Eski Türkiye İşçi Partisi (TİP) Milletvekili, Kürt siyasetçi Tarık Ziya Ekinci ile Kürt sorunun geldiği noktayı konuştuk.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kendi başkanlık sistemini kurabilmek için Halkların Demokratik Partisi’ni (HDP) marjinalize etmek istediğini, bu amaç uğruna seçim kampanyası süresince çatışma ortamının devam etmesini arzuladığını belirten Ekinci, bunun önüne geçmenin tek yolunun PKK’nin tek taraflı ateşkes ilan ederek güvenlik güçlerini silah kullanamaz hale getirmesi olduğunu söyledi.
Ekinci, silahların susması için kamuoyunun da derhal hem devlete, hem PKK’ye baskı yapması gerektiğini ifade etti.
Kürt sorunu ve demokrasi
İki yıldır süren çatışmasızlık süreci ne oldu da birden bire sona erdi? Çözüm süreci bu kadar kırılgan bir zeminde miydi? Ne oldu da bu kadar şiddetli bir çatışma ortamına geri döndük?
Türkiye'de çok ihmal edilen bir konu var. Kürt sorunuyla demokrasi arasındaki sıkı bağı kimse pek dikkate almıyor. Bunu basında ilk defa Tarhan Erdem yazdı. Türkiye'de demokrasi bu seviyede kaldığı sürece Kürt sorununun çözümü mümkün değil.
Erdoğan yıllardan beri barış sürecini seçim kampanyalarında bir araç olarak kullandı. 2011 seçimlerinde de, geçen yılki yerel seçimlerde ve cumhurbaşkanlığı seçiminde de öyle yaptı.
2015 seçimlerinde de aynı amaçla kullanmaya başlamıştı. Ama HDP bunu bozdu.
“Seni başkan yaptırmayacağız”ın Erdoğan’a etkisi
Nasıl bozdu?
Ulusalcı çevreler HDP'ye karşı amansız şekilde saldırıya geçtiler. Devamlı olarak "HDP-Erdoğan anlaştı. Amaç Öcalan'ı bırakmak ve Erdoğan'ın başkan seçilmesini sağlamaktır. Bu çerçevede işbirliği içindeler" dediler.
Selahattin Demirtaş da seçim öncesi 17 Mart’taki son grup toplantısında Erdoğan'a ithafen üç kere "Seni başkan yaptırmayacağız" dedi. Bu her bakımdan çok etkili oldu. Hem HDP konusunda tereddüt yaşayanları etkiledi, hem de Erdoğan'ı fena halde sarstı.
Erdoğan da bunun üstüne üç gün sonra, 20 Mart'ta Dolmabahçe mutabakatını doğru bulmadığını açıkladı. Bu aşamadan sonra köprüler yavaş yavaş atılmaya başlandı.
Seçim kampanyası boyunca da HDP'ye yönelik 128 saldırı yapıldı. Mersin ve Adana'da toplu kıyım hedeflendi. Seçimden bir gün önce de Diyarbakır mitingine bombalı saldırı düzenlendi.
Bütün bunların güvenlik güçleri ve istihbarat birimlerinin bilgisi dışında yapılması imkanı yoktu. Ayrıca bu saldırıları gerçekleştiren kişileri planlayan güçler ortaya çıkartılmadı. Yargıda da gizlilik kararı alınınca soruşturmalar hakkında fikir sahibi değiliz.
Tüm bunlara rağmen HDP 80 vekille Meclis'e girdi ve bu Erdoğan için çok büyük darbe oldu.
HDP Meclis’e giremeseydi…
Çözüm sürecinin kırılganlığından bahsediyorduk. HDP Meclis'e girmeseydi, AKP çözüm sürecini bu kadar kolay rafa kaldırabilecek miydi?
Hayır, tabii ki bu şekilde berhava etmeyecekti. Aksine her seçim sürecinde çözüm sürecini kullanmaya devam edecekti. Bu arada ufak tefek sözde tavizler vermek suretiyle kendi kafasındaki çözüm sürecini yürütecekti. Ancak öze ilişkin ciddi bir adım atmayacaktı. Zaten şimdiye kadar yapılanlar da hep biçimseldir, öze ilişkin değildir. Kürtlerle Türklerin eşit vatandaşlar konumunda olduğunu gösteren ve anayasa değişikliği gerektiren ciddi adımlar atılmadı.
Erdoğan da zaten 29 Nisan günü yaptığı açıklamada "Kürt sorunu yoktur" diyerek kestirip attı. Ardından Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan da "Bundan sonra çözüm sürecinin filmini yaparsınız" diyerek açıkça hükümetin ve Erdoğan'ın niyetini açıkça ortaya koydu.
20-25 Temmuz ve yeniden çatışma ortamı
İktidara yakın çevreler çözüm sürecinin bitişinin sorumlusu olarak HDP'yi, HDP'ye yakın çevreler de AKP'yi gösteriyor. Objektif bakacak olursak, sizce çözüm sürecini kim bitirdi?
Erdoğan'ın açıklamalarından sonra Bese Hozat, Murat Karayılan ve Cemil Bayık'ın da "Artık çözüm süreci bitmiştir" minvalinde açıklamaları oldu. Daha evvel Türkiye'ye karşı silahlı mücadele yürütmeyeceklerini ilan eden KCK liderleri fiilen çözüm sürecinin bittiğini belirten açıklamalar yaptılar.
Çözüm sürecinin bitirildiğini de 22 Temmuz'da Ceylanpınar'da iki polisin öldürülmesiyle açıkça deklare ettiler. Erdoğan da bu fırsatı kolluyordu.
Bu olaydan bir gün sonra da Kilis'te IŞİD bir astsubayı öldürdü ve Erdoğan'ın beklediği bir fırsat daha gerçekleşti.
Bu aşamadan sonra Türkiye, ABD'nin istediği gibi IŞİD'e karşı koalisyona katıldığını, İncirlik Üssü’nün açıldığını açıkladı.
Bunun üstüne Türkiye IŞİD hedeflerine havadan bir kere müdahale etti.
Ertesi gün de PKK'ye yönelik hava saldırısı düzenlendi. Ama PKK'ye IŞİD'e olduğu gibi bir iki uçakla değil, filolarla bombardıman düzenlendi.
Aşağı yukarı bir hafta süren bu saldırılarda devletin açıklamalarına göre 390 kişi öldürüldü.
20 Temmuz Suruç katliamı. 22 Temmuz iki polis öldürüldü. 23 Temmuz IŞİD bir astsubayı öldürdü. 24 Temmuz IŞİD'e hava harekatı. 25 Temmuz Kandil'in bombalanması. Bu arada Erdoğan 24 Temmuz'da çözüm sürecinin çığrından çıktığını, HPG 25 Temmuz'da ateşkesin anlamının kalmadığını açıkladı.
Savaş böylece resmen başladı ve hala devam ediyor.
90’lar ve bugün
Kürt sorununu 1925'ten bu yana bizzat yaşıyorsunuz. Sizce sıklıkla dile getirildiği gibi 1990'lara döndük mü?
1990'lara döndüğümüzü kabul etmek mümkündür. Çünkü valilere tanınan yetkiler olağanüstü. Valiler istedikleri zaman istedikleri yerleri özel güvenlik bölgesi ilan ederek insanların o bölgelere geçişini engelleyebiliyor. Köyler boşaltılabiliyor. İnsanlar sürülebiliyor, tutuklanabiliyor.
TIKLAYIN - 90'LARIN HAK MÜCADELELERİ
Belki 90'larda çok fazla faili meçhul cinayetler işleniyordu. Henüz o aşamaya gelmedik ama gidiş o aşamaya gidişi gösteriyor. Kaldı ki, neler yaşandığını da bilemiyoruz. Bazı bölgelerde telefon kullanılamıyor, internet erişimi yok.
Dikkat ederseniz hem iç güvenlik yasası çıkıyor, öte yandan terörle mücadele yasası yürürlükte. İstediklerini terör kapsamına dahil edebiliyorlar. Durum böyleyken kalkıp da Kürt sorununu çözeceğim demek doğrudan doğruya insanlarla alay etmek demektir. Başka bir şey değil.
Çatışma dönemlerinde medya
90'larda en çok tartışılan konulardan biri de basının kullandığı dildi. "Ölü geçirildi" ifadeleri, ölen insanların fotoğraflarının çarşaf çarşaf yayınlanması pek çok çevre tarafından eleştirildi. Bugün basına baktığımızda yine benzer bir üslup kullanıldığını görüyoruz. Medyanın çözüm sürecinin ardından aynı dile geri sarılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Her şeyi yukarıdan yöneten bir lider var: Recep Tayyip Erdoğan. Kendisi böyle olmasını istiyor ve böyle oluyor. Asıl amacı medyayı da kullanarak HDP'yi marjinalize etmek. Oysa HDP Türkiye için büyük bir şans.
Hem Kürt sorununun çözümü hem de şiddeti bir mücadele aracı olarak kullanan PKK'nin şiddetten arındırılarak, sivil hayata dönmesini sağlamak noktasında HDP çok önemli bir şans. HDP'nin ötekileştirilmesi Türkiye'nin demokratikleşmesini engelliyor.
“PKK, HDP’yi etkisizleştiriyor”
HDP'nin marjinalize edilmesi PKK'nin de işine yaramıyor mu?
Tabii ki yarıyor. Mesela PKK'nin iki polisi öldürme eyleminin kabul edilebilecek hiç bir yanı yoktur. Tüm seçim kampanyası boyunca o kadar saldırılara rağmen hiç bir ses seda çıkmadı. Bunu HDP de güzel idare etti. Ama PKK'nin birden bire böyle bir saldırıya geçmiş olması ve ondan sonra silahlı mücadeleyi eski boyutlara çıkarmış olması bence kabul edilebilecek bir şey değildir. Bu durum HDP'yi etkisizleştirmektedir. PKK, HDP'yi etkisizleştirmek noktasında adeta Tayyip Erdoğan'la yarışa girmiş gibi geliyor bana.
HDP, yapmış olduğu müteakip açıklamalara rağmen PKK'ye silah bıraktırmayı başaramadı.
Silahların susması için kamuoyu baskısı
Gelinen aşamanın üç esas aktörü var. Bunlar AKP, HDP ve PKK. Sizce taraflar bu şiddet sarmalından çıkılabilmesi için nasıl adım atmalı?
AKP'nin ötesinde Tayyip Erdoğan var. Öncelikle Türkiye kamuoyunun silahların susması için devlete de PKK'ye de baskı yapması gerekiyor. Bunun başka çaresi yok. Çünkü kararı verecek olan Tayyip Erdoğan'dır. O karar vermeden de kolay kolay silahların susması mümkün değil. Sınırlı sayıdaki basın aracılığıyla, kitlesel toplantılarla kamuoyunun baskısını en üst düzeye çıkarmak ve adım adım silahların susmasını sağlamak gerekiyor.
Öte yandan artık Öcalan'ın da devreye girmesinin sağlanması lazım. Öcalan, devreye girerse bence PKK üzerinde de etkili olabilir.
Artık en öncelikli mesele bu akan kanın durması. İnsanlar doğu ve güneydoğuda huzurlu değil; yarınlarından endişe ediyorlar. Hem devletin hem PKK'nin baskısı altındalar. İş hayatı durdu, ekonomi durdu.
“HDP seçimde darbe yiyebilir”
Bu durum, tekrarlanması muhtemel olan seçimlerde AKP ve HDP'yi nasıl etkiler?
Erdoğan'ın öncelikli amacı, bu silahlı çatışma döneminde halkı tedirgin ederek HDP'den uzaklaştırmak ve HDP'nin baraj altında kalmasını sağlamak. HDP'nin baraj altına inmesi demek AKP'nin anayasayı tek başına değiştirebileceği anlamına gelir.
Dolayısıyla mevcut çatışma durumunun seçim kampanyası süresince devam etmesini sağlayacaktır.
Seçim kampanyasında da güvenlik güçlerinin sandık başlarında hakim olacağını tahmin ediyorum. Onların istediği biçimde oy kullanılacak, onların istediği biçimde vatandaş yönlendirilecektir. Köylüler öldürülürsem, ailemin başına bir şey gelirse diye endişe yaşayabilirler. Ya sandığa gitmeyecekler, ya da güvenlik güçlerinin gözetiminde oy kullanacaklardır. Böyle bir baskı havası seziyorum. Dolayısıyla HDP'nin darbe yemesi mümkündür.
“PKK ateşkes ilan etmeli”
Bu noktada ne yapılması gerekir?
PKK'nin tek taraflı ateşkes kararı alması lazım.
PKK silah bırakırsa HDP bundan nasıl etkilenir?
O zaman HDP bu seçimlerde gücünü arttırır.
PKK taraflı olarak ateşkes kararı alır ve bunu uygulamaya koyabilirse, "Ben vatandaş kanı akmasını istemiyorum. Burada ölen gençlerin hepsi bizim kardeşlerimizdir. Bunların hiç bir suçu yoktur. Sorumlu, elinde güç yoğunlaşması olan ve toplumla oynamak isteyen, kendi başkanlığı uğruna bu ülkeyi feda etmeyi dahi göze alan bir kişinin kaprislerine boyun eğmeyeceğiz ve tek taraflı ateşkes kararı aldım" diyebilirse güvenlik güçlerini silah kullanamaz duruma getirir.
Bu da HDP'nin de elini güçlendirir.
“Devlet istese Öcalan’a çağrı yaptırtır”
Öcalan'a iletişim hakkı tanınsa, kendisi silahları susturun diyebilir. AKP bu ihtimal nedeniyle de Öcalan'la görüşülmesine izin vermiyor olabilir mi?
Devlet silahların susmasını istese, PKK'nin silah bırakmasını istese Öcalan’a bu açıklamayı yaptırır.
Her şey Erdoğan'ın iradesine bağlandı. Silahların susması, akan kanın durması. Erdoğan buna karar verirse Öcalan harekete geçirilebilir ve PKK silahları susturabilir.
“CHP, AKP tarafından kullanıldı”
Koalisyon ve erken seçim tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce en ideal seçenek nedir?
Bana göre koalisyon hükümetinin kurulması çok isabetli olurdu. AKP ile CHP neredeyse anlaşma yoluna girdi diye düşünüyorduk. CHP, anlaşmak için her şeye hazır olduğunu hissettirmeye başlamıştı.
Fakat kullanıldı. AKP, herhalde Erdoğan'ın planı doğrultusunda bir günde yapılacak görüşmeleri 30 güne yaydı. CHP de buna kandı. 30 gün heba oldu. Şimdi de Erdoğan'ın usulen de olsa CHP'ye hükümeti kurma görevini vermesi gerekir. Ama vermeyeceğim diyor. 45 gün dolduktan sonra da erken seçim kararı alacak.
Tarık Ziya Ekinci kimdir?
18 Şubat 1926’da Lice’de doğdu. İstanbul Tıp Fakültesi’ni bitirdi. 1965’te Türkiye İşçi Partisi’nden Diyarbakır milletvekili seçildi. 12 Mart’ta Diyarbakır Sıkıyönetim Cezaevi’nde “Kürtçülük” propagandası yaptığı iddiasıyla TCK’nin 142/1 maddesinden üç yıla mahkûm oldu ve iki yıl tutuklu kaldı. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra da beş kez tutuklandı. 1982-1989 döneminde Paris’te kaldı. Kürt sorunuyla meşguliyetini, düşünmeyi ve yazmayı hep sürdürdü. Kitapları: Doğu Dramı (1966), Devlet ve Ben (1995), Faili Meçhul Bir Cinayet (1994), Vatandaşlık Açısından Kürt Sorunu ve Bir Çözüm Önerisi (1997), Demokrasi, Çokkültürlülük ve Bir Yargısal Serüven (1999), Avrupa Birliği’nde Azınlıkların Korunması Sorunu Türkiye ve Kürtler (2001), Sol Siyaset Sorunları Türkiye İşçi Partisi ve Kürt Aydınlanması (2004), Millet, Milliyetçilik, Devlet ve Anayasa Sorunları (2004), Türkiye’de Demokrasi ve İnsan Hakları Sorunları (2004), Türkiye’nin Kürt Siyasetine Eleştirel Yaklaşımlar (2004), Türkiye’nin Çağdaşlaşması ve Kürtler (2006). * (EKN)
* İletişim Yayınları web sitesi