Siyasal İletişimci Dr. Gülfem Saydan Sanver, "Adayların profilleri ve sosyal medya kampanyasının etkilerini" bianet'e değerlendirdi.
Dr. Saydan-Sanver'in sosyal medya yorumlarına ek olarak bir nevi sürpriz gündem olan dün Erdoğan'ın sözleri üzerine Twitter'de dünya gündeminde birinci sıraya oturan T A M A M hashtag'ini de sorduk.
"T A M A M" hashtag'i ve muhalefet adaylarının bu hashtag altındaki paylaşımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İttifak içerisinde bulunan partilerin yaşayabilecekleri en büyük zorluklardan biri ortak söylem ve ortak bir dil üzerinde birleşebilmeleri. Hatta acaba ortak slogan kullanabilecekler mi?
Bu nasıl bir slogan olacak ki hepsini birleştirecek diye düşünülürken Cumhurbaşkanı Erdoğan muhalefete bu sloganı verdi.
Sosyal medyada seçmenleri gülümseten, düşündüren farklı duygulara hitap eden binlerce tweet, post paylaşıldı.
Süleyman Demirel'in bir röportajında kampanya başarısıyla ilgili konuşurken "Lafı milletin ağzına vereceksin" dediğini okumuştum.
İşte tam da bunu görüyoruz.
Röportajın başında coşku duyan seçmen grubu seçimde öne çıkar demiştim ya işte bu noktada da bunun en tipik örneğini görüyoruz.
Düşünün ki bir tarafta son derece profesyonelce hazırlanılmış ve binlerce kişinin katıldığı bir manifesto tanıtımı ama salonda coşku yok; diğer tarafta bir kelimenin üzerine kendi kendine organize olan yüzbinler...
Bize yaklaşan kampanyaların tonlarıyla ilgili çok ciddi ipucu veriyor.
Seçim kampanyasıyla oy değişir mi?
Peki bu noktadan itibaren fikir değişikliği olur mu seçmende?
İdeolojik seçmen mümkün değil artık o geçti ve bitti geçmiş olsun. Ama zaten seçim dönemi odaklanılması gereken ana nokta, taban seçmeninden fire vermemek onun üstüne kararsız ve değişken seçmenleri katabilmek.
Şu anda Türkiye'de oldukça yüksek oranda bu kararsız seçmenler. Anketlerden anketlere de çok değişiyor ama nereden baksanız daha önceki hiçbir seçimde göremediğimiz oranda kararsız seçmen var.
Değişken seçmenler de var, değişken seçmenler şöyle oluyor. Bir seçim bir partiye bir seçim başka partiye oy veren seçmenler bu seçim dönemlerinde bir çekilip kim aklına yatıyor diye bakıyor.
Bu iki seçmen grubu zaten çok belirleyici oluyor ve şu anda onu çevirmek mümkün. Sadece bunları çevirse birçok grup açısından yeterli.
Muharrem İnce'nin "erkekçe yarışalım" gibi bir söylemi oldu ve bunun üzerine tepki aldı. Meral Danış Beştaş'ın tweet'inden sonra da öyle demek istemediğini belirtti. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Maalesef bizim dilimize o maço kültür o kadar yerleşmiş ki, "erkekçe dövüşelim" hikayesini "özür dilerim, öyle demek istememiştim yiğitçe dövüşelim demek istedim" dedi.
"İnce seçmenin coşkusuna oynuyor"
Muharrem İnce'nin özür dilemesi son derece hoş bir şey ve uzun süredir siyasetçilerde görmediğimiz bir şey.
Bu konuda yanlış yapıyorsun dendi. Muhalefette de hatası söylendiği zaman özür dileyerek değiştireceğim diyen lider çok görülmüyor. Özür dilerim değiştiririm dedi. Bu tarz samimiyet seçmene çok geçen, karşılık bulan bir durum.
Samimi olduğunuz zaman yaptığınız gaflar bile seçmenin gözünde görünmüyor. Seçmenin toleransı bu gibi durumlarda yüksek aslında.
Muharrem ince bence şu ana kadar o samimiyeti çok güzel veriyor, seçmenle bu iletişimi sağlayabiliyor. Özür dilerim diyor ve bunun özel olarak kurgulanmadığı belli.
Kendisinin çok iyi bir hatip olduğunu düşünüyorum. Liderin konuşurken coşturabilmesi önemli bir şey ve o coşturabiliyor, heyecanı yakalatıyor. Muhalefetin bu dönem coşmaya çok ihtiyacı var.
Çünkü hem seçimi coşku hisseden seçmen grubu belirliyor hem de şu anda iktidar ilk kez bu kadar coşkusuz. Dolayısıyla siz o zayıf karnı noktayı kendinize çevirebilirseniz çok büyük bir artı elde ediyorsunuz.
"Meral Hanım biraz arada kaldı"
Meral Akşener'e geçecek olursak...
Meral Hanım o coşkuyu veremiyor. Liderin rakibini bağırarak eleştirmesi demek seçmene mesajını iletebilecek demek değil.
Oysa rakibinizin zayıf noktalarını bulup o zayıf noktalardan bir çıkış yakalayabilirsiniz. Mesela Muharrem İnce bence şu anda iktidarın coşkusuzluğunu yakaladı ve onun üzerine oynadı, bu başarılı bir şey.
Temel Karamollaoğlu muhalefetin kızgınlığını nasıl insanları yormaya başladığını fark etti ve o çok sakin, çok efendi bir tavırla gidiyor, o da diğer bir zayıf noktadan yakaladı aslında.
Çünkü iktidara karşı çok sakin eleştiri yapan biri uzun zamandır duymadığımız bir şey.
Farklı üsluplar seçmenin dikkatini çeker. Siz varolan bir liderle aynı üslubu kullanırsanız sadece o liderin takipçisi olabilirsiniz. Çünkü o alan kapılmış artık.
Sizin farklı kulvarda olmanız lazım. Temel Bey o sakinliğe oynuyor o yüzden de başarılı ve biz onun mesajlarını duyuyoruz. Muharrem İnce coşkuya oynadı, o yüzden ondan heyecan duydu seçmen.
Meral Hanım aslında biraz arada kaldı. Bir kızgınlığa oynuyor, birebir mücadele edebilirim mesajı vermeye çalışıyor Erdoğan'a.
O biraz 'dişe diş' imajında. Fakat bu 'dişe diş' imajında bağırıyor ve kavga ediyor aslında. Erdoğan da cevap vermediği için kavga da tek taraflı kalıyor.
Bunun çok alıcısı var mı bilmiyorum, diğer ikisinin alıcısı olduğuna eminim ama bu 'dişe diş ben kazanırım' alanının oyun kuranı Erdoğan zaten. Dolayısıyla o alan dolu başka bir alandan girmesi lazım seçmenin kafasına.
Dolayısıyla ben bu üslubu doğru bulmuyorum. Bir an önce onun da başka bir dil bulması lazım.
"Demirtaş hapiste bile nüktedan"
Selahattin Demirtaş'ın cezaevinde çekilen son fotoğrafı. Mezopotamya Ajans
Demirtaş fark yakalamayı diğer hiçbir lider yapmadan geçtiğimiz cumhurbaşkanlığı kampanyasında başardı zaten.
Kızgın siyasetçilerin karşısına daha rahat, nüktedan, espri yapan, gündelik dili çok iyi konuşan bir lider gördük o yüzden de bu kadar büyük ilgi gördü özellikle genç seçmenden.
Çünkü genç seçmen gerçekten bağıran, çağıran bir seçmen görmek istemiyor. O böyle saz çalan, halkın içindeki görünümleri çok sıcak geldi insanlara, empati yaptı çok büyük de bir başarı vardı orada.
Şimdi hapishanedeyken de bu dili konuşuyor. Yani hapishanedeyken bile "Miting yapacağım ama tek kişi izler" diyor, "Kendi kendime ters düştüm oylarımın yüzde 50'sini kaybettim" diyor.
Bizi hapishaneden bile gülümsetebilen bir lider. Artık bizim siyasi ortam o kadar kızgın ki, ekonomi insanların canını o kadar sıkıyor ki, sınır ötesi operasyonlardan gelen şehit haberleri vs. insanların o kadar moralini bozuyor ki insanlar olumlu şeyler duymak, hissetmek istiyor.
Muharrem İnce o olumlu hikâyeye coşku veriyor, Temel Karamollaoğlu sakinlik veriyor, Selahattin Demirtaş gülümsetiyor, bu çok önemli bir şey. Hapishaneden bile gülümsetebilmesi çok önemli bir şey.
Tabii ki hapishanede olan birinin diğerleri gibi kampanya yürütmesinin imkanı yok. Kaldı ki cumhurbaşkanı seçimlerinde aldığı oy Demirtaş'ın şahsına aldığı oy.
Var olan seçmenlerde eski günleri de hatırlatarak belli bir popülaritesini tutabilir ama yeni seçmen kazanmada işi çok zor. Halbuki Demirtaş geçen cumhurbaşkanı seçimlerinde yeni seçmenlerden çok oy almıştı
Obama'nın dijital ekibi 650 kişiydi
Yakından takip edenler dış basından, ama büyük bir kısım House of Cards, Homeland gibi dizilerden biliyor. Seçim kampanyaları büyük büyük ekiplerle, sürekli değişen stratejilerle ilerliyor. Türkiye'de durum ne?
Çoğunda yok. Şöyle örnek vereyim. Obama'nın dijital kampanyası şöyleydi böyleydi diye hala konuşuluyor ya. Obama'nın dijital kampanya ekibi 650 kişiydi, holding yani.
Tamam aynı ölçekten bahsetmiyoruz. Orada 350 milyon seçmenlik bir eyalet sistemi var. Ama burada şöyle oluyor, genelde sosyal medya ekipleri bir şehirde oluyor bu ya İstanbul ya Ankara.
Liderle dolaşan bir kişi varsa var yoksa yok. Ondan bir şeyler gidiyor iki fotoğraf, iki görüntü, onun üzerinden sosyal medya yönetiliyor.
Hiçbir zaman X lideri bugün Mersin'e gitti, orada yaşayanlara özel bir söylem üretelim, "bu arada İstanbul'da şöyle bir gündem var, İstanbul için de şunu paylaşalım" gibi aynı anda farklı illere farklı seçmen gruplarına farklı demografilere mesaj üretilmiyor.
O gün Mersin'deyse bütün Türkiye Mersin'de söylediğini dinliyoruz. Halbuki üniversite öğrencinin gündeminde belki o gün Mersin hiç yok. Dolayısıyla o gün Mersin dışındakiler pas geçilmiş oluyor.
Bizde genelde böyle bir şey var. Kişisel hesaplarını yönettiği için insanlar, bir de şu var hiçbiri yapmadığı için yapılması gerektiğinin çok da bilincinde değiller.
Aslında öyle büyük bir boşluk var ki bir parti iyi yapsa patlayacak ve önemi anlaşılacak.
Sosyal medyayı interaktif kullanan yok
Şu anda sosyal medyayı en iyi hangi parti kullanıyor size göre?
Aslında şu an hala hiçbiri çok başarılı kullanamıyor. Çünkü yurt dışına baktığımızda, partilerin sosyal medyayı kullanmadaki en büyük başarılarından biri gönüllü toplama.
Oradan kampanyaya inanılmaz sayıda gönüllü buluyorlar. Bizdeki partilerin hiçbiri sosyal medyayı böyle bir gönüllü çekmeye heveslendirecek formatta kullanmıyor.
Sadece tek taraflı mesaj vermek için kullanıyor. Hâlbuki sosyal medya çok daha interaktif bir şey.
Hep tek taraflı, gazete mantığında kullanıyorlar. Alınan retweetler de biraz partililerin ve zaten destekleyenlerin retweetler'i.
Halbuki seçim kampanyasında spesifik kitlelere hitap etmek gerekir. Gençleri mesela, kadınları hedefleyerek, dillerini değiştirerek ama söylemlerde bir birliktelik sağlayarak bir strateji belirlemeleri lazım, onu yapmıyorlar.
Gerçekten orada çok ciddi bir ekip kurmanız lazım.
Demirtaş'ın 'şapşik' tweet'i insani örnek
Hafta sonu Başak Demirtaş tweet'i konuşuldu. Selahattin Demirtaş'ın ona gönderdiği çiçekleri paylaştı, 'şapşik' dedi. Bu nasıl bir örnek?
Evet, öncesinde de Başak Demirtaş, Selahattin Demirtaş'ın bir tweet'ine "Bana özel bir şey yok mu?" yazmıştı. Onun üzerine çiçekler gelince o tweet'i attı.
Mesela bu mükemmel bir örnek. Zaten görmüşsünüzdür beğeni sayısını, retweet sayısını.
Aslında seçmenler siyasetçileri insan olarak görmek istiyor, çünkü biz onları hep kalıplarda çok uzak görüyoruz.
Normalde bir saha çalışmasının en önemli yanı, adayı insanların ayağına götürüp onların ne kadar içlerinden biri olduğunu göstermek, sosyal medya bunu sağlamalı.
Doğru kullanıldığı zaman, mesela Başak Demirtaş'ın attığı tweet o kadar güzel ki orada şunu görüyorsunuz çok insani bir durum "kadının kocası hapiste" en basit anlamıyla. Ve o kadar insani bir durum ki bu herkes çok hızlı bir şekilde empati yapabiliyor.
Sizin sosyal medyada yapmanız gereken şey bu. Oradan seçmeni ekonomik vaadinize ikna edemezsiniz.
Michelle Obama ve Barack Obama arasında da böyle paslaşmalar vardı sosyal medya üzerinden değil mi?
Aynen öyle. 14 Şubat zamanları mesela Obama başka bir yerde, o ona bir şey yazar, o ona cevap verir. Yurt dışında bunların çoğu tabii kurgulanmış şeyler.
Yurt dışındaki sosyal medyada doğal akışında zannediyoruz her şeyi halbuki hepsi kurgulanmış, muhtemelen o 14 Şubat tweet'i, fotoğrafı Aralık ayında seçilmiştir ama doğru yönetmek böyle bir şey zaten.
Sosyal medya kullanımına başka örnekler var mı peki sizin gözlemlediğiniz?
İYİ Parti'nin "25 Nisan'da Wikipedia açılışına bekleriz" tweeti de iyiydi mesela.
O bence gençlere yönelik bir şeydi ve gençlerin dili dediğimiz bir şey var ya onu da yakalayan bir şeydi.
Sosyal medyayı biraz kitlesel bir gazetede yayın yapıyor mantığıyla yapıyorlar. Nasıl ki Hürriyet ortalama bir kitleye hitap eder. Ortalama seçmene hitap ediliyor orada.
Baskın seçimin kampanya dezavantajı
Muhalefet aniden bir seçimle karşılaştı ve ilk aşamada elde bu sloganlar var nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şimdi tabii baskın seçim olmasının en büyük dezavantajı kampanya.
Normalde sizin sloganı bulduktan sonra insanlar üzerinde test etmeniz, çeşitli araştırmaları tutmanız en doğrusu ama öyle bir fırsat olmadığı için biraz alelacele yapılıyor bu sloganlar şimdi bizde.
Bu sloganlar kötü mü, hiçbiri iyi de değil kötü de değil. Mesela "Türkiye'ye güvence Muharrem İnce" aslında biraz eski zaman sloganlarından.
Bir dönemin isimle kafiyeli slogan üretme modası vardı. Burada da biraz onu görüyoruz. Aslında genelde yurt dışına baktığımız zaman slogan o adayın seçimde vermek istediği mesajın en kompakt halidir.
Ya da o liderin en çarpıcı özelliği mesela Mitterand'ın vardı "Sakin güç", Kemal bey için de kullandılar sonra. Çünkü Mitterand gerçekten çok güçlü bir aday ve çok sakin bir adaydı. O dönemin Fransa konjonktürü için de çok uyan bir profildi.
Obama ilk seçimde "Yes, we can" yapmışlardı, "başarabiliriz" çünkü ilk kez bir siyahi aday vardı. Yaparbiliriz imajı vermeleri gerekiyordu. İkinci dönem devam ettiklerki için "go forward" (ileriye) dediler falan.
Aslında vermek istediğiniz mesajın en kompakt halini vereceksiniz. Bu nedenle kampanyanın bütününü görmeden sadece slogan üzerinden yorum yapmak da çok doğru olmaz.
Muhalefet alternatif yollar bulmalı
CHP'den Deniz Demir'in her ekranda Erdoğan'ın olduğu tweet'ini siz de retweet'lemiştiniz. Muhalefet bu kısıtlı iletişim ortamını nasıl kırabilir?
O gerçekten çok çarpıcı bir örnek. Sonuçta seçimin meşru olabilmesi için seçim yarışının da eşit ve adil koşullarda gerçekleşmesi gerekiyor. Bundan en büyük sıkıntıyı seçimi kazanan yaşayacak.
Ne olursa olsun adil bir seçimden çıkmış olmamak herkes için yıpratıcı bir şey.
O karede o gün Muharrem İnce'nin anons edilme durumu var kanallarda göremiyoruz, işte Meral Akşener'in seçim mitingini kanallarda göremiyoruz, Erdoğan bir açılış yapıyordu, günlük sıradan bir şeydi, manifesto falan da değildi ve bütün kanallarda o vardı.
Şimdi muhalefet ne yapabilir mesela Muharrem İnce'nin söylediği bir şey var "Televizyonlar vermezse televizyonun önünde miting yapacağım" diye, mesela bu etkili bir şey.
Sizin mitinglerinizi vermiyorlar ama muhalefet mesela haber niteliği taşıyan bir şeyler yaparsa bir anlamda vermek zorunda kalabilirler. Birincisi bence bu, siz gidip de bir televizyon kanalının önünde miting yaparsanız bu bir haber.
Bunu vermemezlik yapamayacaklar. Ya böyle yaratıcı fikirler bulmaları, ya sosyal medyayı daha etkili kullanmaları gerekiyor.
Ama bence en önemlisi sahada çok çalışmaları gerekiyor.
Ev ziyaretleri, toplantılar artırılmalı. Muhalefet adına avantaj olan kısmı havalar güzel, yaz dönemi seçimi, Türkiye'deki herkes sokakta, özellikle güney illerini düşünürsek.
Gülfem Saydan Sanver hakkındaSiyasal iletişimci. Genel ve yerel seçimlerde kampanya danışmanlığı yapıyor. Türkiye'deki Seçim Kampanyaları ve Siyasi Partilerin Karşılaştırmalı Seçim Stratejileri üzerine yaptığı çalışma 2013 yılında A.N.R.T Yayınevi tarafından Fransa'da basılarak bu konuda Avrupa'da basılan ilk kitap oldu. Doktorasını "siyasal partilerin genel seçim kampanyalarında uyguladıkları seçim stratejileri" üzerine Paris Sorbonne Üniversitesi'ne yaptı. 2007 ve 2009 yıllarında Yeditepe Üniversitesi'nde sosyolojiye giriş dersleri verdi. 2010 yılında da Galatasaray Üniversitesi'nde de TUBITAK destekli araştırma projesi kapsamında "Türk iş dünyasındaki seçkinlerin siyasi seçkinlerle karşılıklı bağımlılık ilişkileri ve küreselleşme karşısında farklı bütünleşme eğilimleri" üzerine araştırma yaptı. |
(PT)