Cumhurbaşkanı ve 28. Dönem Milletvekili Seçimi için Türkiye dışında, 75 ülkede sandıklar kuruldu. Bu ülkelerden biri olan Avusturya’da, Erdoğan her iki turda da kullanılan oyların yaklaşık yüzde 75’ini aldı.
Avusturya Yeşiller Partisi (Die Grünen) Viyana Parlamentosu Milletvekili, aynı zamanda da partisinin İnsan Hakları sözcülüğünü yürüten, Avukat Berivan Aslan ile Türkiyeli göçmenlerin seçime yönelik eğilimi, Türkiye- Avrupa Birliği (AB) ilişkileri, Avrupa’da yükselen sağ popülizm gibi konular üzerine Viyana’da söyleştik.
Aslan’a göre Erdoğan ve Avrupa’daki sağ popülist partiler arasına sıkışan Türkiyeli göçmenler günün sonunda en çok kaybedenler oluyor.
"Çocukların sosyalizasyonu Erdoğan'a ilgi duyan çevrelerle temasa geçerek sağlanıyor"
Türkiye'de gerçekleşen 2023 Seçimleri’nde oy kullanan ve Avusturya’da yaşayan Türkiyeli göçmenlerin neredeyse yüzde 75’i Cumhurbaşkanı seçiminde Erdoğan’a oy verdi. Bu tabloyu nasıl yorumluyorsunuz?
Türkiye'den misafir işçi olarak göç edilen ilk yerler Avusturya, Almanya gibi ülkeler oldu. Bu işçilerin büyük bir çoğunluğu Türkiye’nin kırsal bölgelerinden bu ülkelere göç ettiler.
Bu insanlar Türkiye’de yaşarken de zaten çoğunlukla sağ partilere ilgi duyuyorlardı. Örneğin; İsviçre ya da İskandinav ülkelerindeki oy sonuçlarına baktığımızda daha farklı bir durum görüyoruz.
Buralarda Kılıçdaroğlu‘na yönelik daha fazla bir ilgi var. Çünkü bu ülkelere Aleviler ve Kürtler daha fazla göç ettiler. Mesela Tokyo’da iki bini aşkın bir Kürt Alevi nüfus bulunuyor. Japonya’da da Kılıçdaroğlu yüksek bir oy aldı. Bu durum meselenin daha çok sosyolojik boyutunu oluşturuyor.
Avusturya ve Almanya gibi ülkeler göçmenlere yönelik entegrasyon politikalarına yeteri derecede önem göstermedi. Göçmenleri sadece “misafir işçi” olarak gördüğü için kapsamlı bir politika üretmedi. Örneğin Fransa'nın kolonyalizmden kaynaklı farklı bir göçmen tarihi bulunuyor; bundan dolayı da orada göçmenlere yönelik farklı bir bakış açısı mevcut.
Avusturya'da ise seçmenlerin çoğunluğu sağ-muhafazakâr bir çizgiye sahip. Dolayısıyla göçmenlere yönelik olumsuz bir bakış açısı söz konusu. Erdoğan bu eksik göç politikasından faydalanarak göçmenlerin aidiyet duygularına yöneldi, yöneliyor. Örneğin Avusturya'da doğup büyüyen bir Türkiyeli çocuğun kendisini Avusturya'ya ait hissetmesi, Erdoğan’ın isteyeceği bir şey değil. O çocuk buraya dair ne kadar az aidiyet duygusu hissederse, Türkiye'yle olan bağları da o kadar güçlenecek ve bu da kendisine olan ilgiyi arttıracak diye düşünüyor.
Sizce buradaki göçmenler üzerinde Türkiye’deki iktidarın nasıl bir ağırlığı ve politikası bulunmakta?
Burada bir tarafını Erdoğan’ın ve iktidarının oluşturduğu diğer tarafını ise Avrupa’daki aşırı sağcı ya da sağ popülist partilerin oluşturduğu bir politika söz konusu.
Avrupa'da, Erdoğan yanlısı göçmenlerin sesi ne kadar yükselir ve sokakta görünürlükleri ne kadar artarsa, aşırı sağ partiler de bu durumdan o kadar faydalanıyor. Göçmenlere yönelik entegrasyon politikasını destekleyen kesimlere şöyle sesleniyorlar: “Entegrasyon politikasına zaman ayırmayın, çünkü biz haklıyız. Boşuna bizim vergilerimizle bu alanlara bütçeler ayırıyorsunuz. Zaten bu insanlar kendilerini hiçbir zaman buraya ait hissetmeyecekler.”
Bu da kısır bir döngü yaratıyor. Yabancı düşmanlığı arttıkça, bu insanlar da Erdoğan’a daha fazla sığınıyor. Erdoğan da onlara şunu söylüyor: “Siz ne kadar çırpınırsanız çırpının, sizi kabullenmeyecekler.” Her iki taraf da oylarını arttırırken burada en çok kaybeden yine göçmenler oluyor.
Avusturya’daki 3. kuşak göçmenler Türkiye’ye daha çok tatil amaçlı gidip geliyor. Yine de Erdoğan’a ve politikalarına ilgisi yüksek olan çok fazla genç var. Bu ilgi nereden geliyor?
Her kesimin gerçeklikleri farklı. Onlar başka bir dünyada yaşıyor. Aileleri evde sadece Erdoğan’a yönelik propagandanın yaygın olduğu kanalları izliyor. Anne babalar çocuklarına bu tarz bir siyasi aktarım sağlıyor.
Çocukların sosyalizasyonu Erdoğan’a ilgi duyan çevrelerle temasa geçerek sağlanıyor. Örneğin Türkiye’de yaşanan hukuksuzlukların farkında değiller. Farkında olduklarında ise “teröristlerdir”, “kesin bir suçları vardır” deyip geçiştirebiliyorlar.
Sokak röportajlarına baktığımızda yurtdışında yaşayan ve iktidarı destekleyen göçmenlerin Türkiye’de yaşayan insanlarla ülkedeki sorunlar üzerine tartıştıklarında daha agresif bir tutum sergileyebildiklerini görüyoruz. Bunun nedeni sizce ne olabilir?
Göçmenler, ikinci sınıf insan muamelesi gördüklerini hissettiklerinde bir tür azınlık kompleksi içerisine girebiliyor. Zaman zaman isimlerinden, inançlarından, etnik kökenlerinden, işçi olmalarından dolayı ikinci sınıf insan muamelesi görebiliyorlar. Bu durumun yarattığı patlama ise kendini ispat etme çabasına dönüşüyor.
Erdoğan da onlara “Sizi sahiplenmiyorlar, ama merak etmeyin, arkınızda Erdoğan ve Türkiye Cumhuriyeti var” dediğinde ona yönelik sahiplenme duygusu da artıyor.
"İki yüzlü bir politika yürütüldü"
Seçimin sona ermesinin ardından Viyana’da göçmelerin yoğunluklu yaşadığı bölgelerde Erdoğan destekçileri kutlamalar gerçekleştirdi. Avusturya kamuoyu bu kutlamaları nasıl görüyor?
Gençlerin kutlama yapmalarını, sevinmelerini bir nebze anlayabiliyorum. Fakat çoğunlukla sorunlu bir kutlama yapıldı. “Allahu Ekber” nidaları atıldı, bozkurt işareti yapıldı. Bozkurt işareti, Hitler'i sembolize eden işaret, genel anlamda faşizmi sembolize eden işaretler Avusturya’da yasak.
Dolayısıyla bu işaretlerin yapılması, normalleştirilmesi ve anti-demokratik söyleme yönelim tepki çekti. Avusturyalılar genel olarak bu duruma şöyle de şaşırdı:
"Bu ülkede milyonlarca insan yoksullukla mücadele ediyor, birçok insan depremde hayatını kaybetti. Bu kadar coşkulu bir kutlama nasıl gerçekleştiriliyor?”
Bu sonuçlardan sonra Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkisi nasıl bir düzlemde ilerleyecek sizce?
Erdoğan’ın yeniden seçilmesi Türkiye'nin AB üyeliğini imkânsız bir noktaya getirdi. Genel anlamıyla AB hiçbir zaman Türkiye'nin üyeliği için büyük bir çaba sarf etmedi aslında.
Burada çoğu zaman iki yüzlü bir politika yürütüldü. Bu noktada Erdoğan’ın kazanması ve izlediği politikalar Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkan sağ popülist partilerin de işine geldi. AB için Türkiye, temel anlamıyla mültecileri barındıran bir ülke olma konumunu sürdürmüş olacak.
Schengen vizelerine ret verilmesi ya da başvuruların sürüncemede bırakılması da bu durumun bir parçası mı?
Türkiye’den yapılan vize başvurularının kolaylaştırılması için Meclis'te bir teklifte bulunmuştum. Bazı sosyal demokratların da oylarıyla bu reddedildi. Sebep olarak ise Suriye, İran gibi başka ülkelerden mülteci başvurularının zaten kabul edildiğini bunun yanında da Türkiye'nin AB üyeliği sürecinin devam ettiğini ve 80 milyondan fazla bir nüfusa sahip olması gibi nedenler öne sürüldü. Endişe duyuyorlar. Çünkü vize kolaylığı sağlanırsa Türkiye’deki mültecilerin de gelebileceğini düşünüyorlar.
Burada doğup büyüyen üçüncü kuşak dahi onlara radikal gelebiliyorken Türkiye’den gelecek olanları daha da tehlikeli görebiliyorlar. Tabii bunun yanında genel anlamda bu ülkelerin nüfuslarının küçük olması da etkili. Örneğin Avusturya, İsviçre gibi ülkeler 10 milyondan daha az bir nüfusa sahip.
Kemal Kılıçdaroğlu özellikle ikinci turda milliyetçi söylemi ve mülteci karşıtlığını öne çıkaran bir seçim kampanyası yürüttü. Bu kampanya Avrupa’da nasıl karşılandı?
Yeşiller, sosyal demokratlar gibi kesimlerde büyük bir şaşkınlık yarattı. Kılıçdaroğlu'nu ilk turda destekleyenler, ikinci turda aynı oranda desteklemedi. İlk turda izlediği seçim politikasına zıt bir politika yürütmesi Avrupalı siyasetçilerde bir tür kafa karışıklığı yarattı. Kılıçdaroğlu'nun bu politikası iç politikaya, seçime yönelik bir söylem olsa da dış politikada kendisi adına olumsuz bir izlenim yarattı.
Erdoğan ise bu noktada güvenilmez bir partner olsa da “bildiğimiz bir partner”e dönüştü. Normal şartlar altında Uluslararası Anlaşmalar gereği, her komşu ülke savaş durumunda o ülkenin insanlarını kabul etmek zorunda. Türkiye mültecilerin büyük çoğunluğunu aldı ama müzakere masasında bunu kendisi için bir koz olarak kullandı. Hem AB’den büyük paralar aldı hem de mültecileri bir siyasi şantaja dönüştürerek ülkesindeki insan hakları ihlallerini görünmez kılmaya çalıştı.
Avrupa’daki sol, sosyal demokrat partilerin göçmenlerle ilişkisini nasıl görüyorsunuz?
Biz Yeşiller Partisi olarak net bir tavra sahibiz: İnsan Hakları temelli bir parti olduğumuz için islamist ve ırkçı ideolojileri reddediyoruz. Dolayısıyla bu tür kesimlerle ilişki kurmuyoruz. Ancak sosyal demokratlarda durum daha farklı.
Örneğin Avusturya Sosyal Demokrat Partisi’nden (SPÖ) Viyana Belediye Başkanı Michael Ludwig, protokol gereği bir zorunluluğu olmadığı halde Türkiye gittiğinde Erdoğan ile görüştü. Avusturya’da seçimler olduğunda sosyal demokratlar AKP'nin lobi örgütü olan UID'i (Union of International Democrats) ziyaret ediyor, iftar yemeklerine katılıyor. Hem ülkücülerle bir bağ kuruyorlar hem de 1 Mayıs’ta Kürtlerle, sol demokrat kesimlerle yürüyorlar.
Her kesimden oy alma istekleri buna yol açıyor aslında. Örneğin depremden sonra konteynır yardımı yapılması için teklifte bulundum, ilk karşı çıkanlar sosyal demokratlar oldu. Onlar bu yardımların Kızılay üzerinden yapılmasını istiyorlardı. Sonuç olarak Kızılay’ın nasıl bir pratik sergilediğini hep birlikte gördük.
(SK/EMK)