Bu tartışmalar birbirinden farklı görünmekle birlikte, birbirine benzer mecralar da akıyor. Tartışma başlıklarından birkaç tanesini incelemek, yerel devlet- merkezi devlet, küreselleşme- yerelleşme, yönetişim v.b. kavramlarla oluşan bulanıklığı bir miktar görünebilir kılmaya yarayabilir.
Yerelleşme ve demokratikleşme
Türkiye'de yerelleşme tartışmalarındaki en yaygın ve hakim eğilim, yerelleşme ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesinin demokratikleşmeyi sağlayacağı eğilimidir. Bu eğilimin arka planında yatan mantık, yerel yönetimlere güç aktarımının, yerel- bölgesel düzlemde katılımı arttıracağı, yerelin taleplerini dile getirebileceği ve kendi kendini yönetme yeteneğini geliştireceği üzerine kuruludur.
Yerelleşme ile demokratikleşme arasında kendiliğindenci bir biçim için yararlanılan kaynak ise, Batı merkezli projelerdir. Keynesçi dönemin büyük bürokratik devlet örgütlenmeleri, daha küçük parçalara ayrılmakta ve piyasanın en yeni yarışma kuralları arasında kent mekanındaki çeşitlilik de artmaktadır. Böyle bir karmaşa durumunda yerele güç aktarmak, yerel devlete daha fazla denetim, yatırım, kısaca kentin yönetimine daha kolay ağırlığını koyma şansı verecektir.
Osmanlı ve Türkiyede yerelleşme
Türkiye özeli açısından, Osmanlı dönemi kentlerinden bugüne kadar, Batı kentlerinin tersine özerk bir kurumlaşmanın olmaması gözden kaçırılmaktadır. Osmanlı yönetim sisteminin çevreyi merkezin tam anlamıyla baskısı altına aldığı, İstanbul'un diğer kentler karşısındaki mevzisinden daha net görülmektedir. Cumhuriyet döneminin en belirgin özelliği ise, ulus devlet yaratma sürecinde, merkezi devlet yapısının oluşturulması-kurumsallaşması, kimlik, dil v.b. araçlarla vatan fikrinin oturtulmasıydı.
Yüzyıllarca İstanbul'un merkezi pozisyonuna karşı Ankara'nın başkent yapılması ve Anadolu'ya planlı bir biçimde kamu yatırımlarının götürülmesi -Nazilli, Kırıkkale, Ereğli, Kocaeli v.b. tüm projeler-, merkezi yönetimi güçlendirecek destekler olarak iş görmüştür. 1930 sayılı yasada imar planlarının uygulanması zorunlu hale getirilmiş, siyasi otorite açısından yalnızca kentler değil, ilçeler, köyler, mahalleler tek tek kayıtlanmıştır.
Ancak, yerelleşmenin demokratikleşmeye olanak sağlayacağı savını tartışmadan önce temel başka bir soruyu sormak gerekmektedir. Eğer yerel devlet kabaca merkezi devlet aygıtının bir uygulayıcısı ise, neden yerel örgütlenmeye ihtiyaç duyulmaktadır?
Kapitalist sistem, eşitsiz gelişimi yaratmakta ve kurumsal, mekansal yapılarda farklılıklar oluşmasını sağlamaktadır. Mekansal olarak farklılaşan yapılar- ilişkiler, yalnızca merkezi bir örgütlenme biçimiyle yönetilemediği içindir ki, kısmen özerk yapıların krizlerle birlikte yürüyen süreçlerde açığa çıkarılması gerekli olmuştur.
Bu noktadan hareketle, gittikçe özerkleşen yerel devletin, (yerel yönetimler yasa tasarılarının parlamentoya getiriliş süreçlerinde en çok sözü edilen kavram olarak karşımıza çıkar özerkleşme ) sağdan- sola siyasal organizasyonların kullandığı "demokrasi gelecek" vaatlerine neden olan kaba bir çıkarsamadır.
Yerel yönetimlerin, tarihsel olarak Türkiye'de 1970'ler deneyiminin ardından , 1980'lerde önem kazanması yerel düzlemdeki ilişkilerin ulusal düzeye hizmet ettiğini; anti-demokratik uygulamaları arttırdığı yerel yönetimlerin çevresinde oluşan sivil güçlerin bastırılması, merkezin yerele tanıdığı gücü daha da açık gösterdi.
Yerelleşme ve sivil toplum
Yerelleşme tartışmalarının zihinsel arka planında yatan bir önemli olgu da, ulus devletin çözülmesiyle oluşan yapının, yerelde sivil inisiyatifleri açığa çıkardığı savıdır. Ancak bu noktada da kendiliğinden oluşan bir sivil hareket tasarısı vardır. Aksine, yerel sermaye grupları, yerel bürokratlar ve onların örgütleri eliyle hazırlanan bir sivil (!) yapılanma söz konusudur.
Türkiye özelinde, eğitim- öğretim yılının açılışından kısa süre önce ülke genelinde ve büyük iller başta olmak kaydıyla başlatılan "eğitim kampanyası" yaratılmaya çalışılan sivil toplum projesine iyi bir örnek oluşturmaktadır.
Bu günlerde "Haydi Kızlar Okula" isimli kampanya, bir yıl boyunca Türkiye Odalar Borsalar Birliğinin (TOBB) reklam giderlerini karşıladığı, Hürriyet, Sabah gibi gazete yayın yönetmenlerinin desteklediği, hayırsever iş adamlarının, sporcuların, sanatçıların mali destek sağladığı, Milli Eğitim Bakanlığına (MEB) bağlı çalışan yöneticilerin ve üç Büyükşehir belediye başkanının bizzat proje için çalıştıkları ve MEB Bakanının deyişiyle, tek tek illerde de aynı türden yapılanmaları oluşturmak üzere ülkeyi dolaşacakları bir çalışma tarzıyla örgütlenecek.
Kızları okula göndermenin yanı sıra, MEB taşra teşkilatları ve yerel yönetimleri kol kola girerek oluşturdukları sinerji ile taşranın okullarına hiç ödenek göndermeyen bakanlık, olanak yaratma arayışıyla beraber yeni birlikler kurmayı amaçlıyor. Üçüncü sektör adını verdikleri bu yapının da üstelik sivil ve demokratik bir yapı olduğunu lanse ediyor projenin savunucuları
İngiltere 3. Yol deneyimi
Yukarıdaki üçüncü sektör tanımlaması, başta İngiltere olmak üzere, bir çok ülke de kentlerin çöküşüne çözüm olarak bulunan 3.Yol projesine çok fazla benzemektedir. 3.Yol yaklaşımının, sivil yapılanmalara ve yerel yönetimlere verdiği önemle açığa çıkan, katılım- çoğulculuk-demokratiklik v.b. savunularla merkezin rollerini sınırlamayı, diğer yandan da yeni sivil yapılarla merkezin genişlemesine hizmet ettiğini gösteriyor.
Yakın tarihte İngiltere'de yaşanan bir deneyim yerel topluluk temelli çözümlerin bazı durumlarda nasıl sorun haline gelebileceğine iyi bir örnek oluşturur:
"Bir çocuğun kaçırılıp, cinsel tacize uğradıktan sonra öldürülmesi toplumda haklı bir tepki uyandırmıştır. Bu çerçevede, o bölgede yaşayanlar tarafından, bir bulvar gazetesinin öncülüğünde, çocuklarını korumak amacı ile, pedofılyakların nerede yaşadıklarının söz konusu bölgede yaşayanlarca bilinmesine yönelik bir kampanya başlatılmıştır. Bu tür bir çözüme ilgili tüm kuruluşlardan tepki gelmiştir. İsimleri açıklanacak ve ortadan kaybolacak bu insanların aynı suça yönelmeleriyse büyük olasılıktır. Yerel toplulukların pedofılyakların bölgelerini terk etmesi dışında bir talepleri yoktur.
Yapılan görüşmede gösterilere katılan bir kadının tepkisi, "tacizcilerin bölgelerini terk etmesi ve nereye giderlerse gitmeleri" biçiminde olmuştur. Kuşkusuz, söz konusu yerel topluluk açısından sonuç olumludur. Pedofılyaklar bölgeleri dışına çıkarılmıştır. Ancak, bu söz konusu insanlar zorunlu olarak başka bir yerel topluluğun içine, uygulanan tedavi programlarını yarım bırakarak, yerleşmişlerdir. Böylece sonuç, bir yerel topluluğun kendi sorununu bir başka yerel topluluk aleyhine çözmesi olmuştur.(H.Tarık Şengül-Kentsel Çelişki ve Siyaset )"
Son dönemde İşçi Partisinin politikalarında da şiddet ve suça karşı aldığı tavrın sertleştiği ve dikkat çekici bir biçimde Thatcher dönemindeki politikalarla çok benzeştiğidir. Genel olarak suçun oluştuğu koşullar ve toplumsal yapıya çözüm aramak maliyeti yüksek bir kamu hizmeti tartışmasına neden olacağı içindir ki; hükümetler yoksullar, evsizler, kadınlar, işsizler, göçmenler v.b. toplumsal kesimler için yeni- sivil projeler oluşturmaktalar.
Kapitalizmin son dönem krizlerinin yarattığı kentler aynı zamanda önemli bir çatışma sahasıdır. Mekanını kontrol etmenin kendisi bir iktidar mücadelesini zorunlu kıldığı gibi, her iktidar mücadelesi de mekanı kontrol etmek, denetlemek üzerine bir perspektif oluşturmak durumundadır.
Türkiye açısından önümüzdeki süreç, kapitalizmin piyasa kentlerinin yeniden organize edildikleri, kentsel dinamiklerle- merkezin ilişki biçiminin daha netleşeceği bir süreç olarak tasarlanmaktadır. Bu tartışma da önemli bir yer tutan yerelleşme başlığı dışında üzerinde düşünülmesi gereken bir çok başlık tartışmayı beslemektedir.
Kamunun yeniden yapılandırılması süreci içerisinde yasal düzenleme hazırlığı bitirilmiş olan, Yerel Yönetimler Yasa Tasarısı ve diğer yasal düzenlemeler bize bazı temel soruları sormayı, tartışmayı da zorunlu kılıyor. Nasıl bir kamu hizmeti? Nasıl bir yerel yönetim? Yerel ve merkezi düzeyde nasıl personel istihdamı? Nasıl bir örgütlenme tarzı? Yerelleşme demokratik bir sivil yapılanmaya mı neden olmaktadır? (OY/BB)
* Vurgu ve arabaşlıklar bianete aittir.