Osmangazi Üniversitesinden Prof. Dr. Cem Kaptanoğlu ise, klişeleşen "Artık hiçbir şey eskisi gibi değildir" cümlesinin travma geçiren biri için "gerçek" olduğunun altını çiziyor.
Düzenleme Kurulu başkanlığını Kocaeli Üniversitesi'nden Prof. Dr. Emin Önder, sekreteryasını Prof. Dr. Şahika Yüksel ve Tamer Aker'in yaptığı III. Travma Toplantıları çerçevesinde düzenlenen, çok az gazetecinin bulunduğu, 200 kadar psikiyatr ve psikologun izlediği panelde, medyanın travmatik olayları ne kadar ve nasıl vermesi gerektiği tartışıldı; medya ağır eleştirilere maruz kalınca en çok soru da gazeteci olarak Mete Çubukçu'ya geldi.
III. Travma Toplantıları İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı İstanbul Psikososyal Travma Programı, Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Ruhsal Travma Merkezi ve Avrupa Travmatik Stres Çalışmaları Derneği'nin ortak çalışmasıyla düzenlendi; Türkiye Psikiyatri Derneği ve IPS İletişim Vakfı da toplantıları destekleyen kuruluşlar arasında yer aldı.
Prof. Dr. Kaptanoğlu: Yeni Hayat travmayı kutsuyor
Prof. Dr. Kaptanoğlu, "Haberdar olmak da bizi travmatize ediyor mu?" diye soruyor ve yanıtlıyor: Medya travmatik olaylardan söz ederken bizler travmatize olabiliyoruz." Yani, medyanın aktardığı da ruhsal travmaya yol açabiliyor.
"Ruhsal travma yaratan olaylar, bireyin kendisi, diğerleri, gelecek ve dünya ile ilgili inanç ve yargılarını sarsan/yıkan yaşantılardır."
İşte, Kaptanoğlu'nun söylediği "Artık, hiçbir şey eskisi gibi değildir," burada devreye giriyor. "Travmatik olay sonrasında kişi kendisi, diğerleri ve dünyaya dair kurgu ve tasarımlarını tekrar gözden geçirmek zorunda kalır."
Kaptanoğlu, sanatla travma ilişkisini örneklendirilirken, Orhan Pamuk'un Yeni Hayat'ına gönderme yapıyor: "Pamuk Yeni Hayat'ta travmaları kutsuyor."
William Randall'ın deyişiyle, "İnsan hikayesi olan hayvandır", dolayısıyla Kaptanaoğlu'nun tanımıyla da kısaca travma, "hikayeyi bozuyor".
Yani, kişi sözgelimi "Ben babası tarafından tecavüze uğramış şuyum" diyemeyince "hikaye" bozuluyor.
Kaptanoğlu, "Saldırganlarla mağdurlar arasında tanıklar var" diyor. Medya da tam bu noktada devreye giriyor. Tanıkların tanıklık edebilmesi, rahatlık sağlayan öykülerin anlatılması için öncelikle güvenlik gerekiyor.
"78'liler yeni yazmaya başladılar öyküleri. Büyük Adam Küçük aşk bir tanıklıktı, yasaklandı... Ararat da oynatılamadı. İyileşmek öyküyü yeniden yazmaktır."
Anıların mutlak efendisi medya
Kaptanoğlu, "Medya da öykülüyor ve medyatik gerçekliği aratıyor," diyor ve özellikle altını çiziyor: "Medyatik gerçeklik değiştirilemez ve kabulü istenir."
"Medyatik öykü gerçeği doğrudan yaşayanlar, tanık olanlar ve dolaylı olarak haberdar olanlar, yani toplum için yazılır. "
Bu medyatik gerçeklik, travmayı yaşayanların gerçeğinden farklıdır, o yüzden "medya anıların mutlak efendisidir" ve iki gerçeklik arasında bir uçurum varsa, travmayı yaşayanlarda "öç duygusu" yaratır.
Aslında, dezenformasyon da buralardan geçiyor, Kaptanoğlu, "Dezenformasyon gerek dışı bilgi vermek değil, gerçeğin kötü kullanımıdır" diyor.
Daly: Buradaki haber ne?
Oscar Daly, sunuşunda Kuzey İrlanda medyasından örneklerle travmayı ve "medyatik gerçekliği" tartıştı, sağlık çalışanlarıyla medya ilişkilerinin geliştirilmesi gerektiğini söyledi.
"Gazeteciye işinin zor olduğunu söylemeliyiz. Ama, gazeteciye neye ihtiyacı olduğunu da sormalıyız."
Daly, gazetecilere, haberi yazarken, öncelikle "Buradaki haber ne, haber kim" sorusunu öneriyor: "Gazeteci manipule edilmekle kalmaz, 'haberi' kendisi de manipule eder. "
Yine, Kuzey İrlanda'dan bir örnekle Daly anlatıyor: "Mesela gazeteci çocuklara para verir, taş attırır. Çocuklar aslında boş araziye doğru taş atarlar, haberde bu güvenlik kuvvetlerine taş atmışlar gibi yansıtılır."
Medyanın gücünün sadece kötü yanlarıyla ele alınmaması gerektiğine dikkat çeken Daly, iyi örnekleri de hatırlattı: "Bob Geldoff ve BandAid projesi Afrika'daki açlığa karşı örgütlenmenin en iyi örneğiydi. Bu da medya sayesinde oldu."
Daly'nin bir örneği de Viyana'dan. Bir ara Viyana'da genç kızlar raylara uzanarak intihar etmeye başlarlar. İntiharlar haber oluyor, haber yapıldıkça da intiharlar sürüyor. Sonunda, intiharın haber yapılmamasına karar veriliyor ve olaylar durmuş gibi gösteriliyor.
Çubukçu: Ne kadar verelim?
Gazete Çubukçu, Daly'nin bıraktığı yerden gazetecinin yaşadığı çelişkiye değinerek sözlerine başladı: "Kurbanla ilgilenmek ya da haberi yapmaya devam edebilmek gazetecinin ancak haberi yaparken, yani tam da o anda verebileceği bir karardır. "
"Niçin kana ilgi var?" Çubukçu, başkasının acısına ilgi duyulduğunu söylüyor : "İnsanlar görüntülerden etkileniyor, ama empati de var."
Irak savaşıyla birlikte savaş görüntülerinin ne kadarının verilmesi gerektiği üzerine tartışmalar başladı.
Son on yıldır, dünyada sıcak çatışmaların yaşandığı bölgelerde haber izleyen Çubukçu, travma bağlamında şiddet içeren, kanlı görüntüleri "ne kadar verelim" diye soruyor: "Cesetlere, çatışmalara tanık oldum, görüntüleri mi yayınlamayalım? Haberleri mi vermeyelim?"
Çubukçu, "Tabii ki bir sınır var," diyor ve ekliyor: "Çok temiz bir dünyada yaşamıyoruz. Gerçekleri iletmemiz gerektiğini düşünüyorum."
Marlboro man Miller
Felluce'ye saldıran Amerikan Deniz Piyadelerinden er James Blake Miller, saldırı sonrası, başında çelik miğferi, yüzündeki kamuflaj boyası ve çatışmalardan kalan barut ve ağzındaki Marlboro sigarası ile görüntülenmiş.
Amerika Birleşik Devletleri'nde 100'den fazla gazetede yayımlanan Er Miller'in fotoğrafından yola çıkarak medyanın yaklaşımını ve Los Angeles Times gazetesinde yayımlanan okur tepkilerini değerlendiren Çubukçu,"Amerikalılar, kimyasal silahların kullanıldığı, sayısı belirsiz sivilin öldürüldüğü Felluce'de, yükselen dumanlardan çok er Miller'in ağzındaki sigaranın dumanı ile ilgili," diyor.
Medyanın mağdura yaklaşımını rencide edici, kışkırtıcı, mağduru daha mağdur edici bulan Çubukçu, olayları nasıl aktaracağız, kendimizi nasıl koruyacağız" diye soruyor.
Medyanın etiği yok mu?
Genelde hekimler, özel olarak ruh sağlığı uzmanları sürekli kongreler yapan, mesleklerindeki gelişmeleri, hayattaki karşılıklarını ve etik kuralları tartışan bir meslek grubu olarak habercilere soruyor: "Gazetecilerin etik kuralları yok mu? Gazeteciler eğitim toplantıları yapmazlar mı?"
İki saatlik panelin, özlü sunuşlardan sonra neredeyse yarı zamanı sorular, yorumlar ve yanıtların tartışılmasıyla geçti.
Çubukçu, panelistler arasındaki tek gazeteci olarak etik kuralları, haberin yaşadığı aşamaları, aradaki editoryal süreçleri anlattı, sorular yine de bitmedi.
Medyaya yöneltilen bunca eleştirinin ortaya çıkardığı "kara tablo"ya karşı tek gazeteci panelist, çözümü örnek vermekte buldu: "Eğer televizyonlarda gördüğünüzü, gazetelerde okuduklarınızı beğenmiyorsanız, bianet gibi alternatif haber mecralarını izleyin."
Travmada taraflar olduğu gibi medyada da taraflar vardı, Çubukçu'nun, haberin tüketicileri olarak bütün salona yaptığı çağrıyla panel sona erdi: "Okurlar da haber alma hakkına sahip çıkmalı, tepkilerini dillendirmeli." (NM/BB)