak Anadolu’nun Alevi inançlı halkına sallamış, bununla da yetinmeyip diğer Türkmen ve Müslüman beylikleri tasfiye eden bir despottur.
“Böylesi bir şahsiyeti tarihin ve atamız figürünün kendisi olarak anlatmak bizi despotizme ve monarşiye ve yayılmacı politikalara teslim etmek demektir.
“Yavuz sadece Alevilere değil genel olarak emeği ile geçinen, haklarını talep eden herkese karşı bir siyasetin temsilcisidir. Ancak Alevi toplumunun ondan daha fazla rahatsız olması çok meşrudur. Çünkü Yavuz, inanç özgürlüğüne karşı tek tipleştirme politikasının ve tek tipleştirmeye boyun eğmeyenleri katletmenin sembol ismidir."
"Eşitlik vaadeden sembollere ihtiyaç var"
“Yavuz Sultan Selim’e karşı tepkinin sadece Alevilere bırakılması Sünni inançlı yurttaşlar açısından da bir sorundur. Çünkü Sünni inançlı yurttaşların da başkalarına eşitlik vadeden önder sembollerine ihtiyacı ve hakkı vardır.
“Yavuz’u örnek şahsiyet olarak köprülere, mahallelere isim yapmak, günümüzde de demokrasinin, inanç özgürlüğünün karşısında durmak demektir.
“İstanbul’un doğasını talan etmesi yetmezmiş gibi, bir de söz konusu köprüye Yavuz ismini vermek günümüzde de Alevi Sünni eşitliğine ve gerçek bir demokrasiye karşı olma refleksinin göstergesinden başka bir şey değildir.
“O yüzden sağduyulu yöneticilere düşen Alevilerin bu tepkisini anlayışla karşılamak ve demokrasinin gereği olarak Yavuz ismini yüceltici davranışları sona erdirmektir.
“İsim vermek, geçmişte de eşitliği, adaleti savunmuş insanları öncelemeyi gerektirir. Örneğin Yunus Emre’yi Pir Sultan’ı, Şeyh Bedrettin’i bir yerlere isim olarak verme tercihi, günümüz ve geleceğimiz için de adalet ve özgürlüğü talep etmenin göstergesi olacaktır.”
"Aleviler sistematik ayrımcılığa uğruyor"
Cumhurbaşkanı, Aleviler ile Sünniler arasında eşitsizlik olmadığını belirtse de Alevilere yönelik din veya inanç özgürlüğü hakkının ihlali, ayrımcılık, eğitim hakkı ihlali gibi pek çok konu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararlarında da yer aldı.
AİHM kararlarını hatırlatan Erdoğan Aydın Türkiye’deki Alevilerinin bu kararlarda da belirginleştirildiği gibi sistematik bir ayrımcılığa ve asimilasyona uğradığını söyledi.
“Türkiye’deki rejim Alevi-Sünni ayrımı, Kürt-Türk ayrımı, Müslüman ve Müslüman olmayan ayrımı ekseninde şekilleniyor. Son dönemde daha da güncelleştirilen mili vurgular sadece Türk Sünni kesimle sınırlı bir siyaset algısının ifadesi.
“Bugün Türkiye’nin Alevileri, AİHM’in bir dizi kararında da belirginleştirildiği gibi sistematik bir ayrımcılığa ve asimilasyona uğramaktalar. Tıpkı Kürtlerin ve Müslüman olmayan halkların uğradığı gibi.
“Laik bir eğitimde olmaması gereken zorunlu din derslerinde Sünni bir asimilasyona uğramaktalar.
“Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla kendi inançlarını unutmaya ve cenazelerini bile Sünni inanca göre kaldırmak dayatması ile karşılaşmaktalar.
“Bürokraside yükselmelerinin imkansız olması bir yana bizzat geçmişte seçim meydanlarında Kılıçdaroğlu’na karşı yapıldığı gibi siyasete var olmaları hakkı bile seçim meydanlarında yuhalatılma ile itibarsızlaştırılmaya çalışılmaktadır.
"Sorunu yok sayan inat sürdürülüyor"
“Dolayısıyla gerçekten demokratik ve laik bir rejimden söz edeceksek bu eşitsizlik ve asimilasyon halinin derhal ortadan kaldırılması yokmuş gibi davranmak yerine bunun için özeleştiri yapılması ve gerçek bir eşitliğin kurulmasına çalışılması gerekmektedir.
“Oysa Cumhurbaşkanının son çıkışından da bir kez daha görülmüştür ki tıpkı ‘Kürt sorunu yoktur’ deme yaklaşımında olduğu gibi, sorunu yok sayan bir inat sürdürülüyor. Bu ise bizi gerçek bir istikrara, gerçek bir ekonomik kalkınmaya ve gerçek bir adalete uzak tutuyor.
“Türkiye toplumunu kendi içinde yararlı ve farklı olana kem gözle bakan mevcut durumdan çıkartmayan egemen politikanın Sünni ve Türk kimliğinden çoğunluğa da onurlu, güvenli ve saygın bir konum sağlaması mümkün değil.”
Yavuz Sultan Selim kimdir?I. Selim tarihte Yavuz Sultan Selim olarak bilinir. 1470’te Amasya’da doğdu, 1520’de Çorlu’da öldü. Karakterinin sertliğinden dolayı “Yavuz” olarak adlandırıldığı rivayet edilir; bazı kaynaklar bu lakabı yaptığı seferlerde gösterdiği acımasızlık nedeniyle saldığı korkuya bağlar. Şehzadeliği sırasında “Selim Şah” olarak adlandırıldığı söylenir. Ölüm nedeni sırtında şirpençe çıbanı olduğu rivayet edilir. Şîrpençe (aslan pençesi) yani kan çıbanı ya da şark çıbanının diğer adıdır. Prof. Dr. Münir Atalar “Osmanlı Padişahları” adlı kitabında ölüm nedenini şirpençe ya da kanser olarak gösterir. I. Selim dokuzuncu Osmanlı padişahı. 88. İslam halifesidir aynı zamanda Osmanlı’daki ilk halifedir. Mısır seferi sonrası halifelik Mısır Memlükleri'ne bağlı Abbasilerden Osmanlı Hanedanına geçti. Babası II. Bayezid, annesi Gül-Bahar Hatun’dur. Babası I. Selim doğduğunda babası Şehzade Bayezid Amasya sancakbeyiydi. İlk eşi Kırım hanı Mengli Giray'ın kızı Ayşe Hatun ikinci eşi Ayşe Hafsa Sultan'dır. 26 Mayıs 1512’da tahta çıktı 21 ya da 22 Eylül 1520’de ölümüne kadar sekiz yıl hüküm sürdü. II. Bayezid 31 yıl hüküm sürmüştü, 60 yaşını geçmişti ve sağlığı iyi değildi. Tahtı devretmeye hazırlandığında sekiz oğlundan üçü yaşıyordu. Yaş sırasıyla Şehzade Ahmet, Şehzade Korkut ve Şehzade Selim tahta adaydı. Babasından tahtı devralması “darbe” olarak nitelendirilebilir. İlk eşinin babası Giray Han’dan aldığı asker desteğiyle II. Bayezid’in üzerine yürümüştü. Çorlu’da 1511’de babasının ordusu karşısında yenilgiye uğradı, ancak savaş meydanından kurtulup kaçtı. Trabzon Valisi olarak Gürcülere ve Safevilere karşı seferlerdeki başarıları yeniçeriler arasında sevilmesini sağlamıştı. I. Selim’in tahta çıkışı yeniçerilerin diretmesiyle gerçekleşti. II. Bayezid büyük oğlunu tahta çıkartmak istemişti. Yavuz Sultan Selim, tahta oturduktan sonra iki ağabeyini boğdurttu. Selim’in tahtı devraldıktan sonra Osmanlı topraklarını sekiz yılda 2,5 kat büyüttüğü söylenir. Tahta çıkmasını sağlayan koşulları oluşturan nedenlerden biri o dönem Kızılbaş olarak adlandırılan Anadolu Alevilerinin ayaklanmaları oldu. Ağabeyi Ahmet tahta çıkmak niyetiyle valisi olduğu Tokat bölgesini bırakması sonrası 1512’de başlayan Amasya ve Tokat’daki Alevilerin ayaklanması Saray'ın desteğini kaybetmesini ve I. Selim’in güçlenmesine neden olmuştu. Tahta çıkışının ardından Aradolu’daki ayaklanmaları bastırmak için seferler yaptı. Bazı kaynaklara göre bu dönem içinde 40 bin Alevi’yi öldürdü. I. Selim döneminin şeyhülislamı olan Müftü El Hamza'nın 1512 tarihli Kızılbaşlarla ilgili bir fetvasını yapılan katliamların izni olduğu söylenir. Bu fetvada Kzılbaşlar kâfir ve dinsiz olarak tanımlanmış, onları öldürmenin vacip olduğu söyleniyordu. (Gülağ Öz. İslamiyet Türkler ve Alevilik, Uyum Yay. 1999 Ankara) Tarihçi Erdoğan Aydın bu dönem hakkında şöyle diyor: “Selim'in Alevi Türkmen ve Kürtlere karşı izlediği soykırımcı ve asimilasyoncu politika Safeviler ile Osmanlı arasındaki rekabetten değil, öncelikle bu tahakkümcü iktidar yapısından kaynaklanıyordu. Selim bu yüzden Anadolu'nun yarısına yakınını oluşturan Alevilere karşı yapılan imha politikasının sembolüdür.” Kaynak: wikipedia, "İslamiyet ve Alevilik" (G. Öz, Uyum Yay., "Osmanlı Padişahları" M. Atalar, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. |
(BK)
* Fotoğraf: Ahmet Dumanlı / İstanbul / AA