On dokuzuncu yüzyıl sonu ve yirminci yüzyıl başında sosyalist feminist kadın hareketlerindeki temel eğilimler nelerdi? Bu deneyimler bize, bugüne neler öğretiyor?
Bu konuda yararlanabileceğim kaynaklar Batılı ülkelerin sosyalist feminist hareketi tarihine ilişkin yapılan son çalışmalar. O halde buradan bu sorulara yaklaşalım.
İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Fransa ve Almanya'daki sosyalist feminist kadın hareketine ilişkin son yirmi yılda yapılan çalışmalar bu konudaki soruları aydınlatıyor.
Elsa Dixler, ilk üç ülkeye ait feminist tarih çalışmalarına karşılaştırmalı olarak başvurarak, kimilerine benim de katıldığım bazı sonuçlar çıkarıyor. (1) İlk kitap İngiltere'deki deneyimleri ele alıyor. On dokuzuncu yüzyılın başlarında kadın hareketi ve Robert Owen'in başlattığı hareketi inceleyen Barbara Taylor (2) bizlere Owenci feminizmin özelliklerini aktarıyor.
Owencilik Fransız devrimindeki radikal demokrasi mücadelesinden ütopyacı sosyalizme ve günümüz radikalizmine uzanan bir düşünce çizgisinde yer alıyor. Bugün biz sosyalist ve feministlerin derin özlemini duyduğumuz şekilde, Owen geleneğinin dayandığı alan fabrika olduğu kadar ev de. Öyle ki, Owencilik "tüm sosyal yaşamı dönüştürmeyi amaçlayan ve bunu yaparak cinsler arasındaki ilişkileri de değiştirmeyi hedefleyen bir sosyalizm çabası" olarak görülebilir.
Owenciler aile mahremiyetinin insan bencilliğinin beşiği olduğunu ve kadınların eşitsizliğine neden olduğunu savunuyorlar. Ailenin yerine komünal ev idaresi ve çocuk bakımının geçirilmesini ve ailenin ortadan kaldırılmasını talep ediyorlar. Owencilere göre, evlilik yasalara değil, tutkulara dayanmalıdır. Yazar erkek tarihçilerin evlilik ve cinselliğe ilişkin Owenci doktrinleri görmezlikten geldiğini belirtiyor.
Ancak Owen'in görüşlerini gözden düşürerek son darbeyi vuran Marks ve Engels. Owenciliğe ütopyacı olarak yol verilmesiyle birlikte bilimsel sosyalizm artı-değer teorisini geliştirir. Yazara göre bundan böyle sosyalizm sınıf mücadelesi anlamına gelecektir, genel bir toplumsal dönüşüm değil. Ve o günden bu yana kadınların çalışması, tanımı gereği, değer üretmeyecektir; kadınlar mücadeleye yalnızca erkeklerinin yanında yer alarak katkıda bulunabileceklerdir.
Dixler'in ele aldığı ikinci kitap, "Kadınlar ve Amerikan Sosyalizmi" (3) başlığını taşıyor ve yukarda özetlemeye çalıştığım eleştirel çizgiyi sürdürüyor. Mari Jo Buhle andığım yapıtında, Amerikan Sosyalist Partisi'nde, Amerikan radikalizminin takipçileri ile Avrupalı göçmen sosyalistlerin sınıf mücadelesi çizgisinin kadınlar yönünden gerilimini sergiliyor.
Amerikan büyük reform hareketlerinden kalma çizginin savunucuları arasında kadınlar da bulunmaktadır. Kadın kültürünün taşıyıcıları olarak oy hakkı mücadelelerine (süfrajet harekete) katılırlarken bir yandan da parti dışında bağımsız sosyalist örgütler kurdular.
Avrupalı göçmenler ise, teoriyle ve Avrupa'daki hareketle sıkı bağlarını ve sosyalist militanlığı partiye taşıyorlar. Bu grubun kadınları eve daha yakın duruyor ve siyasal olarak daha az aktif. Göçmen kadın örgütleri aile çevresinde örgütleniyor- okullar, kamplar ve mutfaklar oluşturmak gibi.
Feminist hareketle bağı olan sosyalistler emekçi kadınlara ulaşırlarken, göçmen sosyalistler kadınların/eşlerinin evde kalması için erkeklerin ücretlerini artırmaya çaba sarf ediyorlar. Üstelik, Alman asıllı sosyalistler 1870'lerde kadınların fabrikalarda çalışmasını önlemek üzere kararlar alıyorlar.
Anarşistlerin 1. Enternasyonal'de erkek işçilerin ücretlerinin düşmemesi için kadın emeğinin yasaklanmasında ısrar etmeleri de anarşizmin tarihinin mor renge düşmanlığını belgelemekte. İkinci Enternasyonal ise "burjuva" feministleriyle işbirliği yapmamak koşuluyla oy hakkı mücadelesine sosyalist destek verilmesini kararlaştırıyor.
Anglo-Amerikan sosyalist kadınlar çelişkiler ve engellerle baş etmeye çabalarken Fransız kız kardeşlerinin deneyimi farklıydı. Dixler'in ele aldığı üçüncü kitapta Charles Sowerwine (4) Fransa'da parti dışında bir sosyalist kadın örgütlenmesi olmadığını, parti içinde de kadın sorununa değinilmediğini anlatıyor.
Fransız sosyalistleri Engels'i basitçe yanlış anlayarak sosyalizmin kadını evine dönmek üzere özgürleştireceğini savunuyorlardı. Kadınların rahipleri tarafından yönlendirildiğine inandıkları için oy hakkı hareketini desteklemekte tereddüt ettiler.
Sowerwine'e göre, feminist hareketin elitist olması ve statükoyu korumaya çalışması sonucu partili kadınlarla ittifak yapması mümkün değildi. Üst sınıf feminizminin dışlayıcılığı ile sosyalistlerin cinsiyet körlüğü arasında sıkışıp kalan Fransız sosyalist feminizmi kısa sürede sönümlendi.
Elsa Dixler'e göre, üç ülkedeki deneyimin ortak yanları şunlar: Bilimsel sosyalizm işçilerin -bu durumda erkek işçilerin- örgütlenmesine odaklanarak hareketin ufkunu daralttı. Kadınların sorunları tali sorunlar olarak tanımlandı. Feminizm "burjuva" olduğu gerekçesiyle dışlandı ve kadınların kurtuluşu devrim sonrasına havale edildi.
Amerikalı sosyalist kadınlar ise, süfrajetlerle eylem birliği içinde oldukları için güçlendi. Amerikan Sosyalist Partisi'nin bu ideolojinin kısıtlarıyla baş etmesinin nedeni Amerikan radikal geleneği ile güçlü bağlar kurmasıydı. Bağımsız sosyalist kadın örgütleri partinin daha çok sayıda kadını parti içinde önemli görevlere getirmesi ve oy hakkı sorununa ciddi olarak ele alması için zorladı.
Bu deneyimler bağımsız bir kadın hareketinin varlığının sosyalist kadınlara önemli bir destek sağladığını gösteriyor. Öte yandan Fransa'daki kadın hareketinin sınırları/kısıtları Fransız kadın sosyalistlerin süfrajet hareketle ortak davranmasını engelledi.
Dixler bu anlatılanlardan yola çıkarak solda kadınlara hayat hakkı tanımayan unsurları şöyle sıralıyor: Bilimsel sosyalizm, merkeziyetçilik, sınıf bilincinin kadın dayanışmasından önde geldiğine vurgu, bağımsız ya da ayrı kadın örgütlerinin olmayışı, bağımsız kadın örgütlerinin varlığını reddetmek ve ortaya çıkmasını engellemek.
Öyleyse kadın kültürünü/özgürlüğünü geliştirenler de şunlar: Ütopyacı sosyalizm (ya da sosyalizmin çok daha geniş bir tanımı), özerklik, sınıf bilincine olduğu kadar kadın dayanışmasına da inanmak, bağımsız ya da hiç değilse ayrı kadın örgütlerinin varlığı.
Bu çıkarımları Alman sosyalist feminist kadın hareketinin tarihi de bir bakıma doğruluyor. Clara Zetkin gibi güçlü bir sosyalist feministin, yaşamını sosyalizme ve kadınların kurtuluşuna adamış bu özgürlükçünün etkisi günümüze değin uzanıyor.
Alman Sosyal Demokrat Partisi'nin ve İkinci Enternasyonal'in programlarında oy hakkı talebinin yer alması, 8 Mart'ın Dünya Kadınlar Günü olarak kabul edilmesi, kadınlar için Gleichheit (Eşitlik) dergisinin on altı yıl boyunca yayınlanıp 125 bin tiraja ulaşması hareketin ilk elde görünen kazanımları arasında yer alıyor.
Zetkin'in mücadelelerini inceleyen Karen Honeycutt, on dokuzuncu yüzyıl sonu ve yirminci yüzyıl başındaki Almanya'da sosyalist kadınlar ile erkekler arasındaki gerilimin öyküsünü bize sunuyor. (5)
1914 öncesinde Almanya en geniş, en iyi örgütlenmiş ve en militanca sınıf bilinçli sosyalist kadın hareketine sahipti. Alman Sosyal Demokrat Parti'nin (SPD) kadın üye sayısı 175 bine ulaştığı halde, kadınlar tüm üye sayısının yüzde 16'sını oluşturuyordu.
Clara Zetkin, "kadın sorunu" (6) üzerine Engels ve Bebel'den sonra Avrupa sosyalist çevrelerinin en tanınmış kuramcısı haline gelmişti. Bütün bu parlak gelişmelere karşın Alman sosyalist kadın hareketi, işçi sınıfının ve kadınların kurtuluşunu birleştirmede diğer ülkedeki kadın hareketlerinden daha başarılı olamadı.
Yazara göre bunun başlıca nedeni, hareketin erkek egemen SPD'ye fazlaca bağımlı olmasında ve bunun sonucu olarak, aile içinde kadınların ezilmesine karşı tavır alamamasında ve kadına yönelik şiddete karşı mücadele etmemesinde yatıyor.
İkinci olarak kadın hareketi SPD'ye yardım eden bir parça, bir eklenti olarak kuruldu ve faaliyet yürüttü. Bu tutum da hem işçi sınıfı kadınları arasındaki gücünün, hem de kadın kurtuluşu hareketi olarak kısıtlarının kaynağını oluşturdu. Yani hareket işçi sınıfı kadınları arasındaki yaygınlaştı, ama kadın kurtuluşu siyasalarını oluşturamadı ve üyelerine taşıyamadı.
Bu gelişmelere biraz daha yaklaşalım. Almanya'da 1908 yılı öncesinde kadınların siyasal partilere üye olması şöyle dursun, toplanmaları ve örgütlenmeleri bile yasal olarak yasaktı.
SPD'li kadınlar da parti dışında örgütlenmeye başladılar. 1908 yılına değin bu bağımsızlık hareketin serpilmesine, kadınların sorunlarını kavrayarak stratejilerini kadınların kurtuluşu için çizmelerine yaradı.
Ancak Engels ve Zetkin sosyalist kadın hareketinin, o yıllarda güçlü bir direniş gösteren süfrajet hareket ile bağlantı kurmasına karşıydı. Oy hakkı mücadelelerini "burjuva feminizmi" olarak yaftalayıp dışlamaları, feminizm karşıtlığına ve bağımsız herhangi bir kadın örgütlenmesini reddetmeye dönüştü.
Erkek egemenliğine verilen bu tavizler, 1908 sonrasında kadınlara yasal olarak örgütlenme özgürlüğü tanındığında, cinsiyet imtiyazlarının üst düzeyde olduğu SPD'nin kadın hareketini bünyesinde eritmesine yol açtı.
SPD'ye göre artık bağımsız ya da ayrı örgütlenmelere gerek yoktu, kadın örgütleri kapatılmalıydı. Öyle de yapıldı. Kadınlar çalışmalarını SPD'deki faaliyetlerle kısıtlamak zorunda kaldılar. Yetmezmiş gibi Gleichheit'in yayın yönetimi Zetkin'den alındı ve yerine, kendini Parti yöneticilerinin ilgi ve görüşleriyle özdeşleştiren Luise Zietz getirildi.
Zetkin'in uzaklaştırılmasında partideki "revizyonist" olarak adlandırdığı yönetime karşı mücadelesi de etkin oldu. Ancak bu çelişki kadınlar söz konusu olduğunda öne çıkan bir anlaşmazlık değildi. Demek ki, Alman sosyalist feminist kadın hareketi bağımsız kadın hareketini savunamadı ve "dışardaki" birinci dalga feminist hareketle bağlar kurmadı.
Sosyalist kadın tarihinin deneyimleri bana bugün sosyalist harekette ve karma örgütlerde feminizmi yaygınlaştırmamız gereğini hatırlatıyor. Feminizmi öğrenmeli, tartışmalı ve savunmalıyız. Sosyalist hareket bağımsız kadın hareketini engellemek şöyle dursun güçlendirmeye çalışmalı. Bağımsız kadın/feminist hareketinde sosyalist feminist kadınlar olarak yer almalıyız.
Dünya Sosyal Forumu "hep birlikte" ortak fikrini, yani küresel direnişin sloganını yavaş ama güçlü bir solukla yükseltiyor. Bu 8 Mart'ta, ezilme biçimleri arasında hiyerarşi kurmadan küresel direnişte yer almak üzere, ideallerimize yeniden ve sahici olarak sahip çıkmayı bekliyorum.
Derinden derine mücadele eden yoksullar, kadınlar, diğer ezilenler benimle birlikte bu yeni, devrimci soluğu bekliyor olmalı. Küresel direniş rüzgârının bu sahillere çabuk ulaşması ümidiyle kadınlara 8 Mart kutlu olsun. (YZ/BB)
Kaynakça:
(1) "Women and Socialist Movements: A Review Essay (Kadınlar ve Sosyalist Hareketler: Bir Eleştirel Okuma)", Feminist Studies, 10:2 (1984: Yaz) 7. dipnota değin yorumlar/bilgilerin büyük bölümü Dixler'in makalesine ait.
(2) Mari Jo Buhle, Eve and the New Jerusalem: Socialism and Feminism in the Nineteenth Century (Havva ve Yeni Kudüs: On Dokuzuncu Yüzyılda Sosyalizm ve Feminizm) NY Pantheon, 1983.
(3) Women and American Socialism 1870-1920, Urbana: University of Illinois Press, 1981.
(4) Sisters or Citizens? Women and Socialism in France Since 1876 (Kız Kardeşler mi, Yurttaşlar mı? 1876'dan Bu yana Fransa'da Kadınlar ve Sosyalizm) Cambridge: Cambridge University Press, 1982.
(5) Karen Honeycutt, "Clara Zetkin: A Socialist Approach to the Problem of Woman's Oppression (Clara Zetkin: Kadınların Ezilmesi Sorununa Sosyalist Bir Yaklaşım)", Feminist Studies, 3:3/4 (1976: Bahar/Yaz) ve "Socialism and Feminism in Imperial Germany (Emperyal Almanya'da Sosyalizm ve Feminizm), Signs, 5:1 (1979: Sonbahar).
(6) On dokuzuncu yüzyıldaki bilimsel sosyalizme özgü, "kadın sorunu" olarak bilinen kavram, tarih boyunca tüm toplumlarda kadınların tabi, ikincil durumda kalışının, ezilmesinin tanımını ve sosyalistlerin kadın kurtuluşuna ilişkin öngörülerini kapsıyor. Bu görüşleri özetlersek, kadınların ezilmesini belirleyen etken kapitalist üretim biçimi ve bunun sonucu olan mülkiyet ilişkileridir. Kadınların kurtuluşu ise işçi sınıfı önderliğindeki toplumsal devrimle mümkündür ve nihai olarak sosyalist toplumda gerçekleşecektir. Ben burada, Marksizm'in "kadın sorunu" sorunsalını tartışmayacağım. Bu başka bir makalenin konusu olabilir.