"Taksi şoförlüğü yapıyordum. Yanımdan bir bomba geçti. Neye uğradığımı şaşırmıştım. Burada artık kalamazdık. Patrona anahtarları teslim ettim. Ve Halep'i terk ettik."
İdris 34 yaşında, Afrin'li bir Kürt. Halep'te savaş başlayınca neden doğduğu topraklara, Halep yakınlarındaki Afrin'e, geri döndüklerini bu sözlerle anlatıyor. Onun anadilinde, Kürtçe, anlattıklarını bir arkadaşım bana tercüme ediyor.
Ankara'da, gecekonduların karanlıkta görünmez olduğu bir semtte, bir savaşın binlerce hikayesinden birini dinliyoruz. Usul usul yanan bir soba ve odadan odaya koşuşan çocuklar eşlik ediyor bize.
Afrin'e gidiyorlar...
"Esad güçleriyle, çeteler arasında savaş başlayınca Afrin'e gittik. Babamlar orada yaşıyordu. Onlarda kaldık bir süre. Fakat Halep'te süren savaşın etkileri, Afrin'e de yansıyordu. Mesela yiyecekler Halep'ten geliyordu. Ancak Halep'in yolları kapanınca Afrin'e hiçbir şey gelmez oldu. Elektrikler kesiliyordu. Yakacak hiçbir şey yoktu. İnsanlar elbiselerini, mobilyalarını yakıyorlardı."
Esad güçlerine karşı savaşanları neden çete diye nitelendirdiğini soruyorum. " Onlar bir devrimin peşinde değildiler. Her şeyi para için yapıyorlardı. İnsanların evlerini talan ediyorlardı" diyor.
Afrin'de hayat pahalılaşmaya başlayınca, İdris orada da kalamayacaklarını anlamış. Ailesini Afrin'de bırakıp Ankara'ya gelmiş. Balgat'ta bir iş bulmuş kendine. Biraz para biriktirince ailesini de getirmiş.
Sınırı aşmak...
"Sınırı aşmak zor olmadı mı?" diye soruyorum. İdris'in eşi, ismini vermek istemiyor, araya giriyor. Anlatıyor:
"Dayım bizi Hatay'ın Kırıkhan ilçesine yakın bir sınıra getirdi. Sabahtı. Orada kaçakçılar vardı. Sınırın Türkiye tarafındaki kaçakçılarla haberleşip geçişi sağlıyorlardı. Kişi başı 20 lira civarında bir para alıyorlardı. Dokuz kişiydik. Ben, İdris, çocuklarım Mustafa ve Selahaddin, kız kardeşim, eşi ve çocukları Roni ile Rodin ve İdris'in kardeşi. Parayı verdik ve Kırıkhan tarafına geçtik. Orada otobüsle Ankara'ya geldik."
İdris, Türkiye devletinin de geçişlerini kolaylaştırdığını söylüyor. "Neden bunu yapsın ki?" diye soruyorum, şöyle yanıtlıyor:
"Kürtlerin gücünü zayıflatmak istiyorlardı. Bu yüzden Kürtlerin yaşadığı yerlerden insanların gelmesi işlerine geliyordu.
"Yabancı olduğum için..."
İdris, beş buçuk aydır geldikleri Ankara'da, bir lokantada bulaşıkçı olarak çalışıyor. Günlük 35 lira alıyor. Bunun sekiz lirası da yola gidiyor. Haftanın yedi günü, 12 saat çalışıyor. Bulaşıkçı olarak çalışmasının nedeni ise şöyle açıklıyor:
"Türkçe bilmediğim için, bulaşık yıkamak zorundayım. Pek görünür olmam istenmiyor. Ancak 'yabancı' olduğum için bütün angarya işleri de bana yaptırıyorlar. Sen bir şey diyebiliyor musun? Hayır. Çünkü mecbursun."
İdris, Diyarbakır, Batman, Mardin gibi Kürt illerinde yaşamayı çok istermiş. Ancak "Geçim derdi" diyor, "Bizi Ankara'ya getirdi."
"Bir gün topraklarımıza döneceğiz"
“Neden topraklarını savunmadın, ülkeni terk ettin?” gibi 'tepkilerle' karşılaştığında ne hissediyorsun, diye soruyorum. "Benim bir ailem, çocuklarım var. Onlar varken savaşamazdım. Bizler de bedeller ödedik. Hem burası da bizim ülkemizdir. Orası da Türkiyeli Kürtlerin ülkesidir. Kürdistan tektir. Bize bunu diyenler de oraya gidip savaşabilir" diyor.
İdris ve ailesi bir yıllık oturma izni almışlar. "Ama" diyor İdris, "Topraklarımız oradadır, bir gün döneceğiz."
"Sınırı geçtiğimizde Mustafa 25 günlüktü"
İdris'in eşi Halep'te sınıf öğretmenliği yapıyormuş. "Halep'e savaş gelmeden önce her şey çok güzeldi" diyor.
"Arabamız, evimiz vardı. Geceleri biz de erkekler gibi dışarıya çıkabiliyorduk. Özgürdük. Elektrik, su, kısacası her şey çok ucuzdu. Evlerimizde mazot sobaları vardı. Isınma sorunumuz yoktu. Burada her sabah odun kırıyoruz. (Gülüyor).
"Memlekette her ay yeni bir elbise alıyorduk. Burada çok zor. Çünkü her şey çok pahalı. Burada
kendimi 10 yaş yaşlanmış gibi hissediyorum. (Gülüyor)"
"Savaş başladığında ne hissettin?" diye soruyorum. "Evin yıkılıyor, işin elinden gidiyor. Bunları kaybettiğin zaman ne hissedersin?" diyor.
Durumu iyi olmayanların Halep'ten kaçamadığını ve küçücük evlerde onlarca insanın kaldığını anlatıyor sonra. "Savaş o evlerin içinde hissediliyordu en çok."
Sınırdan geçtiklerinde küçük çocukları Mustafa henüz 25 günlükmüş. Adını, savaş başladığında kalp krizi geçirerek hayatını kaybeden dedesinden almış. "Yeni doğurmuştum, hastaydım. Ama mecburduk" diyor.
İdris'in eşi çalışmıyor. Sınırı beraber geçtikleri kız kardeşi ve onun ailesi ile birlikte aynı evde kalıyorlar. Yeğenleri Roni ve Rodin okul çağındalar. Ancak okula gidemiyorlar.
"Herkes birbiriyle savaşıyor"
İdris'in eşi anlatmaya devam ediyor:
"Yarın ne olacağını bilmiyorum, gelecek planları yapamıyorum. Çocukları düşünüyorum en çok. Evden pek çıkmıyorlar. Mahalledeki çocuklar, bizim çocuklardan nedense uzak duruyorlar."
"Komşularınızla aranız nasıl?" diye soruyorum. "Bizim mahallede Suriye'den gelen iki aile daha var. Onlarla görüşüyoruz. Ev sahibimiz de çok iyi bir insan" diyor.
İdris'in eşi savaşın hiç bitmeyeceğini düşünüyor. Ona göre iki taraf diye bir şey yok. "Herkes birbiriyle savaşıyor."
Biz sohbetimizi bitirirken bir Arap kanalında "Hatırla Sevgili" dizisi başlıyor. Çocuklar odadan odaya koşuşmaya devam ediyor. Soba giderek sessizleşiyor. Kalkıyoruz. Dışarıya çıkınca bir kez daha bakıyorum gecekondulara. Gerçekten de geceleri görünmez oluyorlar. (SK/HK)