İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Kütüphane ve Müzeler Müdürlüğü tarafından 23 Kasım’da (yarın) Atatürk Kitaplığı’nda “Türkçe Edebiyatın Flanözleri, Evden Dışarı Çıkmak: Nezihe Muhiddin, Suat Derviş Leyla Erbil” başlıklı bir etkinlik düzenleyeceğini duyurdu.
Etkinliğin isminde “Türk edebiyatı” yerine “Türkçe edebiyat” kelimesinin kullanılmasına milliyetçi ve faşist çevrelerden tepkiler geldi.
İBB Kütüphane ve Müzeler Müdürlüğü etkinliğin duyurusunu kaldırdı ve etkinliğin iptal edildiğini açıkladı.
Ayrıca etkinliği düzenlediği için hedef gösterilen Dr. Senem Timuroğlu, hakaret ve damgalama içeren paylaşımlar hakkında suç duyurusu yaptıklarını açıkladı.
“Kendimizi korumak için iptal etmek zorunda kaldık”
Hakaret içeren mesajı yargıya taşıyacaklarını belirten Timuroğlu şunlar belirtti:
“Kendi argümanlarını kalemiyle sakince savunmak yerine, bağırıp çağırarak, dörtnala hakaretler savurarak, türlü karalama, iftiralarla bir takım kendini bilmezler tarafından linç girişiminde bulunuldu. Kendimizi bu saldırgan güruhtan korumak için etkinliği iptal etmek zorunda kaldık.”
“Öyle ki amaçları Türk edebiyatı/ Türkçe edebiyat tartışması yapmak değil; bana ve etkinliğin gerçekleşeceği kuruma saldırmak. Yoksa sakince eleştirilerini kaleme almayı tercih ederlerdi; yani beni "terörist" olmakla yaftalamaya neden ihtiyaç duysunlar ki? Buradan duyuruyorum, bu ithamlarda, iftiralarda bulunanlara dava açacağım.”
“Her edebiyatçı kendi zaviyesinden bakmakta özgürdür, biri Türk edebiyatı der, diğeri Edebiyatın vatanı dildir, Millet ya da Irk değildir diyerek Türkçe kullanımını seçer.”
‘Size selamet diliyorum’
“Buradan soruyorum, Emine Sevgi Özdamar, Almanca yazıyor, hangi edebiyata girer yapıtları? Ya Siyah ya Beyaz bakışı, kördür.
“19. yüzyıl milliyetçi/ ırkçı ulus devletlerin zihniyetiyle tasniflenen edebiyatları tartışmaya açmak, zihin açar. Zorbalıkla, tehditle, diktatörlükle dayatmaya çalıştığınız fikirden kime, ne hayır gelir. Size selamet diliyorum.”
“Burada asıl tehlike, ifade özgürlüğü alanının daralması, tartışma ortamının yok edilmesi, aynı fikirde olmayanların saldırıyla, linçle etkinlik iptal ettirmesi.”
Türk Edebiyatı mı denir, Türkçe Edebiyat mı denir? Hangisi doğrusu?
t24.com.tr’nin edebiyat dergisi K24’te Mesut Varlık bu konuya detaylıca değinmiş ve şu bilgileri vermişti:
Edebiyatı milliyetçi perspektiften okumaya devam etmeyi tercih eden edebiyatçıların olması anlaşılabilir. Ancak bunun bir seçim değil, değiştirilmesi teklif dahi edilemez bir hakikat bilgisi olduğunun iddia edilmesi kültürel faşizmdir: Kendi muhayyel icadının hakikat olarak dayatılmasıdır. Aksini veya gayrısını söylemeye kalkışanların cezalandırılmasında bir beis görmeyen, bundan tatmin duyan bir anlayışı hoş karşılamak mümkün değil elbette. Edebiyatımızdan bahsederken “Türkçe Edebiyat” demekten çekinmek, utanmak nedendir?
Sahi ne zamandan beri “Türk edebiyatı” deniyor? Elimizde böyle bir çalışma yok, bildiğim kadarıyla. Sanki “Türk Edebiyatı” derken hiçbir sorun yok da şimdi “Türkçe Edebiyat” diyerek nevzuhurluk yapıp lüzumsuz iş çıkarıyoruz gibi bir hava estiriliyor. Oysa hiç de öyle değil.
Türkiye’deki edebi tartışmalar, belki birkaçı hariç, neredeyse hep aynı dizgeyi izler: Biri bir şey söyler. Başkaları onu bastırmaya çalışır. Bu böyle devam eder, sonunda taraflar sıkılır ve konu ortalık yerde öylece kalıverir. Ne derinlikli, kavramsal bir tartışma yapılabilir ne de tarafların bir nebze de olsa birbirini ikna etmişliği vakidir.[2] Tartışmanın başında kim nerede duruyorsa sonunda da herkes aynı yerdedir.
“Türkçe edebiyat” tartışmasında konunun nereden başladığı pek umursanmıyor veya hatırlanmıyor sanırım. O nedenle, başlangıç vuruşunu yapan Mehmet Yaşın’ın yazdıklarına ve bugün de devam eden tepkilere odaklanacağım bu yazıda.
Politik bir tartışma
“Türkçe edebiyat” tartışması elbette edebiyat-içi bir tartışma değil; politik bir tartışma. Bundan tam 25 yıl önce[3]Mehmet Yaşın’ın, Memet Fuat yönetiminde çıkan Adam Sanat dergisinde Aralık 1994-Eylül 1995 arasında yazdığı “Poeturka” üstbaşlıklı yazı dizisi, aslında Mehmet Yaşın’ın kendi poetikasını ortaya koymak üzere dönemin şiir kitapları ve tartışmaları etrafında yazmaya başladığı yazılardan oluşuyor.
Şairler ve Türkçe şiirin hali ahvali üzerine söyledikleri bir yandan tartışma konusu olurken, “Pandora’nın kutusu”nu açan asıl mesele, Yaşın’ın “Türk” edebiyatı yerine “Türkçe” edebiyat önerisi oluyor. Poetikanın politik yanı ortaya çıkınca, olaylar bekleneceği şekilde gelişiyor. Mehmet Yaşın bu tartışmayı açtığında –tahmin edileceği ve bekleneceği üzere– işitmediği hakaret kalmıyor. Dönemin gazetelerinde, dergilerinde şairler, yazarlar neredeyse ağız birliği ederek Yaşın’a karşı çıkıyorlar, hatta aşağılayıcı ifadelerle saldırıyorlar.
Yaşın, Lefkoşa doğumlu olduğu için “yeterince Türk olmayışı”ndan başlayarak kendisine yöneltilen “eleştiri”ler kolay kabul edilebilir türden değil. Fakat “edebiyatımızdaki ilişkiler açısından olduğu kadar, insan ilişkileri açısından da yılgınlık verici”[4] bu tepkiler karşısında hiçbir yazısında adabını bozmadan, bu hâkim Türklük söyleminin sorunlarına işaret ediyor ve bunları tartışmaya açmayı sürdürüyor. Fakat ne zaman bu tartışma yeniden açılsa aynı tansiyonla devam ediyor ve sokak-milliyetçiliğinin ötesine geçilebildiğine henüz tanık olamadık.
Nafile bir aklıselim çağrısı
Yaşın’ın yazıları sonra Poeturka başlığıyla Ekim 1995’te kitaplaşıyor ve arka kapağında Memet Fuat’ın şu sözlerine yer verilerek satışa sunuluyor: “Mehmet Yaşın’ın önemli sorunları gündeme getirdiği kanısındayım... Değişik ülkelerde değişik ortamlara girip çıkan bu genç şair, bizi daha önce sorun etmediğimiz konularda düşünmeye zorluyor.”
Dönemin ateşli tartışmaları içerisinde bir tür aklıselim çağrısında bulunma ihtiyacı duyuyor Memet Fuat, anlaşılan. Mehmet Yaşın önemli bir konuyu, şimdiye kadar açılmamış bir tartışmayı gündeme getiriyor; çünkü ve muhtemelen Yaşın “değişik” dünya deneyimi gereği böyle bir öneride bulunuyor, “daha önce sorun etmediğimiz” bir konu, aramızda böyle düşünenler de olabilir... Memet Fuat’ın bu çağrısı karşılığını aklıselimle tartışan yazılarla bulamıyor, daha çok kendisine “saygı” gereği bir süre “susmak”la konu geçiştiriliyor.
Oysa yıllardır, ara ara, küçük küçük devam eden bu konuda bir adım mesafe alınamadı. Ne zaman biri “Türkçe edebiyat” diyecek olsa milliyetçi-ulusalcı tepkiler alışık oldukları üslupla toz-duman birbirine katıp konuyu “bastırıyorlar”.
(EMK)