Kavurucu sıcakla birlikte görüş açınızı sadece birkaç metreye düşüren bir toz bulutu havada asılı. Bağdat başta olmak üzere kum fırtınası Kerkük, Süleymaniye, Necef gibi Hewler’i de etkilemiş durumda.
Uçak seferleri iptal edilirken yurttaşların zorunlu haller dışında evlerinden çıkmaması, çıktıkları takdirde maske takılması salık veriliyor. Şehrin ışıklarının belli belirsiz seçildiği caddelerde trafik kontrolü yapan üniformalı ve silahlı peşmergeler dışında kimseye rastlanmıyor.
TIKLAYIN - Vedat Aydın'ın Cenazesini Anlatıyorlar
Tüm misafirperverliğiyle evinde karşılıyor bizi Şükran Aydın. Yalnız yaşadığı evin camlarını kum fırtınası nedeniyle kapalı tutuyor. “Balkonu yıkadım ama toz bulutu soluğumu kesince tekrar kapattım” diyor.
Kendi eliyle yaptığı tatlıyı çay eşliğinde ikram ederken yüzünde gizlemeye çalıştığı hüznü fark etmemek mümkün değil. Çok değil birkaç ay önce korona illetinden kaybettiği oğlu Şevder’in matemini yaşıyor. Havanın kasveti evin içini de kaplamış durumda. Acılı birine soru sormanın sıkıntısı ve ağırlığını yaşıyoruz.
Bu ilk değil, eşi Vedat Aydın’ın işkenceyle öldürülmesinin üzerinden 30 yıl geçmesine rağmen acısı hala tazeliğini korurken sürgünde yaşamak zorunda kalıp bir de evlat kaybını yaşıyor.
TIKLAYIN - Vedat Abi'ye Özlem...
Alyansına dokunup konuşmaya başlıyor
Her şeye rağmen umudunu diri, gövdesini dik tutmaya çalışarak, hala çıkartmadığı alyansına dokunarak başlıyor anlatmaya hikâyesini.
Bismil’de Aydınlar Köyü olarak bilinen Kazancı köyünde dünyaya gelmiş. Osmanlı döneminden beri hiçbir zaman devlete bağlı olmayan, ağalık sisteminin olmadığı köyde kendisinden üç yaş büyük olan amcasının oğlu Vedat Aydın’la birlikte büyümüşler. 20 yaşına kadar ata binen, silah taşıyan, köydeki tarla işlerini ve çiftçileri yöneten Şükran evlenmeye hiç niyetli değilmiş.
“Babam aslında beni geleneksel kodlarla yetiştirmeye çalışıyordu ama ben biraz başıma buyruktum. Benimle görücü usulüyle evlenmek isteyenler çok olmuştu. Başka köyden biri belimde tabanca görünce istemekten vazgeçmişti. Benim de zaten evlilik aklımın ucundan geçmiyordu”
Bir gün aile meclisi toplanıp berdel usulüyle Şükran’ın Vedat’la, Şükran’ın erkek kardeşinin de Vedat’ın kız kardeşiyle evlenmesine karar verir.
Vedat da Şükran da bu evliliğe karşı gelir. Çünkü Vedat daha lise yıllarından itibaren siyasete bulaşmıştır. Diyarbakır’daki Ziya Gökalp Lisesi’nde Bismil grubu olarak mimlendiği 12 arkadaşıyla birlikte okuldan atılır, liseyi Kızıltepe’de bitirir. “Benim yarın ne olacağım belli değil. Kendimle birlikte eşim ve doğacak çocuklarımı da tehlikeye atamam” diyerek bu evliliğe razı gelmez.
Nitekim ailelere karşı gelemezler.
“Benim tek hayalim, kardeşlerimi yetiştirip, büyütmek ve bir çiftlik kurmaktı. Hiçbir zaman gelinlik giymek, evlenmek gibi bir isteğim yoktu. Birine ağabey diyorsun ve birileri çıkıp size evleneceksiniz diyor. Babama, ‘Hani Vedat sizin ağabeyinizdir’ diyordun, ya çocuklarımız sakat doğarsa demiştim. Babam da ‘Oho evlendi de hemen de çocuk düşünüyor’ diye benimle dalga geçmişti. Vedat’ın kızkardeşi de evliliğe itiraz etmişti ama onu da dinleyen olmadı. Daha fazla mukavemet edemedik. Görümcem gelinlik giydi ama bana hala manasız geldiği için gelinlik giymeden sadece mantomu giyinip Diyarbakır’a gelin geldim”
Evlendikten sonra yaz aylarında köye gitmeyi ve toprakla uğraşmayı sürdürürler.
“Kışın Diyarbakır’da, yazın köyde kalırdık. Çocuklarıma bile çiftçilik yapmayı öğretmiştim.”
12 Eylül Askeri darbe döneminde kolluk güçleri Vedat’ı rahat bırakmaz. İki arkadaşıyla birlikte 90 gün boyunca kayıp olan Vedat’ı işkence görmüş şekilde Devegeçidi’nde bulurlar.
“Çok eziyet etmişlerdi. Vedat’ın kafasının bir bölümünde gördüğü işkence nedeniyle saç çıkmıyordu, bir kulağında işitme kaybı vardı. O dönem sürekli gözaltına alınıyordu. Evlendikten sonra doğru dürüst bir arada kalamadık. Üç ay Filistin’e gitti. Ardından 4 yıl Diyarbakır Cezaevi’nde yattı.”
İki çocukları olur Rojen ve Felat. Siyasi kaygılardan dolayı çocuk sahibi olma konusunda tedirgindirler.
“HEP kurulduktan sonra partiye gidip geliyordum ama aktif olarak siyaset içerisinde yer almadım, çünkü bana da bir şey olursa çocuklar ortada kalacaktı. Ne olacağımız belli değildi, gelecek kaygısı yaşıyorduk. O yüzden iki çocuktan fazlası olmasın diyorduk. Daha sonra ben sağlık sorunları yaşadım ve doktor tavsiyesi üzerine üçüncü çocuğu yapmaya karar verdik, belki bir kızımız olur dedik. 1987’de Şevder’imiz dünyaya geldi. Şevder gece dışarıda gezen anlamına geliyor”
1990’da İnsan Hakları Derneği’nin Ankara’daki genel kurulunda Kürtçe konuştuğu için tutuklanarak üç ay cezaevinde kalan Vedat Aydın mahkemede de anadilinde savunma yapar ve tahliye edilir.
“Vedat Ankara’dan geldiğinde öldürüleceğini biliyordu. ‘Kürtçe konuştuğum için tutuklandım, Kürtçe savunma yaptım ama tahliye
Vedat Aydın hakkında38 yaşındaki Kürt siyasetçi Vedat Aydın, 5 Temmuz 1991 gecesi "İfade vermek için emniyete götürülmek üzere" denilerek gözaltına alındı.
Bir gazeteci, 7 Temmuz 1991 tarihinde Ergani-Maden yolu üzerinde bulunan bir erkek bedeninin Maden Mezarlığı'na defnedildiği bilgisine ulaştı. Söz konusu mezar açıldı ve ağır işkence izleri taşıyan bedenin "kimliği meçhul kişi" olarak defnedilen Vedat Aydın'a ait olduğu açığa çıktı. |
edildim. Bunun anlamı nedir? Beni ortadan kaldıracaklar’ demişti.”
Nitekim Vedat bu sözlerinin üzerinden çok değil 9 ay sonra 5 Temmuz 1991 gecesi eve gelen kendilerini siyasi şube polisi olarak tanıtan JİTEM ekibi tarafından ‘emniyete ifade vermek üzere’ kaçırılır.
7 Temmuz 1991 tarihinde Ergani-Maden yolunda bulunan bir erkek bedeninin Maden Mezarlığı’na defnedildiği öğrenilince savcılığa başvurulur, mezar açılır ve ağır işkence izleri taşıyan bedenin Vedat Aydın’a ait olduğu anlaşılır. Aydın’ın cenazesi 10 Temmuz 1991’de ailesine teslim edilir. O gün yapılan cenaze törenine on binlerce insan katılır. Fakat polis kitlenin üzerine ateş açar. Cenazede sekiz kişi katledilir, yüzlerce kişi yaralanır ve o katliamın da failleri hiçbir zaman “bulunup” yargılanmaz. O meşhur “1990’lara” bu katliamla start verilmiş olur.
İşkence sesleri dinlettirilir
Vedat’ın ölümünden sonra Şükran verdiği ifadede gelenlerin polis olduklarında ısrar eder. Şükran’ı ifadesini değiştirmesi için polisler sürekli gözaltına alır. İşkenceyi ileri boyuta taşıyan polis Vedat Aydın’ın ölmeden önceki son sözleri ve işkence edildiği andaki ses kaydını Şükran’a dinlettirmeye kadar vardırır işi.
“Çok berbat bir durumdu. Küfürler, hakaretler, dayak.. ama o andaki öfke ve hırsınız nedeniyle size yapılanları hissetmiyorsunuz bile. Ses kaydında Vedat’a polisle işbirliği yapılması isteniyordu. ‘Sen herkesi tanıyorsun ayda bir bize rapor ver, biz de seni uzaktan koruyalım’ dediklerinde Vedat onlara ‘Ben buraya dönmek için değil ölmek için geldim’ diyordu. Öyle ki yapılan işkence sırasında kırılan kemiklerinin sesi geliyordu. ‘Vedat Bey çok yoruldu, yemek getirin yesin’ diyen polise ‘Ben sizin gibi şerefsizlerin yemeğini yemem’ diyordu. Uzun bir ses kaydıydı. Vedat bulunduğunda 8 kurşun sıkılmış vücudunda kırıklar vardı.
Emniyet Müdürü Hüseyin Kocadağ ‘İyi dinle eğer ifadeni değişmezsen kocanın akıbetini yaşarsın, elbet seni yalnız ele geçiririz ve kuşlar bile senin parçalarını bulamaz’ demişti.
Hep kalabalıkla gözaltına alındığım için kaybetme şansları olmadı. Vedat’tan sonra üzerime çok geldiler. 5 yıl boyunca JİTEM aracı kapımıza gelirdi. Telsiz seslerini açarak korku salardı, çünkü istedikleri zaman yukarı çıkabilirlerdi. Hiçbir zaman tek başıma dışarı çıkmadım. Diyarbakır’ı terk etmemi istiyorlardı. Nitekim bir gece evde yokken gelip kapıyla birlikte evimin duvarını yıkmışlardı. 9 ay evimi terk etmek zorunda kaldım. Bu tehditler 1996’ya kadar sürdü.”
1996’da HADEP İl Yönetimi’nde resmi olarak görev alır.
“Polisler, ‘biz sana evini götür diyoruz sen gidip il yönetiminde yer alıyorsun’ diye iyice kızmışlardı. Kadınların dilinden iyi anladığım ve diyaloğum güçlü olduğu için daha çok kadın çalışmalarında görev aldım. İlk Silvan’a gittiğimde sadece tek bir çarşaflı kadın partiye geliyordu, benim çabalarım sonucunda sayıları giderek çoğaldı.”
Davada zaman aşımı
Öte yandan 7 Temmuz 1991 sonrasında Vedat Aydın cinayetiyle ilgili “yargı süreci” başlar ama bir arpa boyu yol gidilemez. “Herhangi bir delil veya fail ele geçirilmemiştir” denilerek belli aralıklarla tutanaklar tutulur ve bu şekilde dosya uzun yıllar tozlu raflarda bekletilir. Bu süreç, JİTEM içinde faili meçhul cinayetler işlemekle görevli PKK itirafçısı Abdülkadir Aygan’ın Mart 2004 tarihinde, yerleştiği İsveç’ten Ülkede Özgür Gündem gazetesine itiraflarda bulunmasına kadar devam eder.
“Aygan’ın ifadesi üzerine İsveç’e çağrıldım. Soru sormak için onu görmek istedim ama göstermediler. Çünkü belli bir yere kadar anlatıyor, sonrası kopuk. İşin içinde olduğunu bilmemize rağmen kanunen bir şey yapamıyoruz.
Normal koşullarda 5 Temmuz 2011’de davanın 20 yıllık zamanaşımı süresi dolacaktır. Fakat o tarihten önce Aygan’ın itirafları, Avukat Arif Altunkalem tarafından savcılığa iletilir. Savcı da Aygan’ın itiraflarında yer alan isimlerin ifadelerinin alınması için kolluk güçlerine yazı yazar. Böylece 20 yıllık zamanaşımı süresi, yasa gereği yarı oranında uzatılarak 30 yıla çıkarılır.
O arada Şükran yine savcı tarafından Emniyet’e çağrılır. Cam arkasında duran 5 kişiyi teşhis etmeleri istenir. Emin olmamakla birlikte 3 numaralı kişinin eve gelenlerden biri olduğundan şüphelendiğini söyler. Çünkü aradan 20 yıl geçtiği için, kesin olarak tanıması mümkün değildir.
“Ki gerçekten de teşhisim doğruymuş, o kişi Vedat’a kurşunu sıkan Hasan Adak’mış. 30 yıl bitti ve dava zaman aşımına uğradı. Biri çıkıp içinde olduklarını anlatırsa tekrar açılır ama hiç kimse net bir şey demedi, JİTEM’den kaçanlar bile. Biz 12 Eylül’ü, 90’ları yaşadık, her dönem birilerini ortadan kaldırdılar. Bu hükümet değil devlet politikasıdır.
"Vedat’ın ölüm fermanı yukarıdan geldi. Mesele Diyarbakır’daki üç beş polisin gidip alması ve işkenceyle öldürmesi değildir. Benim ifadem de var, ben bunu her yerde söylemişim. Vedat ilkti ve arkası geldi. Bütün dünya devletin yaptığını biliyor ama resmi belgeler elimize geçmedi. Her şey planlıydı.
"Vedat’ın Diyarbakır değil de Malatya DGM’nin bakması için bilinçli olarak 15 metre Elazığ sınırına atılmıştı, tüm bunların hesabı yapılmıştı. Ben bunları hep dillendirdiğim için Hüseyin Kocadağ beni tehdit ediyordu. Susurluk’taki kazada öldükten sonra katıldığım bir panelde polis kamerasına dönerek ‘iyi çekin bunları. Hüseyin Kocadağ bu kadar kolay gebermemeliydi” dedim. Bunu dediğim için de hakkımda dava açıldı."
Bismil’e Belediye Başkanı olur
2004’e kadar parti çalışmalarında yer alan Şükran’a yerel seçimlerde Bismil’den aday olması önerilir. Bismil’de yapılan eğilim yoklamasında 2 bin kişiyle yapılan anketin 1100’ü Şükran’ı gösterir.
“Bismil halkı ne isterse onu yapmaya hazırım dedim. İlk olarak milletvekili adayı olmam istenmişti ama çocuklar çok küçük olduğu için kabul etmedim. Leyla Zana’yı önermiştim.”
2004 yerel seçimlerinde Bismil’de kazandığı belediye başkanlığını beş yıl yapar. 2009’da Kürt siyasetçilerine yönelik KCK operasyonları başlar. Ve tabi ki bir şafak vakti onun da kapısı çalınır.
“Açıkçası ben hiç beklemiyordum, Büyük oğlum balkonda uyuyordu. Birden üzerine çullandılar. Telefonlarıma el koydular. Fırat Anlı’yı arayıp avukat ayarlamasını isteyecektim. Kendileri aradı.”
Aralarında Demir Çelik, Yurdusev Özsökmenler, Şeyhmus Bayhan ve Nuran Atlı’nın da olduğu 23 kişiyle birlikte gözaltına alınır. Serbest bırakıldıktan bir süre sonra da sürgün yolları gözükür.
“Kürt siyasetçilerin kaderi budur.90’lardan sonra dürüst siyaset yapanlar ya toprağın altında, ya cezaevinde, ya da toprağından, sevdiklerinden kopup sürgünde. Buraya bir türlü alışamadım.”
10 yıldan beri yaşamını sürdürdüğü Hewler’e inşaat mühendisi olan küçük oğlu Şevder de çalışmak için gelir. Anne oğul bir süre sonra koronaya yakalanır.
"Tüm çabalara rağmen oğlumu kurtaramadık"
Şükran bir çay daha koyup, derin bir nefes alarak, gücünü toparlayıp anlatmaya devam ediyor. Bu kez parmakları istemsizce Şevder’in Anneler Günü’nde aldığı yüzüğün üzerinde geziniyor.
“Şevder vefatından 45 gün önce buraya geldi. Covid olmuştuk, kimseyle temasımız yoktu, ikimiz evde yalnızdık. Şevder hastalandıktan 10 gün sonra kötüleşince hemen telefonla yakınlarımızı aradım. Konsolosluk ve Sağlık Bakanlığı devreye girdi. Ambulans uçakla Ankara’ya götürdük ama tüm çabalara rağmen Şevder’i kurtaramadık. Evin her yerinde onun hayaliyle yaşıyorum. Hala yatağını bile kaldırmadım, bıraktığı gibi duruyor. Dışarı çıkmak istemiyorum. Vedat’ın acısı da büyüktü ama insan gençken bazı şeyleri kaldırabiliyor.
Vedat’ın bir hedefi vardı, ölümü göze almıştı. Acısının yanında mücadelesine saygı göstermek durumundaydık. Tabi ki kolay değildi. Vedat sürekli bana bir şey olursa hayatınızı aynı şekilde sürdürmelisiniz diyordu, bana asla siyah giyinmeyeceksin demişti. Bize düşen onun anısına saygı göstermekti. Çocuklarımı iyi yetiştirmek için mücadele ettim. Üçü de nasıl bir aileye mensup olduklarının, babalarının kim olduğunun farkındalar.
Doğup büyüdüğü yerden uzak kalan herkes gibi ben de o özlemi duyuyorum. Hep aileme toprağıma kavuşmak istiyordum. Dönersem köyümde çiftlik kurma hayallerim vardı. Artık ne yaparsam yapayım yarım kalacağını biliyorum. Şevder’i kaybedince bu üzüntü, kahır katlanarak büyüdü. Geceler bitmiyor, sabahlar olmuyor, bazen ayağımın yerden kesildiğini hissediyorum. Ailem, çocuklarım, mezarım her şeyim orada. Çok zor. Hep evdeyim, birkaç aile var gelip gidiyor. Hiçbir yere çıkmak istemiyorum. Sanki Şevder hala evde ve hasta, beni bekliyor gibi. Buna alışmak hiç kolay değil.”
Torunu Solin’in Vedat Aydın’ın mezarı başında çektirdiği fotoğrafı eline alıp bakarken gözleri doluyor ve sözlerine devam ediyor Şükran.
“Solin önceleri telefonda bana sürekli ‘babaanne buraya gel’ diyordu. Şimdi de ‘sakın gelme seni cezaevine atarlar’ diyor. Küçücük yaşında bunları konuşuyor. İnsan umudunu yitirirse ölür, hiç yitirmedim ve yitirmek de istemiyorum. Dört parçada yaşayan Kürtlerin şapkasını önüne koyup düşünmelerini, birlik ve beraberliğini görmeden ölmek istemiyorum. Umarım gözümüz bunu görür. Biz neden birbirimizin arkasında olmayalım ki”
Şükran Aydın’la vedalaşıp dışarı çıktığımızda yine silahlı adamlar dışında hiçbir şey gözükmüyor. Dinlediğimiz hikâyenin yükünün ağırlığıyla nefesimiz kesiliyor, gözlerimiz kısılıyor, ruhumuz daralıyor, sesimiz çıkmıyor, boğulacak gibi oluyoruz.
Yetkililer bu toz bulutunun iki güne kadar dağılacağını söylese de Şükran-Vedat Aydın nezdinde Kürt halkı için görüş mesafesini daraltan bu boğucu kum fırtınası dinecek gibi görünmüyor.
(BD/EMK)