Heinrich Böll Stiftung Derneği’nin (HBS) düzenlediği Almanya’da ve Türkiye’de Kadınların Durumu başlıklı toplantıda HBS Türkiye temsilcisi Ulrike Dufner, sosyolog Ute Gerhard ve KAMER Vakfı kurucusu Nebahat Akkoç’un katılımıyla güncel toplumsal cinsiyet politikaları ve sorunları tartışıldı.
Türkiye’deki aile politikalarından bahseden Akkoç, hükümetin ordunun hiyerarşisini bertaraf ederken, aileyi kutsayarak militarist sistemi devam ettirdiğini anlattı.
“Hükümet katılımcılık sağlama açısından çok aktif. Ancak bu görüşmelerde sesimizi ne kadar duyuyorlar ayrı mesele. Her görüşmemizde Türkiye’de yüzde 25 oranında ensest, yüzde 40’ın üzerinde aile içi tecavüz olduğunu hatırlatıyoruz. Bunlar suç olarak tanımlanmamışken, aile üzerinden politika yapılıyorsai bu olduğu gibi kabul ediliyor demektir. Böyle bir aileyi kutsamanın manası nedir?
“Önce bunu İslama dayalı muhafazakar bir politika olduğunu düşündüm. Sonra fark ettim, militarizmin tabandaki örgütü ailedir, tavandaki örgütü ordudur.
“Esas olarak militarist yapıyı bozmak istemeyen AK Parti, ordunun hiyerarşisini bertaraf ederken aileyi kutsadı. Sisteme yönelik bir değişikliğe gitmedi. Ordunun otoritesi halkı, aileninki kadını ezer.”
Akkoç, Avrupa Birliği aday adaylığı sürecinin kadın haklarına ivme kazandırdığına değindi. AB’nin mevcut durumunu da sorgulayan Akkoç, “Ben AB’ye değil, AB’ye giden yola önem veriyorum” dedi.
“Aile, kültürel kimliğe kalkan olarak kullanılıyor”
Gerhard Almanya’da ve Avrupa’da kadın haklarının ve kadın mücadelesin durumunu değerlendirdi. Almanya ve Türkiye’de zamansal farklılıklarla benzer gelişmeler deneyimlendiğini söyledi. Aile politikaları ve aile hukukunun birçok ülkede kültürel kimliği muhafaza etmek için kullanıldığını belirtti.
“Batı Almanya’da cinsiyetler arasındaki farklar 1970’lerde daha çok dile getirilmeye başlandı. Bunun akabinde de yeni bir kadın hareketi ortaya çıktı. Ev içi emeğin ücretlendirilmesi, erkek şiddeti, eğitim ve istihdam fırsatlarından yararlanmaları gibi konularda kampanyalar düzenlenerek, kadın sorunları kamuyuna intikal ettirilerek gerekli adımlar atılabildi.
“Ancak aile hukukunda eşitsizlikler ön planda ve AB bu konuda bir şey yapmıyor. Aile hukuku, pek çok ülkede kültürel kimliğin koruma kalkanı olarak görülüyor.
“Maastricht Anlaşması (AB Sözleşmesi) gündeme geldiğinde, İskandinav ülkeleri, özellikle de Danimarkalı kadınlar, anlaşmayla elde ettikleri hakların sekteye uğrayacağını düşünerek bunu reddetmişlerdi. Ancak tam tersi oldu ve İskandinav ülkelerindeki kadın hakları Avrupa için eşik değer oluşturmaya başladı. AB ülkeleri, kadın hakları konusunda bir şey yapacakları zaman kendilerini İskandinavya ülkeleriyle kıyaslıyor.” (ÇT)