Bu savaşta iki kardeşini yitirmiş bir Kürt olarak, bir kimseye Türk diye kin duymak, nefret etmek aklımın bir köşesinden geçmedi. Türklerin her kesimiyle anlaşabileceğime de inanıyorum. Şahsi olarak insanın hoşlanmayacağı tipleri bu bahse dahil etmiyorum elbet... Böyleleri ailemde de var... Samimiyet noktasında mahçup olmamak için "ağır Kemalistler hariç" demek zorundayım ama.
Karadenizli müzisyen arkadaşım Ayşenur Kolivar'ın "Ben neredeyse faşistlik derecesinde sağcı da oldum ama, allahıma çok şükür, hiç kemalist olmadım" sözünü bir ayet gibi kabullendim. Çünkü Kemalizmin dünyanın en katı, en bağnaz dini olduğunu düşünüyorum. Din olmayan tek din... Üstelik kıblesi de yok...
Barut kokusunun kana karıştığı şu ortamda "sözün bir anlamı kalmış mıdır" sorusunun yarattığı yerinde bir tedirginlik var. Fakat mesele nereye kadar giderse gitsin, sonunda dönüp sözde düğümlenecek, sözle çözülecek.
Başka bir yolu yok çünkü.
Üstelik sorunun düğümlendiği asıl nokta da, söz ve zihniyettir.
Sistemin yüzyıllık çabasıyla öyle bir hal almış ki, daha sorunu ifade eden kavramı kullanamıyoruz. Sorunu ifade etmede kullanılan en cesaret gerektiren kavram "Kürt sorunu"dur ve bu kavram da sorunludur, meseleyi ifade etmiyor.
Kürt niye sorun olsun ki?
Bu kavramı kullandığınızda, sokaktaki Türk'ün kafasında Kürt bir sorun olarak şekillenir.
Sanırım bu ülkede yaşamanın getirdiği sıkıntılardan biri de, herkesin kendi doğrularını tekrarlamak zorunda kalması... Benimki de tekrar olacak ama, İstanbul'da, Adana'da, İzmir'de Kürt sorunu olsa da, Diyarbakır'da bir Kürt sorunu yoktur. Olsa olsa, orada bir Türk sorunundan bahsedilebilir.
İlginçtir, bu noktada en gerçekçi yaklaşım, iki, üç yıl önce Hürriyet yazarı Ege Cansen'den geldi.
Güneydoğu Kürt Sorunu başlıklı iki yazı yazdı. Orada Kürt sorunu kavramının meseleyi anlamada yetersiz kaldığını yazdı, coğrafyayı ekledi.
Asıl sorun söylemde
Genel olarak bu meselenin çözülmesi önünde en büyük engelin, silah ve şiddet olduğu sanılıyor, böyle olduğuna inanılıyor, bunun doğru olmadığını düşünüyorum. Asıl sorun söylemdedir bence. Ne yazık ki Türklerde nefs û qiyas (empati, ve Kürtçesini kullanarak milliyetçilik yaptım galiba...) eksikliği had safhada.
Türklerin söylemi, Kürtleri umutsuzluğa itiyor...
Sanıldığı gibi, Kürtleri umutsuzluğa iten, devlet mekanizması içinde yer alan Türklerin söylemi değil, bu mekanizmanın dışındaki Türklerin söylemidir. Şaşırtıcı gelebilir ama, bu meselede kardeşlik kavramını fazla kullanan herkes, sorunun ağırlaşmasına hizmet ediyor. Bu kavram ne yazık ki, artık Kürtlere "Öğ"'dedirtiyor. Bilmiyorum ama, büyük ihtimalle Kürtler kullandığında, Türklerde de aynı duyguyu oluşturuyordur. Artık kimin bu kavramı samimi olarak kullandığını, kimse bilmiyor.
Devlet mekanizması dışındaki Türklerin söylemi, neden Kürtleri umutsuzluğa iter ki, diye sorulabilir.
Cevabı zor değil.
Kürtler devlet mekanizması içinde yer alan bir kimseden, acılarını anlamasını beklemiyor, samimiyet beklemiyor, hakkı hukuku gözetmesini beklemiyor. Mesela 25 yıl öncesinden cumhuriyetin kuruluş dönemine doğru, ticari davalara ilişkin bir araştırma yapılsa, bu güvensizlik çok net olarak ortaya çıkar. Sanırım Türk mahkemelerine taşınmış çok az ticari dava vardır.
Yani Kürtler devletten kötülük bekler ve geldiğinde de, şaşırmaz, hayalkırıklığına uğramaz. Ama bu mekanizmanın dışında kalanlardan hakkaniyet bekler. Samimiyet bekler. Ne yazık ki, bu beklentisinin güçlü bir karşılığı yok... Kürtlerin hakkını teslim eden birkaç cümleden sonra, illa ki Kürtlerden bir şey de istenecek ya da bir ithamda bulunulacak. Üstelik hakkaniyete uygun olmayan bir talep ve yersiz, mesnetsiz bir itham olacak... Ve dolaylı dolaysız, biraz da Kürtler nankörlükle suçlanacak. Nedir bu?
PKK'ye yaklaşım ve karşılıklı milliyetçilik ithamı...
Birincisinde haksız olunacak...
İkincisinde mesnetsiz...
İkincisinden başlayalım.
Son yıllarda sık sık Kürt milliyetçiliğinden yakınılır olmaya başladı.
Bu konuda yakınan Türk aydınlarından, önce yakınılması gereken milliyetçiliğin, hadi daha sadeleştirelim, ırkçılığın bir tarifini yapmalarını, sonra da Kürtlerin hangi davranışının bu tarife uygun düştüğünü açıklamalarını isterdim doğrusu.
Nedir milliyetçilik?
Yani kimliğine sahip çıkmanın ötesine taşan ırkçılığı diyorum.
Anadilde eğitim alma talebi, milliyetçilik mi oluyor?
Hadi en uç noktadan sorayım.
Bir toplumun kendi ülkesinde, kendisini yönetme iradesini ortaya koyması, bu talebi dile getirmesi mi milliyetçilik oluyor?
El insaf, daha Kürtlerin yarısı AKP'ye oy veriyor, hangi Kürt milliyetçiliğinden bahsediliyor?
Kast edilen örgütlü Kürtlerse eğer, Abdullah Öcalan daha Bekaa'daki karargahında "Ben Türkeş'ten daha Türkçüyüm" diyordu.
Hangi milliyetçilik?
Kürtlerde bir akım olarak, dikkate değer bir milliyetçilik yoktur. Kürtlerin yüzde biri bile milliyetçi değildir.
Zaten olana da, Türk tarafından bir itiraz yoktur.
Şu anda TRT 6'de program yapan Arif Zêrevan, Ahmet Türk'ü "Türksever" diye suçluyordu ve bu onun bu noktadaki en hafif suçlamalarından biri... Yine de ne kendisinin Türk devletine para karşılığında hizmet sunmaktan bir rahatsızlığı söz konusu ne de Türk cephesinden ona karşı... Al gülüm ver gülüm yani... Milliyetçilerin ortak samimiyetsizliği...
Yanlış anlaşılmasın, TRT 6'de çalışan Kürtleri suçluyor değilim. Bu benim haddimi aşar.. Ama böyle, milliyetçilik adına başka Kürtlere, Kürt örgütlerine, partilerine küfredenlerin Türk devletinin bir kurumunda çalışmasını da ahlaki bulmuyorum. Aynı şekilde olmayan Kürt milliyetçiliğinden şikayet edenlerin, böyle nadir bulunan bir numuneyi bağrına basmasını da hakeza...
Kürtler adına siyaset yapanların yanlış yaptıklarını, saptamak, eleştirmek hatta yaptıklarını, söylediklerini ahmakça bulmak başka şey, bu siyaset yanlışlarını milliyetçilik diye suçlamak başka şey...
Hele karşılıklı milliyetçilik ithamı, mide bulandırıcı.
Burada durup Türklerin milliyetçiliğinin, ırkçılığının dökümünü yapacak, Ermeni 'dölü'nden girip, Rum 'tohumu'ndan çıkacak değilim. Vicdan ve izan sahibi herkes bu taraftakileri biliyor zaten.
Tek istediğim bu kadar suçlaması yapılıyorsa, Kürt tarafına ilişkin de bir döküm çıkarılsın. İşte şunlar şunlar, şu nedenle milliyetçilik, ırkçılık kapsamına giriyor densin.
Bakın devletin PKK cephesine sürdüğü Yalçın Küçük de, Kürtlerin milliyetçiliği üzerine az kafa yormadı. Yakın tarihten milliyetçilik olarak kullanabileceği bir malzeme bulamamış olmalı ki, Ehmedê Xanî'nin kullandığı bir cümleden medet umdu. Roj TV'de program yapıyordu. Konuğu Abdülmelik Fırat'tı. Yalçın Küçük sözü Mem û Zîn'e getirdi ve neden girişteki önsözün sansürlendiğini sordu. Melik Fırat yasal nedenlerle olabileceğini söylediğinde "yok yok" dedi ve ısrarla bu sansürlenen cümleyi aktarmasını istedi. Fırat da, dönemin şartlarına göre söylenmiş, ama günümüzde milliyetçiliğe davet niteliğine girebilecek bir cümle olduğunu, bu yüzden de sansürlenmiş olabileceğini söyledi ve sansürlenen cümleyi okudu.
Yani bilmem kaç yüz yıl önce söylenmiş ve üstelik günümüzde yine Kürtler tarafından, milliyetçi diye sansürlenmiş bir cümleden, Kürt milliyetçiliğini yaratma gayreti... (Söz buraya gelmişken, Yalçın Küçük'ten ötürü PKK'nin Kürt halkına bir özür borcu var. Hatta bazı Türklerden de... 1996 yılında, Azadiya Welat gazetesi adına Mahir Kaynak'la söyleşi yapmaya gittiğimde ve söyleşi bittikten sonra "Yalçın Küçük'ün kim olduğunu merak ediyorum, bizden görünüp canımıza okuyor ve her nedense onun Emin Çölaşan ve Doğu Perinçek ile aynı kaynaktan beslendiğini düşünüyorum. Sahi, kim bu Yalçın Küçük?" diye sordum, saf bir biçimde tereciye tere satmaya çalışarak... Soruma karşılık ne anlama geldiği belirsiz bir tebessüm elde etmiştim. Ben, hadi büsbütün dışarıdan demeyelim, kenardan bunu görebildiysem, PKK'nin görmemesinin, bilmemesinin imkanı yok...)
Kürtleri milliyetçilikle suçlayanlardan, böyle bir döküm bekliyoruz. Bunu yapan olursa, kendi adıma özür de dileyeceğim...
Sorunlu yaklaşımın birincisini de, bu yazının ikinci bölümüne bırakalım. (RB/TK)