Güneydoğu'daki, "yılları eskiten savaşla" yitirmiş her şeyini. Babası dağlarda yok olunca annesi de çareyi, onu ve kardeşlerini evlendirmekte bulmuş. Herkes bir yerlere dağılmış. Zekiye'ye de teyzesinin oğlu Erkan denk düşmüş. Ve yaşam, Mardin eteklerinden, İstanbul'da bir yokuş başına yuvarlanmış.
Zekiye şimdi bebeğini yıkıyor, altını pudralıyor, temiz pak giydiriyor onu. Gülistan birazdan uyuyacak. Ama önce Zekiye, tavana iplerle asılı beşiğe salıncakmış gibi oturup sallanacak. Öyle ya, vücudu kalınlaşsa da çocuk Zekiyeliği biraz oyun istemekte...
Akşama yemek hazırlamalı. Kınalarını örtesiye una batmalı elleri börek açarken. Hadi Zekiye, asıl kollarınla oklavaya da, dökülsün elinden "elinin hamuruyla" onlarca Zekiye böreği. Oklavayı yuvarladıkça kolundaki salkım saçak bilezikler şıngırdasın da bilelim "gelinliğini", "kadınlığını".
"Üç tane çocuk daha yaparım yeter. Bana kalsa bir tane de yeter ama, benden beklerler. Aslında önemli olan az olanı iyi yetiştirmek" demektesin bir yandan.
Annesi de buna benzer hayatlardan birini almıştı kendine. Ama ona bir de "aklı yitik" damgası vurdular. Dağa çıkan kocası için "onu" sorguya çektiler, meme uçlarından "ona" elektrik verdiler. "Savaş, işte böyle acıtır" dediler. "Kadınsan bu tecavüz de senin hakkın" dediler. İşte tam da burada dondu hayatın karesi. Akış değişti; kareler birbirine çarpmaya başladı. Ve sonra... Birden film koptu.
Zekiye midye içi hazırlamalı bir de.
Ne midyesi?
Erkan'ın satacağı midyeler. O, daha satıştan dönmeden Zekiye, bir sonraki günün her şeyini hazır hale getirmeli. Sonunda azar işitmek de var çünkü. Dolmalar yapılsın!
Bu iş için yokuşun sonundaki kiralık mahzene gidecek Zekiye. Gülistan'ı da babaannesine bırakıverecek geçerken. Saçını örsün, iş etekliğini giysin de şöylece bir salınarak insin yokuştan aşağı. Ne de olsa gün içindeki tek dışarı çıkma fırsatı bu.
"Bu şehir öyle bir şehir ki, adımını attığın her yerde, o senin üstüne üstüne gelir. Adımını geri çekersin. Sonra korkudan donar kalırsın. Olduğun yerde dönersin. Başın dönmeye başlar ve sonunda kendini yerde serili bulursun. Dayanamamışsındır. Pes etmişsindir" der bazen Erkan, oradan buradan duyduğu süslü lafları karıştırıp. Sözünü de geçirmeyi bilir elbet.
Zekiye işini bitirip dönerken yolu ağır ağır, yorgun yorgun kat eder eve doğru. Hayatının bir günü daha eksilirken, ertesi günün aynılığına da hazırlar kendini usulca.
Sıradanlık tadında bir hayat onunki. Hani sıradan da dediysek, senin benim gibi değil yani. Aynı evde günlerce, aylarca, yıllarca, yaşam boyu akıp giden donuk bir serüven... Hayata şımarma lüksü olmayan, şükürle geçen, boynu bükük bir Zekiye ömrü.
Mahkum edilmiş, itaatkar kılınmış, kadınca bir portreden, sıradan bir diğerine geçmek için bir fotoğraf çekimlik iş kaldı.
Birden yorgun çocuk parmaklar zafer işareti halini alıvermiş poz vermek niyetine; neyin zaferini kutladığını bilemeden belki de (GE/BB)