Çünkü Türkiye, mültecilere ilişkin 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesinin ilk imzacılarından biri olmasına rağmen, dünyada yine sözleşmenin uygulanabilmesi önüne engel çıkaran birkaç ülkeden biri.
Sözleşmede mülteci; ırkı, dini, milliyeti, siyasal düşüncesi veya belirli bir sosyal gruba mensubiyeti nedeniyle haklı bir zulüm korkusu ile ülkesini terk etmek zorunda kalan kişi diye tanımlanıyor.
Türkiye ise aynı zamanda hazırlayıcılarından biri olduğu sözleşmeyi tam anlamıyla uygulama noktasında Coğrafi çekince koyuyor.
Coğrafi çekince ne demek?
Bu çekince uyarınca Türkiye, Avrupa ülkelerinin birinden kaçan insanları mülteci olarak kabul ederken, doğudan ya da Afrikanın herhangi bir ülkesinden gelip sığınma talep edenlere bu hakkı tanımıyor.
Avrupadan gelenler Türkiye Cumhuriyetine başvuruda bulunuyor, ancak yukarıda sözünü ettiğimiz coğrafi kısıtlama nedeniyle Türkiyeye giren Afrikalılar, Bangladeş ve Endonezyalılar, İranlı rejim muhalifleri ve gazeteciler sığınma talebi için Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğine (BMMYK) başvurmak zorunda bırakılıyor.
Eğer BMMYK mülteci statüsü verirse o zaman bu kişiler bir üçüncü ülkeye yerleştiriliyor.
Hal böyle olunca Türkiye sığınmacılar açısından Avrupa ülkelerine geçiş için bir atlama tahtası kimliğine bürünüyor. Bu ülkeye gelenler Türkiyede mülteci statüsü elde edemedikleri için bir yolunu bulup Avrupa ülkelerine geçmeye çalışıyor.
İşte bu nedenle hem BMMYK hem de Avrupa Birliği ülkeleri Türkiyenin coğrafi çekincesini kaldırmak için baskı uyguluyor. Şu ana kadar herhangi bir sonuca ulaşılamasa da ilerleyen dönemde hukuki bir değişiklik yapılması Türkiye için bir zorunluluk halini alabilir.
Zira Avrupa Birliğine (AB) giriş sürecinde müzakereler devam ederken bu konu epey baş ağrıtacak.
Mülteci statüsü verilmeyen kişiler insan tacirlerinin eline düşüp Ege Denizinde ölüme terk ediliyor, tüm dünyada mültecilerin sahip olduğu haklardan yoksun başta İstanbulun kenar semtleri olmak üzere en kötü şartlarda yaşayıp kaçak çalışmak zorunda bırakılıyorlar.
Cenevre sözleşmesine göre mülteci hakları
1951 tarihli Cenevre Sözleşmesinin ilgili maddeleri imzacı ülkelerin mültecilere vermesi gereken hakları tanımlıyor.
Bura göre, taraf devletler, ülkelerinde yasal olarak ikamet eden mültecilere, vatandaşlarına uyguladıkları muamelenin aynısını uygulamak durumunda.
Örneğin aile yardımları, çalışma saatine göre başı ücret, fazla mesai ödemeleri, ücretli tatiller, eve iş götürmeye sınırlamalar, çıraklık ve mesleki eğitim, kadınların ve gençlerin çalışması ve toplu ücret görüşmelerinden yararlanmaları gibi
Devamla, sosyal güvenlik ile ülkesinde yasal olarak ikamet eden mültecilere, genel olarak aynı koşullardaki yabancılara yönetmeliklerce sağlanan, toprakları üzerinde ikamet edeceği yeri seçme ve özgürce seyahat etme hakkını tanıma, ülkelerinde bulunan ve geçerli bir seyahat belgesine sahip olmayan her mülteciye kimlik kartı çıkarma
Cenevre sözleşmesine taraf ülkelerin almaları gereken tedbirler arasında. Sözleşme imzacı devletlere, ülkelerinde yasal olarak ikamet eden mültecilere, ulusal güvenlikleri veya kamu düzenleri ile ilgili engelleyici ciddi sebepler bulunmadıkça, kendi toprakları dışında seyahatlerini temin edecek seyahat belgeleri vermeleri, ülkelerinde yasal olarak bulunan bir mülteciyi, ulusal güvenlik veya kamu düzeni ile ilgili sebepler dışında sınır dışı edemeyecekleri gibi yükümlülükler getiriyor.
Türkiye neden ayak diriyor?
Tüm bu yükümlülüklerin Türkiyeye mali külfetler getireceği düşünülüyor. Verilecek haklar, sosyal güvenlik, eğitim hakkı gibi konular hükümetlerin ve TBMMnin gözünü korkutuyor.
Her ne kadar son birkaç yıldır bu konu ile ilgili olarak meclis, Adalet ve Dışişleri bakanlıkları ile BM yetkilileri arasında bu konularda görüşmeler sürdürülse de henüz bir sonuca varılmış değil.
Aynı şekilde yukarıda da belirttiğimiz gibi AB de Türkiyeden kendisine mülteci akımının durdurulabilmesi için gerekli adımların atılması yönünde baskı kuruyor.
Ancak gerek ülke içerisindeki siyasi çekişmeler, Kürt meselesi gibi çözüm bulması icap eden konular gerekse siyasi iktidarların isteksizliği mülteciler konusunda derin bir sessizliği beraberinde getiriyor.
Bu nedenle mülteciler ya kendileri için hazırlanan kamplarda ya da büyük kentlerin kenar semtlerinde kötü şartlarda yaşamaya mecbur ediliyor.
Türkiyenin insan hakları karnesindeki kırık notlarını temizlemek için bir an önce çağdaş bir mülteci politikası geliştirmesi ve imzacısı olduğu uluslararası sözleşmelere uyması gerekiyor. (MU/BA)