Son dönemlerde Diyarbakır, Batman, Urfa, Antep'e daha sık gitmişim de, Yüksekova ve Hakkari'ye gitmeyeli en az 5-6 yıl olmuş. Bu nedenle hem son duruma ilişkin -Kürtler "süreç" diyor- gözlemler yapabildim, hem de eskisine oranla meydana gelen değişiklikleri anlamaya çalıştım.
Rehberimiz ve panel yöneticimiz İrfan Aktan ve arkadaşlarının ve tabii ki katılımcıların olgunluğu ve yardımları sayesinde, her iki kentte de hem iyi hazırlanmış ve iyi düzenlenmiş paneller gerçekleştirdik, hem de kimi zaman gece geç saatlere kadar uzayan bilgilendirici hoş sohbetlere katıldık. Gazeteci olarak, bir sünger olmaya çalışıp, yeni fikirleri, eğilimleri, nedenlerini, gidişatı emmeye çalıştım.
Artık paneller yapılabiliyor
Öncelikle Anadolu Kültürün her ay, İstanbul ve Ankara'dan akademisyen, yazar, gazeteci, sanatçı ya da aydınları davet edip, kadın meselesinden sinemaya, edebiyattan medyaya kadar çeşitli konuları Yüksekova, Şemdinli ve Hakkari gibi merkezlerde paneller düzenlemesi son derece önemli ve yararlı. Hem bölgeye gelenler, bölgenin ve yöre halkının gerçeğini somut olarak, yüz yüze karşılaşmalar, sohbetler sayesinde yerinde öğrenme ve anlama olanağına kavuşuyor, hem de panellere, sohbetlere, panel sonrası yemeklere katılan yöredeki insanlar, sorunlarını, bakışlarını, çözüm önerilerini konuklarla paylaşıp tartışıyor. Bu ortaklaşma, bu paylaşma halen milliyet temelinden çok, siyasi-ideolojik fikirler bazında cereyan ediyor.
1999 öncesinde hayal bile edilemeyen bu panel ortamlarının, bize verilen bilgiye göre, şimdiye kadar sorunsuz, yani devletin müdahalesi olmadan gerçekleşmesi de ayrı bir olumluluk. Yakın zamana kadar Diyarbakır'daki panellerde bile, dinleyiciler, söz kendilerine geldiğinde, soru, itiraz ya da değerlendirmelerini, kürsüye ancak yazılı olarak iletebiliyorlardı. Artık tüm bölgede, insanlar kahvede ya da bu tür toplantılarda söz alıp görüşlerini açıkça ifade edebiliyor.
Polis bazen toplantılara katılıp not filan tutuyor ama şimdiye kadar önemli bir sorun yok. Tabii ki yine de toplantı bitiminde, kimi dinleyicilerin konuşmacıların yanına gelip, alçak sesle, "Hocam, 99 sonrası süreci konuşsaydık daha iyi olurdu" gibi serzenişleri de olmuyor değil, ama doğrudan siyasetin dışındaki konular da yeteri kadar ilgi çekiyor.
Bizim her iki toplantımıza da yaklaşık 60-70 kişi katıldı. Gerek bizim girizgah niteliğindeki sunumlarımız sırasında, gerekse tartışma bölümünde, son derece olgun bir kitle, çoğu zaman derin anlamlı soru ve konuları gündeme getirdi.
Üç gün boyunca Anadolu'nun diğer yörelerinde olduğu gibi, bu iki kentte de ev sahiplerimizin konukseverliliği kayda değerdi.
Yüksekova ve Hakkari'de, sokak manzaraları itibarıyla benim 5-6 yıllık aradan sonra gözlemlediğim, ticari canlılıkla İnternet kafe ve dershane sayısının çokluğu oldu: "'99'dan sonra bizim bölgede üniversiteye giriş konusunda önemli bir başarı yakalamaya başladık. Eskiye oranla artık çok daha fazla sayıda gencimiz üniversite sınavlarını kazanabiliyor, ayrıca Hakkari'deki Meslek Yüksek Okuluna da giden çok arkadaşımız var" dedi bir öğrenci.
Bu olumlu gidişatın nedenlerini sorduğumuzda ilginç bir yanıt geldi: "'99'dan önce bizim buralardan dağa giden hatta kafileler halinde dağa giden çok genç vardı. Dağ, kız oğlan, birçok genç için bir umut kapısıydı. O zamanlar siyaset, bugünkünden daha ön plandaydı. Artık dağ yerine üniversiteye girmek daha cazip geliyor bir çok insana" Halbuki Mahzum Korkmaz Akademisi de vardı vakti zamanında!
Adım başı İnternet kafeye rastlamak aslında Kürt bölgesine has bir özellik değil. İletişim teknolojisinin bu harika icadı, az da olsa bilgi edinmek için kullanılıyor Kürt gençleri tarafından. Ama esası 'chat' ve oyun...
Bir iki ay önce Dersim'de girdiğim İnternet kafenin adı "Paradigma"ydı. Hafta sonu Yüksekova'da, mail'lerimi "Burada kimse yok mu?" adlı İnternet kafede okudum!
Hakkari'den çok Yüksekova'da, sokakta İranlı tüccarlara ve dükkanlarda İran'dan gelen mallara rastlamak olası. Batman, Diyarbakır, Mardin ve Şırnak'ta bir süredir Barzani'nin adı daha sık telaffuz edilirken Yüksekova ve Hakkari'de, 3 gün içinde bizim bulunduğumuz çevrelerde bu liderin adı nadiren geçti.
Kimliğine sahip çıkmak
Özellikle panellerde dikkatimi çekti: Bölge insanları, özellikle gençler, giderek kendi bağımsız ve özgür kimliklerini, tutumlarını oluşturmaya daha çok özen gösteriyor. Eskiden dışarıdan -İstanbul, Ankara, Irak ya da Avrupa- gelen her fikir ya da yaklaşımı çok da fazla eleştirmeden, sorgulamadan kabul eden insanlar, bugün daha titiz bir tutum takınıyor. Süzgeçler daralmış, tartışmalar derinleşmiş. Türk orta sınıfının büyük ölçüde oryantalist girişimleri ve STK'li siyasi ve ekonomik tacirlerin projeleri öyle otomatik bir şekilde kabul görmüyor artık. Ulusal, bölgesel ya da etnik kimliğe sahip çıkılması, bunların güçlendirilmesi olarak algılanabilecek bir tutum, bazen milliyetçilikle de özdeşleşebiliyor.
Ne var ki, Yüksekova ve Hakkari yöresindeki sohbetlerimizde, henüz "Hewler mi Ankara mı?" gibi açık bir tercih sorunuyla karşılaşmadım. İnsanlar haliyle Ankara'dan şikayetçi ama Hewler de şimdilik bir çözüm olarak sunulmadı herhangi bir tartışmada.
Algı mühendisliği filan...
Ben, her iki kentte de "Hakiki Gerçek/Medyatik Gerçek" ikilemini Kürt sorunu bağlamında, Türk egemen medyası ortamından verdiğim örneklerle tartışmaya açmaya çalıştım. Biraz da bağımsız medya adacıkları, yurttaş gazeteciliği, yerel gazetecilik, 5. Güç gibi seçenekleri sergiledim. Dinleyiciler, doğal olarak Kürt medyası konusunda soru ve değerlendirmeler aktardı.
Nazan Üstündağ, Türk televizyonlarında, son dönem yayınlanan dizilerde kurgulanan/inşa edilen/yeniden üretilen Kürt(lük) imajı üzerine bence çok hoş, derin ve orijinal bir sunum yaptı. Bu konu özellikle Yüksekova'daki panele katılan dinleyiciler tarafından etraflı bir şekilde tartışıldı.
Medyanın, gerçeği, iktidarın işine geldiği gibi tahrif etmesi -ya da saklaması-
bir yana, bazen iyi niyetle de olsa, kâh cehaletten kâh küçük burjuva ideolojisi yüzünden çoğu zaman da teknik ve mesleki bilgisizlikten, Kürt bölgesinde, bir iki günlüğüne yöreye gelen gazeteci, muhabir, yazar ya da kalem erbabının, yüzeysel görüntüleri ve/ya da kısmi manzaraları hakiki gerçeğin tümüymüş gibi algılayıp kavraması ve bilahare de bu şekilde yansıtması bölge halkını haliyle rahatsız etmiş.
Aslında global gazeteciliğin de önemli bir sorunu olan bu konu, kuşkusuz salt mesleki beceri ya da yetenek eksikliği ile açıklanamıyor: "Oteldeki çocuk dedi ki...Taksi şoförü bize kentin durumunu anlatırken... Muhatabım alçak sesle bana meselenin derin yanlarını anlattı..."' gibi cümlelerle başlayan bu tür haber ya da yazılar, mesnetsiz, şahsi ve kısmi gözlemlere dayanıyor ayrıca da olumlu/olumsuz dengesini görmezden gelerek yürekleri, bilinçleri rahatsız edebiliyor.
Tüm bu tartışma sürecinde, sorunun Türk/Kürt sorunu olmadığı, meselenin esas olarak siyasi-ideolojik perspektifle ilgili olduğu su yüzüne çıkıyor. Çünkü konuya ilişkin kimi saflaşmalarda, Beyaz Türklerle Beyaz Kürtler aynı cephede görüş belirtirken, her iki milletin Esmerleri (Karaşın!) siyasal ve sınıfsal bir tutum sergileyebiliyor.
Negatif barış!
Bütün bu nispeten olumlu manzaraya rağmen, üç gün bölgede dolaşırken savaşın henüz tam anlamıyla bitmediği de birileri tarafından gözlerimizin içine sokuluyor. İlk gün 6 tank taşıyıcısı sınırdan dönüyordu. Van-Hakkari yolunun Yüksekova'ya sapan Yeniköy mevkisinden Yüksekova'ya kadar her sabah mayın taraması yapılıyor. Rastladık. Haftada ya da on günde bir -ki bu aralar daha da sıklaşmış- İrfan Aktan'ın Express'te yazdığı üzere, bölge, "kapsama alanı dışına çıkarılıyor".
Operasyon, harekat, asker sevkıyatı boyunca kâh Yüksekova'da kâh Hakkari'de bazen iki yörede birden tüm cep ve sabit telefon hatları kesiliyor. İnternet kafeler, bankalar, telekomünikasyonla ilgili her şey duruyor tamamen. Pazar günü 7-8 saat sürdü bu kesinti. Neden? "Harekat sırasında yurttaş, örgüte bilgi vermesin, mayın döşenmesin filan diye herhalde..." dedi bir arkadaş. "E peki hastası olan, acil işi olan ne yapıyor?'" Bir şey yapamıyor tabii, ne yapsın...
Birlikler harekatı gizlemek/saklamak için telefon hatlarını kesiyorlar ama halk da telefonlar kesilince harekatın başladığını anlıyor. Kurmaylar düşünememiş herhalde bu basit gerçeği. Bir de örgütün elinde telsizler de vardı değil mi? Daha da önemlisi, askeriye, halkı hâlâ örgüte yardım edebilecek bir potansiyel güç olarak değerlendiriyorsa, herhalde bu kendi vatandaşına olan güvensizliğinden olmasa gerek. Bir bildikleri vardır muhakkak...
Bir şey daha dikkatimi çekti: Van-Yüksekova-Hakkari güzergahında 4-5 arama noktası var. Giderken arama yok, Van'a dönerken var. Yani bölgeye giriş nispeten serbest de, çıkarken o kadar değil. Yine de benim hatırladığım 1987-99 dönemine oranla aramaları son derece nazik bir şekilde yapıyor jandarma. Araçtan inmedik bile..."Siz" diye hitap ediyorlar yolculara, hatta "İyi yolculuklar" bile diliyorlar... Eskiyi bilenler ve yaşamış olanlar için fevkalade bir tutum.
Hakkari'ye yaklaşırken, 68 gençliğinin Zap suyu üzerinde kurduğu Deniz Gezmiş köprüsü ne yazık ki hâlâ yıkık.
Davul tozu anten gölgesi...
Kimin yaptığını herkes biliyor da kimsenin dili varmıyor faili faş etmeye: Birileri bir süredir Kürt televizyonlarının bölgedeki yayınlarını, gayrı kanuni (çünkü Ankara, Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi'nin tarafı) ve gayri meşru -gizli teknolojik bir mekanizmayla- olarak engelliyor. Çin işi bir mekanizma imiş, İran da ithal etmiş bu sistemi, oradan da Ankara'ya gelmiş. Yaşasın Uluslararası Sansürcüler Dayanışması! Ama "El elden üstündür" demişler, bölgenin yaratıcı yurttaşları; belki de kocakarı ilacı benzeri bir yöntemle, bu engellemenin de üstesinden (pardon altından!) gelmişler. Yüksekova-Hakkari arasında bir köy var: Türkçe adı Çanaklı!
Süreç, işte bu güzergahta seyrediyor... (RD/TK)