Kerkük konusundaki son gelişmeler, önümüzdeki günlerde Türkiye’nin Irak politikasında bu konunun daha fazla gündemde olacağını göstermektedir. Kerkük’ün statüsünü belirleyecek olan referandumun bir türlü yapılamaması ve Haziran 2008’de kabul edilen yeni seçim yasası ile Kerkük meselesi Irak’ta öncelikli sorun haline gelmiştir.
Kerkük’te Araplar, Türkmenler ve Kürtlerin eşit temsilciye sahip olmasını öngören yeni seçim yasası Iraklı Kürtler tarafından tepkiyle karşılanmış ve sonunda, Temmuz 2008’de, Irak Devlet Başkanı Celal Talabani tarafından veto edilmiştir. Bu çerçevede, Ekim 2008’de beş kentte-Kerkük dahil- yapılması planlanan yerel seçimlerin de gerçekleştirilmesi zor görünmektedir.
Türkiye'nin dış politikasında Kerkük
Türkiye’nin dış politikasına 1991 Körfez savaşı sonrasında girmiş olan Kerkük, bugün daha öncelikli bir nitelik kazanmıştır. Savaş sonrası dönemde, Kuzey Irak’ta oluşan güç boşluğunda Türkmenlerin siyasi bir araç olarak bu bölgedeki gelişmelere dahil olmayı sağlayacağı düşünülmüştür.
Böylece, zamanla, Türkmen lobisinin de etkisiyle Türkiye’nin dış politikasında Türkmenler konusu temel meselelerden biri haline gelmiştir. Türkmenlerin hakları Türkiye tarafından sürekli olarak söz konusu edilmiştir. Bu çerçevede Türkmenlerin yaşadığı Kerkük de statüsü ve yönetimi açısından Türkiye’nin dış politika meselesi olmuştur.
Türkmenler ve Kerkük'ün statüsü
Türkiye, bir yandan, 2003'teki Irak’ın işgalinden itibaren, sürekli olarak Türkmenlerin siyasal ve kültürel haklarını gündeme getirmiştir. Ne var ki, 2005 Irak Anayasası'nda, Türkmenler, ayrı bir siyasi varlık olarak tanınmasalar da, sosyal, kültürel ve ekonomik haklara sahip bulunmaktadırlar. Haklarının Anayasada yer alması kendi kimliklerini yaşama ve koruma olanağını da beraberinde getirmektedir.
Anayasanın 140. maddesinde Kerkük’ün ve diğer sorun yaşanan birimlerin statüsünün halkın iradesini ölçen bir oylamayla 2007 sonuna kadar belirlenmesi öngörülmektedir. Fakat 20 Aralık 2007’de, bu çerçevede yapılması beklenen referandumun 6 ay süreyle ertelendiği BM tarafından duyurulmuştur.
Öte yandan, Kerkük’ün Kürt federal yönetimine dahil edilmesine karşı çıkmakta ve özel bir statü almasını savunmaktadır. Bununla birlikte, Kerkük için ayrı bir seçim yapılmasını talep eden Türkiye, Kerkük İl Meclisi'nde, Türkmenlerin Arap ve Kürtlerle eşit sandalyeye sahip olması gerektiğini ileri sürmektedir.
ABD'nin tutumu
Türkiye’nin Kerkük için özel statü isteği ABD yönetimi tarafından da desteklenmektedir. PKK politikasında olduğu gibi, Kerkük konusunda da 2007 itibarıyla değişim gösteren ABD de bu konuda Iraklı Kürtlerle anlaşmazlık yaşamaktadır. Nitekim ABD’nin politika değiştirmesini takiben, önce Anayasada öngörülen Kerkük referandumu ertelenmiş ve sonrasında konunun BM’ye taşınmasına karar verilmiştir.
BM'nin De Mistura raporu
Bu karar çerçevesinde, BM Irak Özel Temsilcisi Steffan De Mistura Kerkük ve diğer ihtilaflı bölgelerin statüsü konusunda 3 aşama öngören raporunu açıklamıştır. Haziran 2008’de açıklanan raporun ilk aşamasında Musul vilayetinin 2 kasabasının doğrudan Irak merkezi yönetimine bağlanması öngörüldüğünden Iraklı Kürtler tarafından tepki ile karşılanmıştır.
Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani de bu raporun tatmin edici olmadığını söyleyerek Kerkük’ün statüsünün Anayasanın 140. maddesinde öngörülen şekilde referandum yoluyla belirlenmesi gerektiğini savunmuştur. Bu konuda komşu devletlerle yaşanan gerilimlere rağmen-burada Türkiye kastedilmektedir-geri adım atılmayacağını belirtmiştir. Sonuç olarak, bu anlaşmazlıklar çerçevesine yerleşen Kerkük meselesinin nasıl çözümleneceği konusu hala belirsizliğini korumaktadır.
Kısıtlayıcı politika
Türkiye’nin bu etni temelli politikası, Irak yönetimi ve özelikle de Kuzey Irak’taki Bölgesel Kürt Yönetimi ile ilişkileri olumsuz yönde etkilemektedir.
Öncelikle, Ekim 1996’da başlayan, Ankara Süreci olarak adlandırılan Iraklı Kürt gruplar KDP ve KYB’yi ABD gözetiminde bir araya getiren toplantılara Türkiye’nin Türkmenleri de dahil etmesiyle bu konudaki sorunlar gün yüzüne çıkmaya başlamıştır.
Türkmenlerin Kuzey Irak’taki siyasi sürece dahil edilmesini amaçlayan bu girişim KDP tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Son dönemlerde de, Türkiye’nin Kerkük konusundaki aktif politikası Irak yönetiminden tepki almasına neden olmaktadır. Haziran 2008’de Irak Meclis Başkan Yardımcısı Arif Tayfur’un Türkiye’nin Irak’ın içişlerine karıştığı yönündeki açıklaması bu çerçevede önemlidir.
Üstelik, Türkmenlerin bir kısmını temsil eden Irak Türkmen Cephesi (ITC) üzerinden yürütülen bu politika, bölgedeki istikrarsızlığa katkıda bulunarak, uzun vadede de, Türkiye’nin bölgedeki ilişkilerinde kısıtlamalara yol açan bir unsur olma potansiyeli taşımaktadır.
Oysa Türkiye’nin petrol açısından zengin olan Kerkük konusundaki ekonomik beklentileri, Irak ve Bölgesel Kürt Yönetimi ile ilişkilerin geliştirilmesi durumunda daha fazla karşılanabilir görünmektedir. Fakat Türkiye mevcut politikasını sürdürme yolunu seçmektedir.
Irak’la yaşanan Ocak 2007 petrol krizinin bu etni temelli dış politikanın bir sonucu olarak değerlendirilmesi mümkündür. Son olarak, en önemlisi de, Türkiye’nin Türkmen etnik kimliği üzerinden yürüttüğü dış politika çerçevesindeki söylemleri kendi Kürt sorununa yönelik politikasıyla birlikte düşünüldüğünde paradoksal bir çerçeve sunmaktadır. (JK/TK)
* Jülide Karakoç, AÜ SBF Uluslararası İlişkiler Bölümü