"Sönüp gitmesin sezgilerim, bilgece düşüncelerim, hiç değilse sevinçli anlar... Benimle kalsın, yönünü kavramaya uğraşıyorum, karşı durmamak için, anlayabilsem, gücünden yararlanırım belki, geçmişe doğru mu esiyor..."
İnsanların kendileri için kötü olanı unutmaya gelecekleri, yeni bir ruhla hayata doğacakları bir düşünce bahçesi düşlemekle kalmayıp gerçekleştirmiş olmak isteyenler toplanıyor bu bahçede. Ben de o bahçeden içeri giriyorum tebessümle. "Tebessüm" olarak anlatıyor bana her şeyi Latife Tekin.
Bir Unutma Enstitüsü kurmayı amaçlıyorlar burada. Ortaklaşa sürdürmeye çalıştıkları hayatın anlamı, bir şeyleri unutma amacıyla bir araya toplanmış insanlar olmalarından ileri geliyor. Anıların yığılıp anı yok etmesine izin vermemesi gerektiğine inanan Şeref'in kurduğu Unutma Bahçesi bu. Güç ve iktidar sahibi Şeref'in.
"O kadar güçsüz olursanız ben de güçlü oluyorum, başka ne olmamı bekliyorsunuz... Bana ne yaptığınızın farkında değilsiniz ki. Güçsüzlüğünüzle beni güçlü adam haline getirdiniz burada, istemeye istemeye sizin güçlü köleniz haline geldim" diyerek kendisini çözümlüyor Şeref.
Tebessüm, Şeref'in belirlediği amaçlar doğrultusunda, Unutma Bahçesi'ne gelen insanlara kuralları anlatırken, saf bir kadın olma halini paylaşıyor. Ama aklından hiç eksik etmediği çelişkileri, kararsızlıkları da bir yerlerden sesleniyor aslında.
"İnsanda unutma gücü var... Aşk gibi, uyku ve rüyalarımız gibi, sözü edilmeye değer bunun da... Üstünde durup düşünmeliyiz... Kendindeki bu gücü kullanarak hayatını değiştirmek isteyen kişilere kapımız açık... Gelip burada ağırlıklarından kurtulabilirler" diyor Tebessüm. Bir yandan da geleceğin bize doğru geldiğini, bizim ona doğru gitmediğimizi bildiğinden sakince bekliyor ve yaşamak istemediği şeylerin düşünü kurup ona değmeden anılaşıp gitmelerini istiyor.
Unutma Bahçesi'ndekilerin unutmak isteyip de bir türlü başaramamaları Tebessüm'de söz oluyor: "Ne unutsam, aklıma bir şey unuttuğum geliyor."
Unutma Bahçesi'ne bir dış göz olarak Cömert geliyor bir gün; avcı ve bahçıvan Cömert. Kendi öyküleriyle, unutmaya hiç de niyetli olmadığı anılarıyla. Zaten onun diğerlerinden farkı, bahçenin parayla çalışanı olmak. Hikayenin başlangıcına doğru bir kapı aralanıyor Cömert'in gelişiyle ve onu bahçeye diğer gelenler izliyor.
Yazarlığını unutmak üzere gelmiş Ferah, eski bir tiyatrocu Giray, önce kocasını sonra da aklını kaybeden, kemik ve ağaç parçacıklarından heykeller yapan Neslihan... Bir de geldikleri yerin anlamını tam olarak kavrayamayanlar... Unutmak, "toplumsal oyunu tümüyle reddetmiş olmak" bir yana kimliklerinden sıyrılamayıp yaşantılarını olduğu gibi sürdürmeyi isteyenler...
Oysa, yaşadığı hayatı istemeyen insanlar geliyor bu bahçeye. Onları, Tebessüm karşılıyor ve bize onları anlatıyor:
"Geçmişlerine ait kimi şeyleri unutmaya karar vermişler; her şeyden önce, bu bana yalnız kalmayı göze almış olduklarını düşündürüyor. Ama hafta geçmez, yanınıza sokulmalarından, yalnızlıkla başa çıkamayacaklarını anlarsınız. İşim sadece onları garajdan alıp getirmek olsa, bunun sözünü bile etmezdim, asıl görevim gelenleri buradaki yaşama alıştırmak."
Unutma Bahçesi'nin en büyük sorunlarından biri, geçmişlerini unutmaya gelenleri unutamayanlar. Bir de orayı ticarethane, iş yeri sananlar; yakınlarının geri dönmesini sağlamaya çalışanlar ve böylece unutma bahçesine gidenlere unutmak istediklerini hatırlatanlar...
Unutmak bir düş aslında, Unutma Bahçesi de bir ütopya. Yitirmenin üzerine kurulacak yeni yaşamları bekleyen bir ütopya. "Unuttuğu için mi delirir insan, unutamadığı için mi?" sorusuyla Unutma Bahçesi'nden yüzüme çarpan serinlik, beni ütopyadan sıyırıyor.
"Bir daha asla geri dönemeyeceğiz; bir daha asla cennet bahçesine dönemeyeceğiz, masumiyete dönemeyeceğiz, Auschwitz öncesine, Hiroşima öncesine dönemeyeceğiz, Vietnam öncesine, Cezayir, Filistin, Irak öncesine dönemeyeceğiz... Maraş öncesine, 1 Mayıs '77 öncesine, 12 Eylül öncesine, Sivas öncesine, "hayata dönüş operasyonu" öncesine dönemeyeceğiz!" sözleri, "Hiçbirimiz geri dönmemeliyiz! Unutmamalıyız!"la devam ediyor. İstemeden ve isteyerek unutmaların çekişmesi, çelişkisi ve sorgulamasıyla doruğa ulaşan bir nidaya dönüşüyor. İmgeler ve çağrışımlarla örülü, parçalı ve ritmik Latife Tekin anlatımının yerini alan duru dilin akışkanlığıyla. Zaman zaman, "Bir kuş uçumu gidip rüzgarla geri döndüler" tadında şiirselliğiyle... "Ses benim, sözler hayatın" seslenişinin ezgisiyle... (MT/BB)