Ben de edecek değilim zaten
Bu derin lafı, kamuflajdan başka bir şey değil ve muhataplar da bu durumla muhakkak ki eğleniyor, ne kadar kudretli olduklarını hissetmenin hazzını yaşıyorlardır.
Ve şimdi büyük medya minare boyundaki mızrağı bu ülke adına hazin bir biçimde çuvala sığdırmaya çalışıyor: Derin devlet filan aramayın. Ortada bir derin devlet olsa, bu kadar acemilik mi olurdu? Böylesine yüzlerine gözlerine bulaştırırlar mıydı?
Onlara göre ortada derin okey masası ve derin internet cafelerinden başka bir şey yoktu. Sosyologları, psikologları göndermek gerekiyordu bu iş için
Olayın özü bu
Ama sıra dışı ve sıra içi her şeyi vatana, millete ve ille de devlete karşı duydukları derin nefretlerini dışa vurmanın vesilesi yapan kökü dışarıdaki mihrakların uzantıları yine ortalığı bulandırmaya çalışıyor.
Ama zaten katillerin onlara bu argümanı sunması başlı başına bir profesyonellik işareti değil mi? Zaten daha başından itibaren, bunun böyle tasarlandığı ortada değil mi? Yani Hırant Dinki valiliğe davet edip tehdit ettiklerinde, zaten bu işin böyle olacağını açık açık anlatmamışlar mı?
Evet, belki derin devlet yoktur.
Hatta kesin olarak yoktur.
Ama derin medya vardır
Derin internet kısmını da, zaten derin medya oluşturuyor
Gazetelerin web sayfalarındaki haberlerin altına, okurlar yorumlarını yazıyor. O yorumlara bir bakın genel olarak Yasin Hayali görür, onun diliyle karşılaşırsınız. Onun dili demişken, cinayeti anlatırken kullandığı bir kavram da biraz derine kaçıyordu:
Rahmetli Hırant Dinkten söz ederken şahsı diyordu. Bu sözün siviller arasında bu şekilde kullanıldığına şahit olanınız var mı acaba? Şahsen, bir sivilin bu lafı, böyle kullandığına hiç şahit olmadım.
Şahsı aldık
Şahsı getiriyoruz
Şahsın ifadesini alıyoruz
Şahsı mahkemeye götürüyoruz
Şahsın icabına bakıyoruz
Bir derin hikaye
Şimdi ucu Trabzona kadar uzanan bir hikâye anlatacağım ve elbette bu bir hikâye, bütün hikayeler gibi hayal ürünü. İsimler ve olaylar gerçeklerle kaza yapacaksa, sorumlu sadece kazanın kendisidir.
Hikâye bu ya, 2000 yılında bir aylık bedelli askerlik yapmak için Kütahya Jandarma taburuna teslim olmaya gittim. Yaklaşık bin 200 kişiydik. Nizamiye kapısında saatler süren kayıt işlemlerinden sonra, futbol sahası gibi bir yerdeki tribünlere oturtulduk ve o zamana kadar aramızda dolaşan güneş gözlüklü bir sivil, karşımıza geçip konuşmaya başladı. Önce bizim için Ankaradan özel olarak gönderildiğini, bir ay sonra bizimle birlikte kendisinin de buradan gideceğini söyledi. Konuştuğu sırada henüz görevi resmi olarak devralmamıştı. Görevi iki gün sonra kendisine devredecek binbaşı, adamın yanında dilini yutmuş gibi duruyor, tek kelime etmiyordu. Kendisini bize tanıtan Binbaşı Ali Gezer, bir şovmen gibi konuşmasını esprilerle süsledikten sonra, Hakkaride görev yaptığı dönemi anlatırken, tereddütsüz ve yine gülerek sunu söyledi:
Hani şu çok sözü edilen yargısız infazlar var ya?.. Onu da yaptım!
Herhalde bizi fazla korkutmuş olduğunu düşünmüş olacak ki, yeni bir espri patlattı. Ardından burada kalacağımız bir ay süresince, rahat etmemiz için, ne gerekiyorsa yapacağını, bu kısa dönemi bir tatil gibi geçirmemiz için elinden geleni yapacağını söyledi. Çavuşlarımız bize Abi diye hitap edecekti.
Sözünde durdu da
Bize gayet iyi davrandı.
Bir bölük hariç, herkes çok rahat etti.
Her nedense bir bölüğe harbi askerlik yaptırıyordu. Bunun nedeni sonradan anlaşılacaktı
Veli Küçüke tören
Sürekli birilerini makamına çağırıp sohbet ediyor ve herkese cep telefonu numarasını veriyordu. Onunla görüşmeye gidenler öyle diyordu. Bize hitap ettiğinde de sık sık buradaki dostluğun ileride de sürmesini istiyor Ankarada bürokratik işleriniz olursa, beni arayın, yardımcı olurum diyordu. Yüce Türk meclisinden Genelkurmay başkanlığına kadar küfür etmediği kurum da kalmadı. Genellikle bunu esprilerine renk katmak için yapıyordu. Onun bu her şeye ve herkese rahat ve korkusuzca küfür etmesine (Bunu açık havada, megafonla da yapıyordu çünkü. Sadece biz değil, biraz aşağıdaki mahalle sakinleri de dinliyordu) dair bir söylenti dolaşmaya başladı. Efendim, çok başarılı ve görevini en iyi şekilde ifa ettiği halde, kurmay subay olamadığı için hayal kırıklığına uğramış ve emekli olup siyasete atılacakmış. Burada bedelli askerlik yapanlar da, bir biçimde toplum içinde pozisyon sahibi oldukları için, onlarla böyle sıcak ilişki geliştiriyormuş...
On beş gün sonra, yemin töreni vardı ve bunun hazırlıkları yapılıyordu. Bizi sevindirmek için, kendisini çok seven ve kendisinin de çok sevdiği iki değerli generalin de kendisini kırmayarak, yemin törenimize şeref verecekleri müjdesini verdi. Ankaradan bir jandarma korgenerali ve tümgeneral Veli Küçük Generaller için ciddi bir şov hazırlıyordu. Zaten içimizde orta ünlü iki pop şarkıcı da vardı. Onların ilişkileriyle başkaları da getirilecekti. Zaten bir bölüğe harbi askerlik yaptırmasının nedeni de buydu. Değerli büyüklerine (biri küçük diye anılsa da) biz Mehmet ağalardan nasıl da on beş gün içinde çakı gibi asker yarattığını göstermek istiyordu.
Bu törenin her bakımdan mükemmel olmasını istiyor, hiçbir şeyi riske atmak istemiyordu. Bu yüzden törene üç gün kala Aldığımız duyumlara göre, birileri yemin törenini provoke edecek, şimdiden söylüyorum! Törene katılmak istemeyenler söylesin. İstemeyen katılmasın. Ama törene katılıp da, bir yamukluk yapanı pişman ederim! diyerek, benim gibi asker olmaya çok meraklı olmayanlara kaçma yolunu açtı. Yüz kişi kadar katılmadık. Yemin töreni bu işin en vazgeçilmezi ve kutsalı olduğu için, bize sonradan mutfakta filan yaptıracaklarmış. Ama memleketin en uzun (dört saat) törenini (şovunu) gerçekleştiren ve değerli büyüklerini mutlu ettiği için, kendisi de çok memnun ve mutlu olan binbaşı, bize yemin ettirmeyi unuttuğu gibi, mükâfat olarak hepimize iki gün de izin verdi. Yalnız bu izni verme yetkisi olmadığı için, illegal izni çarşı izni olarak verdi. Yani bir yerde yakalanırsak, çarşı iznine çıkmış oluyorduk. Elimize verilen belgede böyle yazıyordu. Ayrıca da uyarıldık.
İtirafçı cinayetleri
Bazen akşamları bizi anfiye toplayıp bazı konularda aydınlatıyordu. İlkinde burada herkes fikrini açıkça söyleyebilir, hiçbir kısıtlama olmayacak dedi ve hemen sonra bu demokratik hakkı istismar edebileceklere bir hatırlatmada bulundu:
Sonra böyle bir anfikonferansa başlarken, yine her zamanki gibi alkışlar arasında sahneye çıkıp Bugün ben konuşmayacağım. Ankaradan iki değerli misafirimiz var, onlar konuşacak dedi ve üç itirafçıyı sahneye davet etti. Bu itirafçılar binbaşı tarafından yakalandıklarında, öldürüleceklerini sandıklarını ama binbaşının onlara bir baba gibi yaklaştığını ve sonra da binbaşının komutası altında bölücülere karşı mücadele verdiklerini anlatmaya başladılar.
Gerçek babam diye anlattıkları binbaşı ile dağlarda aç kalmışlar, yağmurlarda ıslanmış, karda üşümüş, ısınmak için birbirilerine sarılarak yatmışlar.
Sonra on dokuz kişilik bir terörist grupla yaptıkları çatışmayı anlattılar. Saatler süren bir çatışma olmuş. Tabii bunlar binbaşı ile en ön cephede çarpışıyorlarmış. Ama uçakların hava desteği bile etkili olamıyormuş, çünkü sarp ve yüksek bir yerdeymiş sığındıkları mağara. Olayı anlatan itirafçı Sonunda bu devletin kimyasal mimyasal, gerekli silahı yok mu?! diye bağırmış. Sonra gerekli bomba kullanılmış. Bunlar mağaraya girdiklerinde hala iki erkek beş kız yaşıyormuş ve teslim diyerek silahlarını atmışlar. Ama olayı anlatan itirafçı Şerefsiz, daha önce teslim olsaydın! diyerek, eskiden tanıdığı grup komutanını hemen öldürüyor. Ardından diğer erkek teröristi öldürüyor. Kızlara ateş edeceği sırada, kendisinden sonra mağaraya giren bir subay engel olmak istiyor ama itirafçı Erkeksen engel ol! karşılığını vermiş ve sonra hepsini öldürmüş. Hemen sonra Şırnakta askeri törenle madalya almış
Sonra binbaşı tekrar sahneye çıktı ve çocuklarım dediği itirafçılarla ağlayarak kucaklaştılar ve bu ucun süren ağlamalı kucaklaşmaya uzun alkışlar eşlik etti
İçimizde savcı, hâkim, kaymakam, polis ve gazeteciler vardı ve elbette binbaşı bunu biliyordu.
Her şey olağandı yani
Binbaşı Trabzonda
Askerden döndükten hemen sonra Nikos Mihailides adlı Boğaziçi Üniversitesinde okuyan Yunanistanlı bir öğrenciye kaset yaptım. Ailesi mübadelede Türkiyeden gitmişti. Horonke Trağodia (Horon ve Türkü) adlı kasette yer alan türküler Pontos türküleriydi. Toplam iki bin kaset bastık ve depolar dağıtmaya yanaşmıyordu. Buna rağmen nasıl olduysa, bu albüm Zekeriya Beyaz ve Hulki Cevizoğlunun eline geçmiş. Zekeriya hoca çok iyi etnik müzik takipçisi olmalı Ceviz Kabuğu programında bununla ve genel olarak Trabzon tarafındaki Pontos hareketlenmesi ile ilgili iki program yapıldı. Pontos kültürü ile ilgili bir kitap yazan Ömer Asanı adeta itirafçı durumuna getirdiler. Ünlü kemençeci Yusuf Cemal Keskin elhamdülillah Türktü ama, Yunanistandan telefonla katılan birisinin tercümanlığını da yapıyordu. Nikonun kasetinde eski ünlü bir kemençeci olan Yusuf Cemal Keskinin babası Kemençeci Mustafa üzerine de bir hüzünlü türkü vardı.
Pontoslar Yunan ajanlarının (Bu ajan bizim Niko oluyor) da yardımıyla, Trabzonu götürdü, götürecek muhabbetinden sonra, bir gün Unkapanına hiçbir samimiyetimin olmadığı bir asker arkadaşım geldi. Ordayken bunun kurye olduğunu biliyordum. Yanında biriyle gelmişti ve giyim kuşamıyla tipik mafya filmlerinden izne ayrılmış gibiydi. Onu o haliyle görür görmez, nedense aklıma binbaşı geldi. Binbaşı ile görüşüp görüşmediğini sordum Bazen telefonlaşıyoruz, şimdi Trabzonda görev yapıyor dedi.
Bu tarihten sonra, Trabzonda bir şeyler olmaya başladı
Ama elbette bu şeylerin Binbaşı Ali Gezer ile uzak yakın hiçbir bağlantısı yoktur
Zaten Binbaşı Gezer bu hayal ürünü hikâyenin bir ve başkahramanıdır.
Gerçekte böyle biri yoktur muhakkak (RB/EK)