Sanırım 2010 yılıydı. Çalıştığım gazetede yayınlanmak üzere bir insan hikâyesi haberi hazırladım. Sokakta lavanta satan bir kadının yaşam öyküsü. Haberi, fikrini söylemesi açısından gazeteciliğine güvendiğim ve o dönem Radikal’de çalışan bir arkadaşıma gönderdim. Arkadaşım yazıyı beğenmedi; Timur Soykan’ın “Tanrı Misafirleri Oteli” kitabını okumamı önerdi.
Okuyunca haber yazımı açısından ne söylemek istediğini anladım ve kendi haberimi yeniden yazdım. Lavanta satan kadının öyküsü ertesi gün gazetede manşetti.
Sonrasında Soykan’ı ve o dönemin Radikal ekibini hep takip ettim. Şimdilerde yayın yönetmenim olan Demet Bilge Erkasap, Pınar Öğünç, Ertuğrul Mavioğlu, Ahmet Şık ve adını bilmediğim onlarca Radikal emekçisi…
Alternatif-muhalif medya yolunda ilerlerken haberlerinde; “aklı”, “vicdanı”, “insanı” okuduğum böylesi gazetecilerin o plazalarda nasıl çalıştıklarını, baskı görüp görmediklerini, gördülerse ne tepki verdiklerini, oralarda mutlu olup olmadıklarını hep merak ettim.
Zamanla medya sahiplikleri değişti. Merkez medyada çalışan birçok gazeteci baskılara tepki olarak mesleği bıraktı; kimi alternatif medyaya geçti. Plazalarda kalmayı tercih edenlerin büyük kısmı da yılların biriktirmiş olduğu haklarından vazgeçmemek için oralarda kalmaya devam etti. Aslında böylece az da olsa habercilik ve gerçeği yayma refleksi de o plazalarda kaldı.
Soykan, gazetecilik yıllarının tamamını merkez medyada geçirmiş gazetecilerden. Mesleğin ilk on yılını “gazetecilik”, "güzel" son on yılını da “kâbus” ve "işkence" olarak tanımlıyor. Bildim bileli düşünce- ifade özgürlüğü ve gazetecilerin sendikalaşması için mücadele ediyor.
Okuyacaklarınız belki tam bir söyleşi değil; gazeteciliğini farklı kurumlarda sürdürmüş mesleki kaygıları benzer olan iki gazetecinin dertleşmesi. Soykan’ın söylediği gibi durduğumuz ve asla geri adım atmayacağımız nokta: Haber duyma-duyurma hakkımız ve gerçeğin ta kendisi.
Gazeteciliğe nerede başladınız?
1998’de Yeni Yüzyıl Gazetesinde başladım. Bir stajyer muhabirdim. Ondan sonra Radikal’de on yıllık muhabirlik sürecim oldu. Sonrasında beş yıl da yine Radikal’de editör olarak çalıştım. Son olarak Posta Gazetesi’nde haber müdürü olarak çalıştım.
Mesleğinizin ilk yılları ve sonraki yıllarını kıyasladığınızda ne söylemek istersiniz?
Son on yılımın ne kadar gazetecilik olduğu benim için tartışılır. Ama ilk on yılım benim için tam bir gazetecilik süreciydi, muhteşemdi. Radikal’deyken insan hikâyeleri yazıyordum ağırlıklı olarak.
Ülkeyi ilçe ilçe, sokak sokak gezip insan hikâyeleri topluyordum, onları öyküsel dille haberleştiriyordum. Bir habere taktığımda haftalarca uğraştığım, onu gazeteye manşet yaptığımız, gerçekten haberin değerli olduğu dönemlerdi. Sansürün olmadığı, sansürün gazetecilere sökmediği dönemlerdi. İlk on yıl çok güzel ama sonraki on yıl hep kâbus gibiydi gazetecilik açısından. Hep merkez medyadaydım.
Nelere tanık oldunuz?
Ben 20 yıldır gazetecilik yapıyorum. Sendikanın yetkili olduğu bir gün bile çalışmadım. Ben, 1998’de merkez medyada çalışmaya başladığımda o zaman sendika yoktu.
Ondan sonra da bu 20 yıllık sürecimde bir sendikanın yetkili olduğu, toplu sözleşmenin yapıldığı ve sendika temsilcisinin olduğu bir iş yerinde çalışmadım. Aslında bu, durumun vahametini çok güzel anlatıyor.
Ben gelmeden önce 1996’ya kadar sanırım sendika varmış. Çünkü o dönemler meslek büyüklerimiz bize şunu anlatıyordu: Sendika olduğu zaman nasıl ikramiye alınıyordu? Çalışanların hakları nasıl korunuyordu? Patron isteyince öyle gazeteciler işten çıkartılmıyordu. Bunun gibi çok hikâye anlatırlardı bize. Biz bunlara tanık olmadık.
"Sendikaya karşı gaddarca uygulamalar devam ediyor"
Sendikasızlaşma sürecine tanık oldunuz yani…
Bir gün gazetedeyiz.. Aydın Doğan çalışanlarla toplantı yaptı. Diyor ki “Ben sendikadan kurtulmak istiyorum.” Bir insan bunu söyler mi? Biz şok olduk. Bu bizim Anayasal hakkımız. Sendika Anayasal hak, patron kendi ağzıyla bunu çalışanlarına anlatıp bununla övünüyor.
Bunu görünce, duyunca sendika çok uzak görünüyordu; sendikalı olursa işten atılacağını düşünüyordu herkes. Ben çalıştığım 20 yılın 15 yılında sendikalıyım. Ama yetki alma durumu olmadığı için bana da baskı gereği duymuyorlardı sanırım. Radikal'dekiler ağırlıklı olarak sendikalı olurdu. “Onlar olursa olsun” o gözle bakıyordu yönetim. Sonrasında insanlar kalabalık gruplar olarak işten atıldı.
'Haberin tehlikeli görüldüğü dönemdeyiz'
Ben Radikal’de tüm alanlarda çalıştım, muhabirlik yaptım. Polis-adliye, eğitim... İstihbarat'ta 30 gazeteci harıl harıl haber arıyorduk. Gündem toplantısına girince özel haber yoksa habere, haber denmiyor, öylesi bir dönem. Artık herkes ajanstan gelen haberi giriyor. Şimdi haberin tehlikeli olduğu dönemlere geldik. Sendikalaşma da yok oldu.
Sert bir yöntem izliyordu işveren. Sabah’ta da Dinç Bilgin aynı şeyi yaptı. Sendikalıya “ya para verelim ya da işten çıkaralım” diyor. Bu şekilde baskı yapıyorlardı çalışanlara. Aslında bu yapılanla tüm gazetecilerin geleceği de etkilendi. 'Sendikasızlık', normali oldu sektörün.
Son olarak Hürriyet’te 45 kişiyi işten attılar, sendikal mücadeleden dolayı. Çünkü Hürriyet’te yetki alma noktasına gelmişti sendika. Şirket onların parasına el koyarak tazminatlarına el koyarak işten attı. Gaddarca uygulama ve bu devam ediyor.
Siz sendikal mücadeleye esprili afişlerinizle devam ettiniz...
Ben bireysel bir eylem yapıyordum, “gelin katılın eyleme” demiyordum. Arkadaşlarım eğleniyordu, gülüyordu ama işveren açısından durum öyle değildi. Güvenlik görevlileri beni takip ediyordu. İş çıkışına yakın “Ne zaman çıkacaksınız?” diye soruyorlardı. Katları geziyorlardı, güvenlik kameralarından da sürekli takip ediyorlardı. Yemekhane katı var oradaki afişler asıldıktan hemen sonra indiriliyordu ama ara katlardakiler ertesi güne kadar kalıyordu.
Ne yapıyorlarmış kaldırdıkları afişleri?
Güvenlik odasına götürüp arşivliyorlarmış. Ben güvenlik görevlilerine “Sizin de hakkınız sendikalı olmak” diyordum. Onların bazılarından mesaj gelmişti “Abi biz de emir aldık yoksa sen mücadelende haklısın” diye…
Amaç espri yapmak değildi tabi. Esprili şekilde bunu anlatmak ve işverene de bu konuda halen daha direnen birileri var buna demekti. Biraz amaç ana akım medyanın kalbinde birilerinin halen tepkili olduğunu göstermekti.
Mesleki kaygılar açısından haberciliğin daha az kıymetli olduğu yerlerde çalışmak zor olsa gerek….
Son on yıldır merkez medyada çalışmak gazeteciler için büyük bir işkence. Sansür, otosansür öyle yaygınlaştı ki hiçbirimiz meslek hayatından gurur duyacağımız bir dönem yaşamadık. Gazetecisiniz, göreviniz halka gerçeği anlatmak, hakikati duyurmak. Ama çalıştığınız kurum bunları duyurmamak üzerine yayın yapıyor.
Ülkede her gün skandal oluyor ama yazamıyorsunuz. Muhalif haberi koymamak üzerine kurulu, yandaş refleksin o kadar çok örneği var ki.
Önceden gazeteyi basarsınız okura ulaşır. Şimdi gazetelerin bütün sayfaları bir yerlere gönderiliyor, onlar bakıp onayladıktan sonra o gazeteler basılıyor. Ben dâhil hiçbirimizin onur duymayacağı bir meslek süreci yaşadık son on yıldır.
Pek çok arkadaşımız işsiz kaldı, çok iyi gazeteciler kendine yer bulmaya çalışıyor alternatif medyada. Hepsi bu ülkenin iyi gazetecileri ama bu ülkede onları taşıyacak merkez medya kalmadı. Alternatif medyada gazetecilik yapılıyor.
"Yukarıdan gelen talimatla çıkartıldım"
Siz oldukça kararlı çıkmışsınız orada…
Biz yıllarca direndik haklarımızı orada bırakmamak için. Sansür otosansür çok yıpratmıştı “beni atın diyordum” atmıyorlardı. Ama haklarımı oraya bırakmak da istemiyordum. Düşünün son olarak 45 arkadaşımızı çıkardılar, içlerinde üç çocuğu olan, evi kirada olan arkadaşlarımız var.30 yılını vermiş arkadaşlarımız var. Sen o insanları o en temel haklarını vermeyerek işten atıyorsun ben buna tepkisiz kalmamak için ses çıkartmaya hep devam ettim.
Nasıl yaşam hakkımız var, bunlar da haklarımız. Haklarımız gasp edilirken ses çıkarttım. Onlar sendika afişlerini sürekli indirdiler. Çoğu kez alttan alta “Sakın yapma” mesajları da geldi.
Herkese yüzde 10-12 maaş zammı yapılırken bana yüzde iki zam yapıldı. En sonunda da "gazetecilere özgürlük" yazan ve tutuklu gazetecilerin fotoğraflarının olduğu bir afiş astım ve işime son verildi.
"Hakikatsiz geçen yıllar büyük kayıp"
Nasıl haber verdiler işten çıkartıldığınızı?
İnsan kaynakları aradı “Yukarıdan bir talimat geldi, işten çıkartılıyorsunuz” dediler.
Üzüldüğümü söyleyemem, oralarda gazetecilik yapmak mümkün değil. Biz mümkün olduğunca siyasetten gündemden kaçıyorduk, bizi sansürlemesinler diye. Çok zorluydu. Mesele şu, merkez medyanın kalmamış olması. Bundan 10 yıl önce gazete, haber olma hakkını, haber alma hakkını savunan bir yerdi, gazeteciler bir arada çalışıyordu, farklı gruplarda olsalar. Şimdi bu kalmadı. Merkez medya tamamen iktidarın yayın organı olmuş durumda.
Bu Aydın Doğan döneminde başladı Demirören döneminde tam oldu. Ülkede merkez medya gerçeği kalmadı. Merkez medya her zaman sorunluydu ama en azından belli bir gazetecilik kriterleri vardı. Belli rivayetlerin, yalanların önüne geçilebiliyordu. Şimdi parti (AKP) yayın organı oldu. Oysa bu partinin de gerçeğe ihtiyacı olacak.
O kadar yanlış davranıyorlar ki, ele geçirme güdüsü var. O habere, gerçeği söyleyen o dördüncü kuvvete ihtiyaç duymuyorlar, yargı bağımsızlığını yok edildiği tek adam rejimine gidildiği dönemde o sadece yayın organı ihtiyacı duyduğunu hissediyor. Ama büyük bir kayıp eninde sonunda hakikat ortaya çıkacak ve o hakikatsiz geçen yılların çok daha büyük zararı olacak.
"Gazetecilik tutkumuzu öldürmeye çalıştılar"
Sizi tekrar nerelerde okuyabileceğiz?
Alternatif medya çok önemli misyon üstleniyor. Haber olanaklarının kısıtlandığı bu dönemde haberciler kitap yazmayı tercih ediyor, toplum derlenmiş bilgiye ihtiyaç duyuyor. Ben de kitap yazmaya devam ediyorum. Daha önceden polisiye kitaplar yazmıştım. Bir polisiye kitap bitti, daha öncekiler de politik incelemeydi. Detayını şimdi söylemeyeyim son kitabım da yolda. Oldukça çarpıcı ve önemli bilgileri olan bir kitap diyebilirim.
Basın özgürlüğü için mücadeleye devam ediyorum “Dışarıdaki gazeteciler” ve “Haberin var mı inisiyatifi”nde yer alıyorum.
Cezaevlerinde yüzlerce gazeteci var, birçok suçlu affedilirken gazeteciler cezaevinde bırakılmaya çalışılıyor. Gazetecilik yaptığım dönemde de basın ifade özgürlüğü için çaba sarf ettim bundan sonra da buna devam edeceğiz.
Peki son olarak mesleğimiz açısından mesajınız nedir?
En temel mesajım gazetecilere özgürlük! Gazeteci tutkuyla yapılması gereken bir meslek. Yıllarca tutkumuzu öldürmeye çalıştılar. Bir ölçüde başardılar. Ülkede o kadar çok üzerine gidilmesi gereken konu var ki... Baskı ve olanaksızlıklarla da genel olarak medya kurumu haber heyecanını büyük ölçüde kaybetti.
Bizim en çok direndiğimiz nokta bu olmalı. Siz gerçeği askıya alabilirsiniz ama eninde sonunda çıkıyor gerçekler ortaya. Yeniden eskisi gibi haberin kıymetli olacağı günlerin geleceğine inanıyorum. (EMK/AÖ)