Bilgi Üniversitesi öğretim görevlisi Doç. Dr. Turgut Tarhanlı bu saptamayı yaptıktan sonra, ekliyor:
"Ancak bu yaptırım kim tarafından, kime karşı ve nasıl uygulanacak? Teröre karşı terör uygulanması, bu saldırının terörle yanıtlanması hukuken kabul edilemez.
ABD'de gerçekleştirilen saldırıyı ve bu saldırının ardından yaşanan gelişmeleri bianet'e değerlendiren Tarhanlı, Peki ABD ne yapmalı? sorusu uzantısında görüşlerini şöyle dile getirdi:
* Bu olayda, eylemi icra edenlerin saldırı sırasında öldüklerini kabul ediyoruz. Hukuken, öncelikle, bu olayın sorumlularının, tasarlayıcısı, planlayıcısı, destekleyicisi olanların kimliklerinin belirlenmesi gerekir. Bu kişilerin suçlulukları geçerli kanıtlarla ortaya konmalıdır.
Adli yardımlaşma ilişkisi şart
* Yürütülecek soruşturma sonucunda ilgili savcılıkça bir iddianame hazırlanması gereklidir. Bu kişilerin nerede oldukları, barındıkları, hangi ülkelerin vatandaşları olduğu biliniyorsa, her şeyden önce, o ülke ile kurulacak bir işbirliği, yani adli yardımlaşma ilişkisi şarttır.
Uluslararası baskı
* ABD'deki saldırıda Osame bin Laden'in adı geçiyor. ABD, 3 yıl önce Kenya ve Tanzanya'da yaşanan sabotaj olaylarından sonra Osame bin Laden hakkında, bu olayların sorumlusu olduğu gerekçesiyle bir iddianame hazırlamış, bunu Birleşmiş Milletler (BM) nezdinde de duyurmuştu.
* BM Güvenlik Konseyi, Afganistan'a ilişkin kararlarında, açıkça Osame bin Laden'in de adını zikrederek bu kişi hakkında uluslararası bir kovuşturma yapıldığını, bunun ABD'de düzenlenen iddianameye dayandığını belirtmişti.
* Sonuçta, bin Laden'in zarar gören ülkeye iadesinin sağlanması gerektiği yolunda bir karar alınmıştı.
* Bütün bunlar hatırlandığında bir kez daha görülüyor ki, öncelikle bu sistemin işletilmesi gerekir. Yani, BM Güvenlik Konseyi aracılığıyla zanlının ABD'ye iadesinin sağlanması için etkili bir uluslararası baskıda bulunulması gerekir.
* Bu fantastik bir öykü gibi görülmemeli. Bu tip hukuki uygulamaların başka örnekleri mevcut.
* Örneğin, 1988 yılında, İskoçya'daki Lockerbea kasabası üzerinde düşürülen ve ikiyüzün üzerinde kişinin öldüğü Pan American havayollarına ait yolcu uçağı vakası ile ilgili soruşturma sonucunda, olayın faili olduğundan şüphe edilen iki kişinin kimlikleri belirlenmişti. Bu kişilerin Libya istihbarat kuruluşları için çalışan kişiler olduğuna dair kanıtlar ele geçmişti. ABD ve İngiltere, Libya'dan bu kişilerin iade edilmesini istedi. Libya direndi. Ülkeler arasında politik gerginlik yaşandı. Sonuçta, on yıla yakın bir süre geçtikten sonra, bir hukuki formül bulundu. Libya, bu sanıkların İskoçya'da yargılanmasını istemiyordu. Yargılama Hollanda'da, İskoç yargıçlar tarafından ve İskoçya yasalarına göre yapıldı. Bir sanık suçlu bulundu ve şimdi cezasını çekiyor.
Şiddet değil hukuki formül
* Şiddete başvurmadan önce hukuki yolların araştırılması, tüketilmesi şarttır. Anladığım kadarıyla, ABD'de işlerin bu şekilde yürütülmesine yönelik bir irade yok. ABD'de hemen, tek taraflı olarak, hukuka değil kuvvete başvurarak cezalandırma anlayışı ön planda gözüküyor. Bu anlayış da işi tehlikeli bir evreye sokuyor, hukuk dışına çıkartıyor.
Meşru müdafaa
* Silahlı bir saldırıya maruz kaldığı için meşru müdafaa konumunda olduğunu beyan eden bir devlet, hukuken elbette buna karşı koyma hakkına sahiptir. Yani, bu saldırıyı uzaklaştırmak için harekete geçebilir. Eğer ABD de 11 Eylül saldırıları karşısında kendisini meşru müdafaa konumunda görüyorsa, bu saldırıyı uzaklaştırmak için harekete geçebilir.
* Ancak burada tipik olmayan bir durum var. Bu saldırının, hukuki anlamda bir silahlı saldırı niteliğine sahip olup olmadığı resmen belirtilmiş değil. Saldırılarda silah kullanılmadı, saldırılar gerçekleşti bitti. Yani, hemen meşru müdafaada bulunmak gerekir mi? Tartışılır.
* Öte yandan, bu olaya ABD'de yarattığı etkiler açısından bakacak olursak, hedef alınan mekanlar siyasi-ekonomik-askeri anlamda ABD'nin sembolü sayılabilecek merkezler. Bu açıdan, ABD, bu olayları birer silahlı saldırı olarak da yorumlayabilir.
* Acaba bu olay, meşru müdafaa hakkı dışında BM Güvenlik Konseyi tarafından uluslar arası barış ve güvenliği tehdit eden bir unsur olarak görülebilir mi? BM Güvenlik Konseyi, bu yönde bir karar alabilir mi?
* BM Güvenlik Konseyi, geçen hafta aldığı bir kararla bu olayın uluslar arası barış ve güvenliği tehdit edici niteliğe sahip olduğunu vurguladı.
5.madde ve kolektif davranış gereği
* BM Güvenlik Konseyi, bundan sonra sorumlulara yönelik ne öngörüyor? Bence tehlikeli olabilen husus şu: NATO'nun, 5. madde yetkilerini harekete geçirebileceğine ilişkin kararı ile BM Güvenlik Konseyi'nin geçen hafta aldığı bu karar, ABD'nin tek başına kuvvet kullanma girişiminde bulunmasını kolaylaştırıcı olabilir.
* Bu aslında olmaması gereken bir şey. Çünkü hem NATO'nun hem BM Güvenlik Konseyi'nin uluslararası sistem içinde davranması gerekir. Uluslar arası sistemin şartları bellidir. Kolektif bir davranış gerektirir. İlgili uluslar arası anlaşmalarla düzenlenmiştir.
* Şimdi varsayalım ki, Usame bin Laden ve Afganistan ya da ona yakın çevreler bu olayların arkasında ve gerekli kanıtlar tespit edildi. Ne yapılması gerekir?
* Yapılması gereken, hukuki yolların işletilmesi, öncelikle adli yardımlaşma yollarının tüketilmesidir.
Kuvvet amacıyla orantılı olmalı
* Afganistan bu konuda olumlu cevap vermezse yani, ABD'nin adli yardımlaşma talebi kabul edilmezse ABD, konuyu BM Güvenlik Konseyi'ne aksettirebilir. Güvenlik Konseyi, saldırının uluslar arası barış ve güvenliği tehdit edici niteliğe sahip olduğu yönünde bir karar alırsa, yine Konsey'in öngördüğü tedbirler Afganistan'a karşı uygulanır.
* BM Güvenlik Konseyi, askeri tedbirlere izin veren bir karar alsa bile, bu, ABD yetkililerinin söylediği gibi çok güçlü, ezici nitelikte bir kuvvet kullanılması anlamına gelmez. ABD yetkililerinin söyledikleri, meşru bir zeminde telaffuz edilemez. Böyle bir durumda ABD'nin kullanacağı kuvvet, kuvvet kullanmanın amacıyla orantılı olmak zorundadır. Yani ABD'nin, karşı tarafı cezalandırmaya yönelik, bu nitelikte bir kuvvet kullanmak gibi bir hakkı yoktur.
Devletlerin savaş yetkisi yoktur
* Uluslararası hukukta, devletlere savaş yetkisi verilmemiştir. Devletler, savaş yetkisine sahip değildirler.
* BM Güvenlik Konseyi kararları, hukuken bir kolluk tedbiri niteliğindedir. Devletlerin kolluk kuvvetleri polistir. Uluslar arası hukukta böyle bir merkezi polis gücü olmadığı için, devletler Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde uluslararası kamu düzenini korumak yükümlülüğü altındadır.
* ABD'ye askeri tedbir kullanma hakkı verilse dahi, bu tedbirleri savaş olarak adlandırmak mümkün değildir . Ayrıca bu kuvvetin, bir terör aracı niteliğine sahip olması da mümkün değildir. Yani, Afganistan'a ya da Ladin'in bulunduğu yere gerçekleştirilecek silahlı harekat sırasında teröre başvurulamaz.
Özgürlük savaşçısı mı, terörist mi?
* Konuyu karşı taraf açısından değerlendirmek gerekirse... Öncelikle özgürlük savaşçısı ya da terörist tanımlarını ayrıştırmak gerekir.
* Özgürlük savaşçısı tanımı fiilen kullanılıyor. Hukuken, kendi kaderini tayin etme hakkını icra eden grupların adı olabilir. Ancak, kendi kaderini tayin hakkının, silahlı bir kuvvetin kullanılmasını da kapsayacak bir çerçevede tanınması, hukuken çok dar sınırlar içinde geçerlidir.
* Sadece sömürge altındaki halklar, yabancı bir devletin tahakkümü altındaki halklar, yabancı bir silahlı kuvvetin işgali altındaki halklar kendi kaderlerini tayin hakkı için silahlı mücadeleye girişebilirler.
* Bu noktada bir başka sınır daha devreye giriyor: 1993 yılında Cenevre'de düzenlenen BM İnsan Hakları Konferansı'nda, ulusların kendi kaderini tayin hakkı birincil hak olarak beyan edildi. Bunun icrası amacıyla silahlı kuvvete başvurulabileceği de kabul edildi. Ancak, böyle bir mücadelenin hiçbir zaman için terör aracını kullanamayacağı, aksi taktirde böyle bir hareketin meşruiyetini kaybedeceği vurgulandı.
* Dolayısıyla, özgürlük savaşçısı dediğimiz kişiler kendi kaderini tayin hakkını icra eden kişilerse, meşru mücadeleyi sürdürebilmesi için terör aracını kullanmaması gerekir. Aksi taktirde meşruiyet zeminini kaybeder.(BB/NU)