Devlet yetkililerinin Hayata Dönüş olarak adlandırdıkları operasyonda, ikisi asker 32 kişi yaşamını yitirdi; onlarca tutuklu ve hükümlü yaralandı, sakat kaldı. Dört kadın mahkum yanarak öldü ve 19 Aralık sabahı tutuklu ve hükümlülerin F tipi cezaevlerine nakli başladı.
Operasyon, insan hakları örgütlerinin, aydın ve sanatçıların sürdürdükleri uzlaşma arayışının da sonuydu. Altyapısı tamamlanmamış cezaevlerine, tecrit ve izolasyona gönderilen mahkumların neredeyse tamamı, bu tarihten sonra ölüm oruçlarına başladıklarını açıkladılar ve böylece, 107 kişinin ölümüyle sonuçlanan ölüm orucu süreci de başlamış oldu.
19 Aralık Operasyonunun üçüncü yıldönümünde, İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi Cezaevleri Komisyonu Başkanı Ümit Efe ile operasyonu, ölüm oruçlarını ve Türkiyedeki cezaevleri sistemine ilişkin gelişmeleri konuştuk.
Türkiyede F tipi cezaevleri sorunu, nasıl başladı?
19 Aralıkın kökeni, cezaevlerinde yeni bir politikanın uygulanmasıyla başladı. Katliama neden olan sürecin ilk ışığı, 1997 Temmuz Genelgesiydi. Bu genelgede, üstü örtülü bir şekilde, küçük oda uygulamalarına geçileceği belirtiliyordu.
Buna sivil toplum örgütlerinden ve insan hakları örgütlerinden muhalefet yükseldi. Bunun tecrit içerikli bir yaklaşım olduğunu, cezaevi politikasının sicilinin zaten bozuk olduğunu söyledik. Tecrit uygulamalarının insan haklarına, insana aykırı bir uygulama olduğundan ve vazgeçilmesi gerektiğinden bahsettik.
1997 Temmuz genelgesi geri çekildi; Ağustosta yeniden bir genelge yayınlandı. Bu genelgede, tetikçilerin, farklı cinsel tercihi olanların ve mafya şeflerinin bu odalara konulacağından bahsediliyordu. Hiç kimsenin tecrit edilmesinden hareketle, buna da karşı çıkıldı.
Böyle başlayan süreç sonucunda, 2000 yılına kadar geçen zamanda hükümet ve devlet, büyük ihale bedelleri ödeyerek Türkiyenin altı yerinde, daha sonra F tipi cezaevleri olarak adlandırılan hücre tipi cezaevlerinin yapımına başlamıştı. Bu hazırlıklar, büyük bir gizlilikle sürdürüldü.
Bu sürece tutuklu ve hükümlüler, yakınları ve sivil toplum örgütleri nasıl tepki gösterdi?
Mahpuslarda ve sivil toplum örgütlerinde büyük bir tedirginlik yaratan bir süreçti. Bu cezaevleri, yapımı bittikten sonra kamuoyuna göstermelik bir biçimde açıldı. Bunları devlet beş yıldızlı cezaevi olarak adlandırıyordu.
Cezaevleri gezildiğinde, sivil toplum örgütlerinin ortak görüşü, izolasyon-tecrit tipi cezaevleri olduklarıydı. F tipi cezaevlerinin bir psiko-terör odağı olarak düzenlendiği, uzun ve sessiz bir öldürme konsepti oluşturulduğu konusundaki kaygılarımızı bir kez daha ifade ettik.
Cezaevlerinin insana dair düzenlenmesi çabalarımıza, hükümet ve devlet sessiz kaldı. Bu projeler de bizim belleğimize, illegal projeler olarak kaydoldu; çünkü gizlice yapıldı ve sonuçlarına katlanılması beklenildi.
19 Aralık operasyonu ile sonuçlanan süreçte neler oldu? Operasyonun sonuçları ve toplumsal etkileri nelerdi?
Bu cezaevlerine girmeyeceklerini söyleyerek, bir grup mahpus ölüm oruçlarına başladı. Hükümet ve devlet yetkilileri, sanatçılar ve aydınlar, ölüm oruçlarının sonlandırılması için bir uzlaşma noktası arıyorlardı. 18 Aralıka kadar bu umudumuzu hiç yitirmemiştik. 18 Aralıkı 19 Aralıka bağlayan gece, 21 cezaevine yüksek şiddetli bir saldırı yapıldı.
Bu saldırı, topluma naklen yayınla izlettirildi. Yanan insanlar, kurşunlanan cesetler, yakılmış cezaevi görüntüleri televizyonlardan an be an yayınlandı
Bir kez daha hissettik ki, bu sadece cezaevlerine yönelik bir politika değildi; tüm toplumu terörize etmeyi amaçlıyordu. Kapılarından çok rahat girilebilecek cezaevlerine duvarlar, tavan delinerek; yüzlerce, binlerce bomba atılarak girildi.
Operasyonlar karşısında ilk tepkiniz nasıldı?
17-18 Aralık, insan hakları haftasının son günüdür. 18 Aralıkta, Bu sorun çözülsün başlıklı yürüyüşümüzün ardından hepimiz gözaltına alındık, derneğimiz basıldı, katliamın tanığı olmamız engellenmeye çalışıldı.
Biz, 18ini 19una bağlayan gecenin sabahında bırakıldık ve hapishanelerdeki yangını izlemeye başladık, cesetleri aramaya başladık.
Operasyon sonucu, ikisi güvenlik görevlisi 32 kişi yaşamını yitirdi. Dört kadın yakılarak öldürüldü. Bütün cesetlerde kurşun yarası, yanık ve işkence izleri vardı. Hatta cesetlerin bir kısmını aileleri dahi teşhis edemedi.
Operasyonla ilgili olarak, Bayrampaşa Cezaevindeki tutuklu ve hükümlüler hakkında dava açıldı?
19 Aralık sonrasında, İçişleri Bakanı Saadettin Tantan, operasyon için bir yıldır hazırlık yaptıklarını açıkladı. Ancak, saldırı sonrasında daha çok mahkumlar suçlandı. Operasyon sırasında Bayrampaşa Cezaevinde bulunan tutuklu ve hükümlüler hakkında, isyan çıkarttıkları ve devlet malına zarar verdikleri gerekçesiyle dava açıldı.
167 tutuklu ve hükümlü şu anda, arkadaşlarını öldürdüklerine dair iddialarla bezenmiş iddianamelerle yargılanıyorlar.
Operasyondan sonra tutuklu ve hükümlüler F tiplerine nakledildiler?
Operasyonun hemen ardından tutuklu ve hükümlüler F tipi cezaevlerine götürüldüler. Operasyon sırasında ölüm orucunda olan, yaralanan mahkumlar uzun süre cezaevinin bahçesinde bekletildiler.
Altı erkek mahkum, copla tecavüze uğradığı iddiasında bulundu. Çok sayıda mahkum, işkence gördüğünü ileri sürdü. Bunların hastaneye sevkleri sağlanamadı.
F tipi cezaevlerinde koşullar nasıldı? İnşaatların tamamlanmadığı, barınma koşullarının uygunsuzluğu tartışıldı?
Bu cezaevlerinin altyapısı tamamlanmamıştı. Burada da işkence ve yaptırımlar uzun süre devam etti. Bunun üzerine, mahkumların neredeyse tamamı ölüm orucu eylemine başladı. Sayı o dönemde bini aşmıştı.
Ölüm orucu eylemi, 2000 yılından bu yana değişik yoğunluklarla sürüyor. 17si hapishane dışında olmak üzere 107 kişi yaşamını yitirdi. 17 kişinin yedisi, destek amaçlı ölüm orucuna giren tutuklu yakınlarıydı; 10u da cezaevinden tahliye olduktan sonra eylemlerini sürdüren kişilerdi. Üç kişi Küçükarmutludaki saldırıda yaşamını yitirdi.
Tahliye olan ve dışarıdan destek verenler, ölüm orucu eylemlerini Küçükarmutludaki evlerde sürdürüyorlardı. Polis bu evlere üç kez operasyon düzenledi. İki orta yoğunluklu şiddete dayalıydı ve bombalarla saldırmışlardı.
Üçüncüsünde, üç kişi kurşunlanarak öldürüldü. Üçü de evde bulunan refakatçilerdi. Evde bulunan bir ölüm orucu eylemcisi de saldırı nedeniyle yaşamını yitirdi.
Ölüm orucu eylemcilerinde kalıcı sağlık sorunları da oluştu. Bir çok tutuklu ve hükümlünün bu nedenle tahliye edildiklerini hatırlıyoruz
Ölüm orucu sırasında 500ün üzerinde insan, uzun süreli açlığın neden olduğu Wernicke-Korsakoff hastalığına yakalandı. Bu, beyin ve vücut sinirlerinin ölümü diye tabir edilen, iyileşmesi mümkün görünmeyen bir hastalık.
O süreçte bir çok insan, Ceza Muhakemeleri Usul Kanununun 399. maddesi gereğince tahliye edildi. Wernicke-Korsakoff hastalarının hepsi yoğun kilo kaybına uğramışlardı, yürüyemiyor ve tek başlarına hayatlarını sürdüremiyorlardı. Ölüm sınırındaydılar.
Tahliyeler bir yanıyla, ölüm oruçlarını engellemenin de bir yoluydu ve tahliye edilenlerin tedavilerini devlet üstlenmedi. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) tarafından tedavi edildiler.
Ölüm orucu eylemi nedeniyle sağlık durumları kötüleşenler, geçici bir süre için tahliye edilmişlerdi. Bu süre dolduktan sonra ne oldu?
Bu hastaların neredeyse tamamı, hayatlarını artık eskisi gibi sürdüremiyor. Şimdilerde, Wernicke Korsakofftan serbest bırakılanlardan 15i hakkında tutuklama kararı çıkartıldı. Daha önce tahliyelerine karar veren Adli Tıp Kurumu, şimdi bu hastaların tutuklanmalarına karar veriyor.
Oysa bu, iyileşmesi mümkün olmayan bir hastalık. İstanbul Üniversitesi (İÜ) Nöroloji Anabilim Dalı Başkanlığının görüşüne göre, bir yıl içerisinde bir iyileşme performansı sağlanmakla birlikte, bu hastalarda hayat boyu düzelmesi mümkün olmayan arazlar kalıyor.
Wernicke Korsakoff hastalarında kafa, kol, bacak bölgelerinde aşırı titremeler, geçmişe ait hafıza kaybı, geleceği akılda tutamama gibi arazlar görünüyor. Hastaların çoğu, 2.5-3 yaşında çocuk gibiler. Yalnız yürüyemiyor, tek başlarına yaşayamıyorlar.
Bu koşullarda tutuklanan bir kişi, hayatını cezaevinde sürdürebilir mi?
İyileştiğini gerekçe göstererek, Tekin Yıldız isimli bir kişiyi tutukladılar. Belki tek başına, belki iki kişiyle cezaevinde bir hücrede kalacak. Tek başına yürüyemiyor, yemek yiyemiyor, tuvalet ihtiyacını gideremiyor. Hiçbir işini tek başına yapamıyor.
Cezaevinde iyi beslenemeyecek, yeterince hava alamayacak, tıbbi kontrolleri yapılmayacak, ilaçlarına ulaşamayacak, tedavi göremeyecek. Bu tip hastalıklarda sosyal iletişim ve renk çok önemli. Tamamen renksiz bir ortamda, sosyal iletişimden uzak kalacak. Bütün bunlar travmasının gelişmesine neden olacak.
Cezaevinde uzun süre yaşaması mümkün değil, çok zor bir yaşantı olacak.
Bu konuda Adli Tıp Kurumu ile de görüşüyoruz. Tıbbi gerekçelerin politik gerekçelere dönüşemeyeceğini düşünüyoruz. Adli Tıp Kurumu, bilirkişi konumunda, önemli bir kurum. İlk tahliye raporlarını verdiklerinde, raporumuzun arkasındayız demişlerdi; Adli Tıp Kurumu Başkanı, Wernicke Korsakoffun iyileşmesi mümkün olmayan bir hastalık olduğuna dair açıklama yapmıştı.
19 Aralık operasyonundan sonra, cezaevi sorunu kamuoyunun gündeminden uzaklaştı. Bu süreçte cezaevleriyle ilgili bir gelişme yaşandı mı?
19 Aralıktan bu yana, F tipi projesinin ideolojik altyapısını oluşturan bir çok yasa çıktı. Cezaevleri izleme kurulları, üçlü protokol, infaz yargıçlığı gibi; Türk Ceza İnfaz Kanunundaki Yeni Değişiklikler başlığındaki kanun tasarısı gibi ki, en önemlisi budur.
Bu 124 maddelik bir kanun tasarısı. Prof. Sulhi Dönmezer başkanlığında hazırlandı. Şu anda Adalet Komisyonunda. Bugüne kadar cezaevlerinde uygulanan bütün keyfi genelgeleri kanun hükmüne bağlı kılan bir yasa tasarısı. Sessiz direnişi bile yasaklayan bir yaklaşımı var.
Siz, hiçbir şey yapmadınız. Hücredesiniz. Nasılsın, diye soruldu ve cevap vermiyorsunuz. Yönetmelikte cevap verme hükmü varsa, suçlu kabul edileceksiniz.
Sadece mahkuma ilişkin değil, tıbbi etik açısından da ciddi problemler içeren bir yasa. Mahkumun bedenine zorla müdahaleyi, tek tip elbise giyilmesini kanun hükmüne bağlıyor.
Bugüne kadar mahkumlar açısından kazanılmış bütün hakları geri alan ve bu geri almayı kanunlaştıran, mahkumu insan saymayan, beyni ve bedeni üzerindeki tahakkümü kanunlaştıran bir yasa tasarısı.
Toplum, cezaevi sorunu ile yeterince ilgileniyor mu? Tutuklu ve hükümlülerin sorunları dikkat çekiyor mu?
F tipi cezaevleri il dışında, uzak yerlerde kuruldu. Yaratılan terör, katliamlar toplumun belleğinin unutkan yanını açığa çıkarttı. Cezaevleri sorunu, ölüm oruçları, 19 Aralık Operasyonu unutuldu, unutturuldu. Toplumsal bellekte korku hakim oldu.
Mahkumlar, kendi içlerinde bir yalnızlıkla psikolojik sorunlar yaşamaya başladılar. İHDye, altı-yedi mahkumun psikolojik dengesinin bozulduğuna ve hastaneye sevklerin yapıldığına dair başvurular geldi. Hemen hepsini, fiziksel ve ruhsal sağlıkları bozuldu.
Tutuklu ve hükümlüler, dört yıldır devam eden ölüm orucu eylemlerinin sonunda taleplerine yanıt alabildiler mi?
Ölüm oruçlarının uzun süredir devam etmesi, taleplerin ve hatta ölümlerin bile unutulması süreci, konjonktürel olarak da başka şeylerin gündeme gelmesiyle oluştu. Buna rağmen, mahkumlar ısrarcı oldular.
Bizler, İHD olarak insan bedenine zarar verici eylemleri doğru bulmuyoruz. Ancak hükümet de çözüm yönünde hiçbir adım atmadı. Bizler, tecridin kaldırılması ve ölüm oruçlarının sona erdirilmesi talebini tekrarlıyoruz. 19 Aralık operasyonunun gerçek sorumlularının yargılanmasını istiyoruz. F tipi cezaevleri, yüksek güvenlikli cezaevleri ve L tipi cezaevleri uygulamasından vazgeçilmesi talebimizi bir kez daha tekrarlıyoruz. Mahkumu insan sayan düzenlemelerin reform olabileceğine inanıyoruz.
Hapsetmenin kendisinin buna elverişli olmaması nedeniyle, hapishanesiz bir dünya ütopyamızı bir kez daha tekrarlıyoruz. (BB)