Modernleşme ve hatta modernlik sonrasıyla birlikte çok daha incelikli ve zor zapt /kaydedilen mekanizmalarla yürüyor. Bunun nedeni yeni feminist mücadelenin 70-80'lerdeki yükselişi. Varlık mücadelesi içinde olan toplumsal cinsiyet tahakkümü, farklı stratejilerle ve biçimlerde karşımıza çıkıyor.İşte tam bu noktada, karma örgütlerdeki kadınlar güç bir seçimle karşı karşıya.
Karma örgütlerde erkek egemenliği sorgulanmaz
Erkek egemenliğinin, örgütteki erkekler ve kadınlar tarafından baştan sona sorgulanmadığı, en küçük ayrıntısının /kırıntısının /belirtisinin (ki bu işleyiş esas olarak ayrıntılarda yürüyor) ele alınmadığı, eleştirilmediği bir yapıda "eşit", hatta feminist görünüp kadınların ikincilleştirilmesi hayli kolay.
Neden?
Çünkü erkeklere sağlanan olanaklar, yönetme bilgisi, üstünlük duygusu, dışlama /ikincilleştirme alışkanlıkları, sorgulamama, kendinden memnun oluş çevremizdeki verili toplumsal /siyasal kültürün ayrılmaz parçalarıdır.
Burada erkeklerin hareket ve taktik kabiliyeti /olanağı kadınlara göre çok daha üst düzeyde.
Siyahlar ve beyazlar!
Bu eşitsiz konumdan başlayarak otoriterliğin, tahakkümün kokusunu soluduğumuz, hissettiğimiz ancak açık seçik göremediğimiz, fark edemediğimiz bir siyasal iklimde erkeklerle birlikte sosyalist siyaset yapıyoruz. Yani "siyahlar", "beyazlar"la kol kola sosyalizm mücadelesi veriyor.
Burada sorun /çatışkı çıkmaması mümkün değil gibi görünüyor. Üstelik, altasıralanmışlık, ikincillik duygusu bütün ümitlerimize /beklentilerimize karşın somut durumlarla, yaşadıklarımızla da pekişiyor.
Sosyalistlerden kadınların naif beklentileri!
Partinin yöneticileri, karar vericileri, MK'sı, Meclis'i, siyasa üretenleri erkek. "Beklenti" sözcüğüne vurgu yapmak isterim. Sanki sosyalist erkeklerin /yoldaşlarımızın kurtuluşçu ideolojileri gereği bize /kadınlara yol açacağı, önümüzü tıkamayacağı, hatta bizim için üst konumundan vazgeçip /feragat edip bizleri bu pozisyonlara önereceği gibi beklentiler içindeyiz. Bu tutumu ben "nahif tavır" olarak adlandırmak istiyorum.
Beklentilerimiz elbette gerçekleşmiyor, bu kez isyan, öfke duyuyoruz. Hani yoldaştık? Hani Marksizm kadınların da kurtuluşunu sağlayacaktı? Hani erkek egemenliği hepimizin düşmanıydı?
Bir de fark ediyoruz ki, partide "erkek-egemenliği" nosyonu siyasal yazında hiç kullanılmamış, sözlü dilde ise belki...
"Feminizm" partinin ne yapacağını bilmediği bir "tuhaf" ideoloji. İçlesek mi, dışlasak mı? Karşı mı duralım, yan yana mı? Ama, yan yana durursam benim konumum ne olacak bu partide? Bu sorular ve benzerleri kararlı bir biçimde feminizmi savunmayı erteliyor ve erkeklere yeni alanlar açıyor.
Erkek Egemenliğinin İdeolojik Etkileri
Yukarda saydıklarım parti içinde ya da karma örgütlerde kadınların konumunu, durumunu irdeleme çabası.
Ya ideolojik etkiler!
İşte bunu tüm insanlık açısından daha da tahripkâr ve muhafazakâr buluyorum.
Tahripkâr; çünkü egemenliğin her biçimi bir "öteki" yaratır ve varlığı bu ötekinin ezilmesine, altakonumlanmışlığına bağlıdır.
Bu, bağımlı bir ilişkidir. Tahrip ettiği yalnızca kadın cinsi -bedeni, varlığı, kimliği- değil, ama ona bağlı olarak düşünülen doğadır da... Yine erkek egemenliğinin kaçınılmaz sonucu olarak cinsel seçimdir de...
Kadınlarla birlikte ezilen tüm gruplar, ırklar, etnik /dinsel kimlikler ve diğerleri üzerinde bir tahakkümdür bu. İşte bu yüzden tahripkârdır.
Muhafazakârdır; çünkü eski egemenlik biçimlerini muhafaza etmek ister ve değişime karşı savaşır, varlık mücadelesi verir.
Erkekler değişime direnir
Dikkatle bakın, çevremizdeki erkekler değişime en fazla direnen kişiler... Kadınlar ise kurtuluş için büyük bir mücadele veriyor, bu nedenle değişime açıklar ve bu nedenle çok dinamikler...
Erkeklerin yürüttüğü cins tahakkümü bana öyle geliyor ki, uzun soluklu bir feminist devrimle son bulacak... Sosyalist hatta komünist toplumda bile bu mücadelenin süreceğini düşünüyorum.
O halde kadınlar ne yapmalı?
Savunduğumuz feminist devrimci duruş /mücadeleyi yaygınlaştırmalı, örgüt yapılarında değişme talep etmeliyiz.
Ezilenlerin başa gelmesi gerek. Susanların, susturulanların, dışlananların, baskılananların, ikincilleştirilenlerin seslerini duyurmaları gerek.
Karma örgütlerde feminizmi yaygınlaştırmalıyız. Feminizmi öğrenmeli, tartışmalı, savunmalıyız. Feminizm başına "sosyalist" vb gibi isimlerin takılmasına gerek duyulmayacak denli devrimci bir ideoloji, felsefe, siyasi tavır ve siyasettir.
Erkekleri ve erkek egemenliğine bağlı tüm yapıları /tutumları dönüştürme mücadelesi vermeliyiz. Bu yapıları /tutumları sıralamaya çalışayım:
Erkek egemenliğine bağlı yapıyor!
Kişiler arası şiddet içeren ilişkiler: Davranış kalıpları, algılama biçimleri, dışlama yöntemleri, önyargılar, yaftalamalar, suçlamalar, sözlü ya da gizli şiddet uygulama.
İşleyiş: Örgütsel biçimler, siyaset yapma biçimleri, karar alma biçimleri, katılımcılığı önleyen "kapalı kapılar ardında" karar alma tutumu, farkındalığı geliştiren her türlü araca karşı engel koyma, değişime/devrimcileşmeye direnme, sekter/dogmatik anlayışlar.
Liderlik ve savunusu: Hiyerarşi, koltuk meraklısı olma, koltuğun insanı çürüttüğünün farkında olamama, liderlik körlüğü nedeniyle çürüyüşün farkına varamama, yaratıcılığı, katılımı geliştiren yöntemlere karşı engel koyma, liderler sultası, seçkinler zümresi yaratma ve sürdürme, gizli liderlik, rotasyona karşı engel /tutum, ezilenleri /ezilme süreçlerini üstekonumlanmışlıktan ötürü görememe /hissedememe, sosyal körlük /duyarsızlık "ben bilirim", "en iyi komünist benim" iddiası, başkasından öğrenmeme, kendisi dışındaki sosyalist hareketi küçümseme, halka güvenmeme.
Kadınları aşağılama: Kadınlar konuşurken dinlememe, önemsememe, alay etme, kadınlara güvenmeme, cinsel taciz, fiziksel şiddet uygulama ve bunları örtme (okurların listeyi çoğaltmasını bekliyorum.)
Sosyalist kadınları, bağımsız kadın mücadelesi besler
Bağımsız kadın hareketinde sosyalist ve feminist kadınlar olarak yer almalıyız. Sosyalist kadınları besleyecek ve devrimcileştirecek olan bağımsız kadın mücadeleleridir. Öte yandan feminist hareketin emekçi sınıflarla bağının kopmamasına da katkıda bulunacak olan bu birleşimdir.
Kadınlar erkek egemenliğine karşı dururken, feminizmin ve kurtuluşçu ideolojilerin devrimci tutumuyla davranmalı. Başka ezilenler yaratmamalı. Tahakkümü yeniden üretmemeli.
Kadınlardan durmaksızın öğrenmeliyiz. Kadınlar, bu toplumun "siyahları", yaşamın getirdiği bilgiyi hiçbir akademik /mesleki çalışmanın ulaşamayacağı düzeyde gerçek boyutlarıyla ve derinliğiyle biriktirirler. Ancak sesleri bastırıldığı için bu bilgiye, bu sese ulaşamayız.
Kadın dışlanmışlığı nasıl işler
Zaten erkek egemen sistem bu sesi /sözü ulaşılmaz kılmak, dışlamak için işler. Kadın sözünü oluşturabilmek için, her gün bu belirlenmişliklerden, düzenle uzlaşmalarımızdan arınma mücadelesi vermek durumundayız. Dışlanmanın politikasını anlamalı, nasıl işlediğini kavramalıyız.
Tahakküm alanındaki farkındalığımızı yükselterek tüm ezilme biçimlerine karşı duyarlılığımızı geliştirmeliyiz. Bu bilgilerimizi biriktirip, devrimci /değiştiren, günlük yaşamda sınanan kuram haline dönüştürme olanağını da elde etmiş oluruz böylece.
Feminizmin devrimciliği, radikalliği değişmez ve katı bir teori olmamasından ileri geliyor. Günlük yaşam içinde her gün yeniden çoğalarak büyüyen, kadınların, kurtuluş mücadeleleri içinde biçimlendirdiği ve zenginleştirdiği bir teori. (YZ/AD)