Cumhurbaşkanı ile İçişleri Bakanlığı'nın yetkilerini genişleten, dernekler, vakıflar, ulusal ve uluslararası sivil toplum kuruluşlarına kayyım atamasının önünü açan, sivil toplumun yardım kampanyalarınına izin alma yükümlüğü getiren yasa tasarısı, Meclis Adalet Komisyonu'na geldiğinden beri tartışmaların odağında.
Bugün Meclis Genel Kurulu'nda tartışılmaya başlanacak olan tasarıya sivil toplum kuruluşları sert bir biçimde tepki gösterdi, geri çekilmesi için imza kampanyaları başlattı.
Yasanın içeriğinin getiriliş amacından farklı olduğu eleştirileri yöneltildi. Sivil Toplum Geliştirme Merkezi Genel Koordinatörü Dr. Tezcan Eralp Abay bu konuda bianet'in sorularını yanıtladı. Ona göre yasa Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) tavsiyelerine dayandırılmasına rağmen içindeki maddeler bağlamından kopuk. Abay sivil toplum için getirilmeye çalışılan bu yasayı "Anti-demokratikleşme yönünde bir adım" olarak tanımlıyor.
TIKLAYIN - "İnsan hakları adına tehlikeli bir gidişat"
Yasa teklifinin tam metni için TIKLAYIN
"Yasanın kitle imha silahlarıyla ilgisi yok"
43 maddelik, STK’leri ilgilendiren, kayyım atamalarının önünü açan, toplanılan yardımlara Cumhurbaşkanı’nın el koymasına olanak sağlayacak bir kanundan bahsediyoruz. Yasa tasarısına ilişkin ilk değerlendirmeniz nedir?
Esas sorulardan birisi Dernekler Kanunu, Yardım Toplama Kanunu ve Avukatlık Kanunu gibi 6 kanunda değişiklik öngören bu 43 maddelik teklifin neden kitle imha silahlarının yayılmasının önlenmesi ve terörizmin finansmanının önlenmesiyle ilgili hazırlanan bir teklifinin arkasına iliştirildiği aslında.
Kanun kitle imha silahlarının yayılmasının önlenmesi için çalışan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) tavsiyelerine dayandırılıyor ama kanunun gerekçelendirilmesinde bu bağlantının tamamen kopuk olduğunu görüyoruz.
Taslağın sadece ilk 6-7 maddesi kitle imha silahlarının ve terörizmin finansmanının yayılmasıyla ilgili. Ama 8 ile 41 arasındaki maddelerin kitle imha silahlarıyla, terörün finansmanıyla hiçbir ilgisi yok. Bu nedenle de teklif edilen, Meclis’e getirilen bu taslak aslında bir torba kanun.
Neden STK’leri ilgilendiren maddeler bu kadar ilgisiz bir kanunun altında değiştirilmek isteniyor, bence bu kanunu teklif edenlerin cevap vermesi gereken birinci soru bu.
"STK'ler idarenin tasarrufuyla hareket edecek"
Tasarı sivil topluma ne getiriyor?
Önemli riskler ve sakıncalar getiriyor. Her şeyden önemlisi STK’ler teklif edilen kanun yasalaşırsa her an idarenin ölçüsüz tasarruflarının riskiyle hareket etmek zorunda kalacaklar. Herhangi bir muhalif söyleme, eyleme sahip kuruluşun yönetimi bir soruşturmayla görevden alınabilir ama bu sadece fiilen kaç STK’nin yöneticilerinin ya da çalışanlarının görevden uzaklaştırılacaklarıyla ilgili bir problem değil.
Bir kez idare böyle bir takdir yetkisi bulunduktan sonra, bu takdir yetkisine başvurmasa bile STK’ler kendi görüşlerini açıklarken, çalışmalarını sürdürürken, programlamalarını yaparken başlarına gelebilecekleri düşünerek çalışmak durumunda kalacaklar.
Yani bu yasa sivil toplum için elverişli ortamın kısıtlanması anlamına geliyor. Mesela bir derneğin kapatılabilmesi için yöneticilerine soruşturma açılması yetiyor.
Bir hükümden bahsetmiyoruz. Soruşturma yeterli diyor hazırlanan tasarı. Hatta açılan soruşturmanın da niteliğini sınırlamıyor. Yani ceza soruşturması dışında idari bir soruşturma da yeterli olabilir.
Dolayısıyla herhangi bir mülki idare amirin ya da bir savcının herhangi bir endişeyle başlattığı soruşturma kuruluşların yönetiminin görevden alınması gibi hak kayıplarına neden olabilecek ki bu da fiili bir cezalandırılmaya dönüşebilir. Çünkü yasada süreyle ilgili bir kısıtlama yok. Soruşturma, konusu olan suçun zaman aşımı süresine kadar devam edebilir. Bu da 7 yıldan 15 yıla kadar devam edebileceği anlamına geliyor.
"Çoğulculuk açısından da büyük riskler taşıyor"
Bir mahkeme kararı olmaksızın İçişleri Bakanlığı’na görevden alma yetkisi verilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu durum idarenin sivil toplum kuruluşları üzerine büyük bir taktir yetkisi tanıyor. Sonuçta İçişleri Bakanı Cumhurbaşkanı tarafından atanan politik bir kişilik ve bakanlık da hem cumhurbaşkanının hem de bakanın görüşlerini yansıtıyor. Politik bir dünya görüşüne sahip bir makamın böylesine geniş bir taktir yetkisine sahip olması, demokrasinin temel ilkeleri, hukukun üstünlüğü, çoğulculuk açısından büyük riskler barındırıyor.
"Usul değil esas da yönetmeliğe bırakılmış"
Etkilenecek olan sadece sivil toplum mu?
Hayır, getirdiği hükümler herkesi ilgilendiriyor. Sadece insan hakları derneklerini, LGBTİ+ derneklerini ya da sadece belli bir dünya görüşüne sahip olan kuruluşları ilgilendirmiyor.
Yasa idareye tehdit olduğunu düşündüğü her türlü organizasyonun doğrudan yönetimine, kaynaklarına müdahale etme yetkisi veriyor ki bu doğrudan her türlü STK mensubunu ilgilendirir.
İkinci olaraksa eninde sonunda idarenin takdir yetkisi o ülkenin vatandaşlarının yaşadığı bir toplumsal düzen içerisinde gerçekleşiyor. Yani bu alana müdahale eden irade, başka alanlara da müdahale edebilir.
Mesela teklifte Yardım Toplama Kanunu’nda yapılacak bir değişiklikle sadece yardım toplamanın değil, yardım yapmanın da bir yönetmelikle düzenlenmeye çalışıldığını görüyoruz. Bu da herhangi bir kuruma yardım yapacak herkesi ilgilendiren bir konu. Bu noktada kapsamını bilmediğimiz tek bir cümle geçiyor. Diyor ki ‘Yurt içine ve yurt dışına yapılacak yardımlar yönetmelikle düzenlenir.’
Düzenlemenin sınırları daha doğrusu esasları da bu çıkartılmaya çalışılan kanunla belirlenmemiş olduğu için, usulü değil esası da yönetmeliğe bıraktığı için karşımıza nasıl bir yönetmelik gelebileceğini kestirmek güç.
Bu nedenle tasarıya herkes karşı çıkmalı. Zaten STK’lerin bir tepkisi var. İmza kampanyaları başlatıldı ama sadece sivil toplumun içindeki insanlar değil yer yurttaş karşı çıkmalı.
"Sivil alanın daralmasına yol açacak"
Sivil toplum kuruluşları işlevsizleştirilmeye mi çalışılıyor?
Kısmen evet. Kuruluşların muhalefet yapma, toplumu olumlu yönde değiştirme ve geliştirme fonksiyonları işlevsizleştirilecek. Bütün STK’ler işlevsizleştirilecek demek mümkün olmayabilir ama özgür düşünen, muhalif düşünen STK’lerin etkisizleştirileceğini iddia etmek mümkün. Böyle olmasa bile en azından endişe taşıyacakları kesin.
Yasanın Genel Kurul’dan geçmesi halinde sonuçları ne olur?
Çok net: Türkiye’deki sivil alanın daralmasına yol açar. Sivil alanın daralması demek demokratik alanın daralması anlamına geliyor. Sivil alanın daralması da Türkiye’de anti-demokratikleşme yönünde hareket demek.
"Sivil toplum pasifize ediliyor"
Muhalefet alanının daraldığından bahsettiniz. Medya ve meslek örgütleri üzerinde bir baskı olduğunu zaten sürekli yazıyoruz. STK’ler bu anlamda kalan son kale mi?
Bu çok iddialı olabilir. Geçtiğimiz dönemde Tabipler Birliği ve Barolarla ilgili meseleler gündeme geldi. Hükümetin gündemi önceliklerine göre değişiyor. Ama belirli bir politik programla hakaret eden hükümet, hedeflerini hayata geçirmede önüne çıktığı, engel olarak gördüğü her şeyi pasifize etmeye çalışıyor.
"Sivil toplum sadece toplumsal hizmet yürütür"
Demokrasilerde sivil toplum önemi nedir?
Toplumun en önemli fonksiyonlarını üstlenmiş olmaları. Toplumsal hizmet yürütürler. Sadece Türkiye’de değil tüm dünyada aynı işleve sahipler ama Türkiye’de en çok bir afet felaket durumunda görünür oluyorlar ya da önemleri bir afet durumunda hatırlanıyor.
STK’ler insanların, vatandaşın, örgütlü vatandaşın karar alma süreçlerini, kendisini doğrudan ilgilendiren kararlara katılımı için yetki mekanizmaları oluşturmak için varlar. Toplumun içerisinde gündem yaratmak, politik gündemi belirlemek için varlar.
Politika mekanizmalarının taşıyamadığı, halkın içinde yaşanan sorunlardan kaynaklanan problemleri duyururlar, bunlar için çalışma yürütürler.
Toplumsal hayata, demokratik yaşama yatığı katkı sağlarlar. Pek çok sorun hem Türkiye’de hem dünyada gündeme o alanda çalışan örgütler sayesinde geliyor.
Bu sadece kadın cinayetleriyle, çevre sorunlarıyla, hayvan haklarıyla, insan haklarıyla ilgili ihlaller, sorunlar değil. Aynı zamanda bununla beraber toplumda iyiye, güzele, doğruya gidiş sivil toplum örgütlerinin etrafında bir araya gelmiş olan vatandaşların eliyle gerçekleştiriliyor.
Bu nedenle sivil toplum, toplumsal yaşamın, demokratik yaşamın önemli bir aktörü olarak kabul ediliyor.
Dr. Tezcan Eralp Abay hakkındaOrta Doğu Teknik Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü'nden 1998'de mezun oldu. Aynı üniversitenin Bilim ve Teknoloji Politikası Çalışmaları alanında yüksek lisans yaptı. 2013’te Ankara Üniversitesi Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilim Bölümü Kent ve Çevre Bilimleri Ana Bilim Dalı’dan “Uluslararası Rejim Kuramları ve Karadeniz’de Çevre Yönetimi” başlıklı tezi ile doktora derecesi aldı. 2003’te Sivil Toplum Geliştirme Programı sırasında kısa dönemli uzman olarak “Sivil Toplum’dan Proje Öyküleri” kitabını hazırladı. Bir yıllık bir çevre projesi yöneticiliği görevinden sonra 2005-2007 yılları arasında Sivil Toplum Geliştirme Merkezi’nde Eğitim Programları Koordinatörlüğü sorumluluğunu üstlendi. Ardından beş yıl boyunca kırsal kalkınma, sosyal etki analizi ve kapasite geliştirme konularında bir dizi projenin koordinatörlüğü yaptı. 1999-2003 yılları arasında Çevre Mühendisleri Odası Genel Sekreteri, 2004-2006 yılları arasında TMMOB Yönetim Kurulu üyesi olarak görev yaptı. Politik ekoloji konusunda derleme kitap editörlükleri yaptı; çevre politikası ve yönetimi hakkında çeşitli dergilerde yazıları yayınlandı. TÜBA tarafından 2011’de yayınlanan Türkiye Açısından Dünya’da İklim Değişikliği Kitabı’nın Türkiye bölümünü yazdı. |
(HA)