Ekrem İmamoğlu 31 Mart yerel seçimlerine kadar neredeyse kimsenin bilmediği bir isimdi. İmamoğlu'nun Beylükdüzü Belediye Başkanı olduğu dönemde Twitter'daki takipçi sayısı yaklaşık 300 bindi. 18 Aralık'ta CHP'nin İmamoğlu'nu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday göstermesiyle bu sayı hızla arttı. Kampanya döneminde ise doruk noktasına ulaştı. İmamoğlu'nun şu an Twitter'da 2,4 milyon, İnstagram'da ise 4,5 milyon takipçisi bulunuyor.
İstanbul'un bir diğer adayı Binali Yıldırım'ın ise seçim kampanyasını yürüttüğü "Binali Yıldırım İletişim Ofisi" adlı Twitter hesabının 1,4 milyon takipçisi var. İnstagram'daki takipçi sayısı ise 591 bin.
Ana akım'ın İmamoğlu'nu görmezden geldiği bir dönemde, İmamoğlu kampanyasını sosyal medya üzerinden de gerçekleştiriyor. Öyle ki bir çok ana akım basın kuruluşundan daha fazla takipçisi var.
Peki İmamoğlu'nun sosyal medyadaki başarısı samimi bir kampanya yürütmesiyle ve ana akımın medyanın kendisine adil davranmamasıyla açıklanabilir mi? Hangi adayın kampanyası daha başarılı ve bunun nedenleri neler? Ana akım medya karşısında sosyal medya bir alternatif mi? En önemlisi sosyal medya Türkiye siyasetinin yönünü değiştirebilir mi?
Bilgi Üniversitesi öğretim görevlisi Güventürk Görgülü'yle konuştuk...
"Televizyonlar halen ölmüş değil..."
İlk sorum belki de röportajımızın en önemli sorusu. Sizce sosyal medya Türkiye’nin ve Türkiye siyasetinin yönünü değiştirebilir mi?
Sosyal medya veya başka bir iletişim platformunun Türkiye’de veya herhangi bir ülkede siyasetin yönünü tek başına değiştirebileceğini söylemek mümkün değil. Zira bir ülkenin siyasi sistemi üzerinde yalnızca o ülkenin seçmenlerinin etkili olduğunu söyleyemeyiz.
Doğrusunu isterseniz demokrasinin icat edildiği eski Yunan sitelerinden beri yurttaşların tek başına ülkenin siyasetini belirlediği bir dönem herhalde yaşanmamıştır. Bu nedenle tek başına sosyal medyaya böyle bir önem atfetmek yanlış olur.
Sosyal medya, toplumların ortak hafızasını hiçbir zaman olmadığı kadar hızlı şekillendiren, fikirlerin, görüşlerin veya yorumların hiçbir zaman olmadığı kadar hızlı yayılmasını sağlayan bir mecra. Toplumun anlık hafızası bir ülkedeki politikanın şekillenmesinde rol oynayan unsurlardan yalnızca biri.
Eskiden de kitle iletişim araçları benzer bir rol oynardı ama olanca güçlerine rağmen onlar da tek başına politikayı şekillendirmeye yetmezdi. Eğer öyle olsaydı kurulu düzene karşı hiçbir ülkede 68 olayları veya Vietnam savaşını gibi tepkiler olamazdı.
Bugün küreselleşen dünyada elbette yerli ve uluslararası sermayenin, uluslararası dengelerin, bölgesel ve küresel hesaplaşmaların, toplumdaki ekonomik ve sosyal dinamiklerin ülke siyasetleri üzerinde büyük bir etkisi var.
Ayrıca geleneksel medya, özellikle televizyonlar halen ölmüş değil. Diğer yandan, -bu ayrı bir tartışma konusu ama- devletlerin ve sermayenin toplum üzerindeki rıza oluşturma gücü parçalandıkça bu kurumların zor kullanma kapasitelerini artırma eğiliminde olduklarını da gözlemliyoruz.
Bütün bu etkilerle birlikte sosyal medyada okunan haberlerin, yalan haberlerin, tartışmaların, manipülasyonların bir etkisi var elbette. Sosyal medya hem yalanın hızla yayıldığı, hem de yalanların hızla ortaya çıkartıldığı bir alan.
Örneğin eskiden tek başına toplumda çok büyük bir rıza oluşturma gücü olan geleneksel medya için meydan artık boş değil. Bu yönüyle toplum hiçbir zaman olmadığı kadar çok bilgiye sahip olabiliyor, hiçbir zaman gösteremediği kadar hızlı tepki gösterebiliyor ama dip toplamda politika üzerinde bunun mutlak etkisinden söz edemeyiz.
"Ana akım hala varlığını sürdürebiliyorsa, gazetecilerin sıkı sıkıya savunduğu "Mesleki standartlar" nedeniyledir"
Ana akım medyanın amacına hizmet etmediğini söyleyebilir miyiz? Ya da bu eksikliğin insanları haber almak için haberin asıl kaynağına yönlendirmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
“Ana akım medya” ifadesini kullandığımızda geleneksel kabullerimizdeki “Ana akım”ın gerçekten var olup olmadığını sorgulamamız gerekiyor. “Ana akım medya” dediğimiz şey aslında, “Kitlesel üretim, kitlesel iletişim ve kitlesel tüketim”in sözkonusu olduğu endüstri toplumu çağına ait kavramlar.
Yani “Kitle iletişimi” çağında, toplumun çoğunluğunu etkileyebilecek güce sahip medya organlarını tanımlamak için bulunmuş bir sıfat. “Ana akım”ın “Ana akım” olabilmesi için de bazı niteliklere sahip olması gerekiyor.
Bunlardan en önemlisi ve olmazsa olmazı elbette toplumu etkileme gücü. Yani ana akımda çıkan bir haberin, yorumun, görüşün toplumda gündem yaratabilmesi, gerektiğinde toplumun gündemini değiştirebilmesi.
İkinci özellik ise “Ekonomik sürdürülebilirlik”. Kitlesel medya organları da endüstriyel üretim yaptıklarına göre, buna uygun bir ekonomik modele sahip olmaları son derece doğaldı. Yani kâr edebilmeliler, ettikleri kârla müşterilerine daha kaliteli ürün sunmak için işlerine daha fazla yatırım yapabilmeli, gerektiğinde yatay ve dikey olarak tekelleşip gelirlerini artırabilmeliler.
“Ana akım günümüz dünyasında geçerliliğini yitirmiş bir model”
Bunu onayladığım için değil, tanım olarak söylüyorum. Gelgelelim bu günümüz dünyasında geçerliliğini yitirmiş bir model. Bugün Türkiye’de “Ana akım” diye nitelendirdiğimiz mecralar bu iki özelliğe de sahip değiller ve dünyada da bu özellikleri çok aşınmış durumda.
Çok iddialı olacak ama bugün “Ana akım” kavramı hala varlığını sürdürebiliyorsa, bunun yalnızca, geleneksel medyada yetişmiş gazetecilerin sıkı sıkıya savunmaya devam ettiği “Mesleki standartlar” üzerinden sürdürüldüğünü söyleyebiliriz.
Zira “Endüstri toplumu” aynı zamanda standartlar toplumudur ve tüm üretimin belirli asgari özellikler çerçevesinde standardize edilmesi amaçlanır. Yani ana akımı tartışırken, ana akım medyanın kim olduğundan ve nerede olduğundan çok, haberciliğin geleneksel kurallarını kimin daha iyi uyguladığını tartışıyoruz aslında.
Duruma böyle baktığımızda bugün ana akımı temsil eden medya kuruluşlarından çok, ana akımı temsil eden gazetecilerden söz etmemiz gerekiyor. Evet çözülen geleneksel medya sistemi karşısında yeni bir ekonomik model oluşabilmiş değil ama bu gazetecilerin çok ama çok büyük bölümü halihazırda internet sitelerinde ve Twitter’da bu standartları yaymaya ve yaşatmaya çalışıyor.
“Twitter, haber toplama ve yayma için artık birincil mecra”
Bugün Twitter toplum gündemini belirleme gücü açısından eski ana akımın yarattığı boşluğu dolduran en güçlü mecra durumunda.
Bu saptamayı da genel geçer gözlemlerimle yapmıyorum. Medya Araştırmaları Derneği (MEDAR) tarafından Şubat - Mayıs 2018 döneminde gerçekleştirilen araştırmanın sonuçlarına göre gazeteciler haber toplama ve yayma için artık Twitter’ı birincil mecra olarak görüyor.
Profesyonel gazetecilerin yüzde 90,8’i Twitter hesabına sahip ve yüzde 93,1’i sosyal medyayı haber, bilgi takibi ve paylaşımı için kullanıyor. İlginç noktalardan biri, gazetecilerin üçte ikisinin haber takibi için günlük gazeteleri ve haber ajanslarını kullanmayı bırakması.
Gazeteciler haberleri yüzde 46,7’ oranında sosyal medyadan, yüzde 41,5 oranında gazetelerin haber portallarından, yüzde 39,5’i bağımsız haber portallarından izlemeyi tercih ediyor. Günlük gazetelerin izlenme oranı yüzde 33,7, haber ajanslarını izlenme oranı ise yüzde 28,4 düzeyinde.
Haber toplama ve oluşturma sürecinde de profesyonel gazeteciler yüzde 84,1 oranında Twiter’ı kullanıyor. Hal böyle iken toplumun geri kalanının hala gazete, televizyon gibi geleneksel medyaya itibar ettiğini söyleyemeyiz sanırım.
Zaten özellikle Gezi’den sonra Twitter kullanıcı sayılarının geldiği nokta da bunu gösteriyor. Türkiye’de ne gazeteler ne de özel televizyonlar tarihleri boyunca böyle bir okunma sayısına erişememişlerdi.
"Manşetlerle savaşanlar' sosyal medyanın kazandığı güç nedeniyle artık çok daha avantajlı durumda"
Ana akımın manipülesi karşısında siyasetçilerin sosyal medya kullanımlarını, kampanyaları için nasıl değerlendirirsiniz?
Hatırlarsınız Tayyip Erdoğan’ın meşhur bir sözü vardı; “Biz buralara manşetlerle savaşarak geldik” demişti. Belki o zamana kadar tarifini yapmaya çalıştığım türde “Ana akım” diye bir şey gerçekten vardı ama buna rağmen Erdoğan’ın dediği gibi ana akımda yapılan haksızlıklar, toplumsal bellekte ve yargılarda yer buluyordu. Şimdi ise böyle bir ana akım ortadan kalktı. Bu sürecin hızlanmasında hem teknolojik gelişmelerin hem de Türkiye özelinde hükümetin medyayı sahiplendirme politikalarının etkisi oldu.
Şimdi eğer bir ana akımdan söz edeceksek, bunun elde kalan görece etkili tek mecrasının televizyonlar olduğu aşikar. Ancak televizyonlarda konuşulanlar da anında Twitter’a yansıyor ve olumlu - olumsuz büyük bir etkileşime neden oluyor.
31 Mart öncesinde Ülke TV’de Turgay Güler’in veya daha bu hafta Ahmet Hakan’ın Ekrem İmamoğlu’na yaptıklarının anında sosyal medyada nasıl yankılandığını gördük. Bu programları seyretmemiş on binlerce belki de yüz binlerce kişinin kafasına sosyal medya aracılığıyla “İmamoğlu’nun haksızlığa uğradığı” yazıldı.
“İktidarın elindeki oyuncak artık eskisi kadar işe yaramıyor”
Bunun için herkesin program içeriğini bilmesine de gerek yok. Belirli yönde bir algı oluşması için tek bir cümle yeterli oluyor. Yani dediğim gibi toplumsal bellek ve yargılar sosyal medya sayesinde çok hızlı oluşabiliyor. Oysa iktidar hala ana akımı elinde tutarak algıyı kendi lehine çevirebileceğini düşünüyor.
Gerçek şu ki iktidarın elindeki oyuncak artık eskisi kadar işe yaramıyor hatta kötü kullanıldığında epey zarar yazıyor. Erdoğan’ın benzetmesiyle “Manşetlerle savaşanlar” sosyal medyanın kazandığı güç nedeniyle artık çok daha avantajlı durumda.
Diğer yandan, parayla tutulmuş troller ve bot hesaplarla sosyal medyada kampanyalar yürütme stratejisi hala terk edilmiş değil. Ama bu strateji de gerçek kullanıcılar karşısında etkisini büyük ölçüde yitirmiş durumda.
"Esas ağırlık kaybeden mecra yazılı basın"
Obama’nın ABD’de başkan seçilmesi, Arap Baharı, Gezi Direnişi gibi olayların arkasında sosyal medyanın etkili kullanımı olduğunu ve kitlelerin istekleri doğrultusunda gerçekleştiğini biliyoruz. İyi bütçelenmiş ve koordine edilmiş dijital kampanyalar değişimi sağlayabilirler mi ya da tek başlarına yeterli midirler?
Sosyal medyada yürütülen seçim kampanyaların 2008 Obama seçiminden beri etkisini giderek artırdığını göz ardı etmemiz mümkün değil. Türkiye’de de aslında 2011 seçimlerinin dönüm noktası olduğunu söyleyebiliriz.
Özellikle CHP’nin 12 Haziran 2011’deki seçim kampanyasından bu yana, dijital ortamda, gerek reklamlarıyla gerekse sosyal medyadaki ağırlığıyla kampanya ivmesinin yükselttiğini görüyoruz.
Elbette sokaklarda insanlarla doğrudan temas sağlamak halen çok önemli ancak eski kampanyalardaki gibi sokakları parti bayraklarıyla donatmak veya broşür dağıtmak yeterli olmuyor. Bu nedenle partiler ve politikacılar iki yöntemi dengeli olarak bir arada kullanmak zorunda.
Televizyon etkisini bir miktar kaybetse bile halihazırda toplumun önemli bir kesimi haber mecrası olarak televizyonları kullanıyor. Burada esas ağırlık kaybeden mecranın yazılı basın olduğunu söyleyebiliriz.
“İmamoğlu’nun kampanyası Obama’ya seçim kazandıran kampanyayla aynı”
Ekrem İmamoğlu’nun 31 Mart seçimleri için yürüttüğü kampanyanın 2008’de Obama’ya seçim kazandıran kampanyayla neredeyse bire bir aynı görüntüye sahip olduğunu görüyoruz. 2008'de Obama'ya seçimi kazandıran beş faktörü, o tarihte Dünya’da yazdığım bir yazıda sıralamıştım.
Bu kampanya hem seçilen temalar, hem söylem, hem de kullandığı online ve offline araçlar açısından tarihi bir öneme sahipti. Sanırım bu faktörleri hatırlamak Ekrem İmamoğlu’nun yürüttüğü kampanyayı daha iyi analiz etmemize yardımcı olacaktır.
Şimdi aynı üslubu ve başarıyı İmamoğlu’nda çok net bir şekilde gözlemleyebiliyoruz. 31 Mart seçiminde Ekrem İmamoğlu’nun kampanyasında görev almak için yaklaşık 20 bin kişi başvurmuştu. Seçimin iptalinden sonra gönüllü başvurusunun 100 bin kişiyi aştığı söyleniyor. 100 bin aktif katılım İstanbul çapında bir kampanya için gerçekten çok ciddi bir güç sağlıyor.
Ekrem İmamoğlu, ekibi ve İstanbul Gönüllüleri’yle bence internet ortamını Türkiye’de gelmiş geçmiş tüm politikacılardan çok daha etkili ve başarılı bir şekilde kullanıyor. Son derece başarılı ve doğal paylaşımlar gerçekleştiriyor. Videoları son derece etkili kullanabiliyor.
Bu yalnız sosyal medya paylaşımlarında değil reklamlarda da görülebiliyor. CHP Kampanya Grup Başkanı Ateş İlyas Başsoy 26 Nisan’da Bilgi’de düzenlediğimiz İçerikle Pazarlama Konferansı’nda yerel seçim kampanya sürecinde sadece Ankara için 300’den fazla film çektiklerini söylemişti. Bunların hepsinin ayrı bir izleyicisi ve “hedef kitlesi” var. Yani toplumun tüm kesimleri için ortak bir paydada mesaj verdikleri halde; yaş grupları, meslek grupları, emekliler, anne-babalar, üniversite öğrencileri gibi farklı kategorilerde farklı dil oluşturabildiklerini gördük.
"Yıldırım sosyal medyada 'sırıtan' bir figür, İmamoğlu ise doğal"
Son olarak Binali Yıldırım’ın ve Ekrem İmamoğlu’nun sosyal medya kullanımları arasında nasıl bir fark görüyorsunuz? İmamoğlu’nun çok kısa süre içerisinde bu kadar büyük bir kitle yakalamış olmasını nasıl değerlendirirsiniz?
Binali Yıldırım ve Ekrem İmamoğlu arasında sosyal medyayı kullanım farkı üç önemli unsurdan kaynaklanıyor bence. Bunlardan birincisi İmamoğlu ve Yıldırım arasındaki kuşak farkı. Bu fark doğrudan doğruya iki politikacı arasındaki üslup farkını gündeme getiriyor.
İmamoğlu kendi doğallığını sosyal medya ve internet kullanımına yansıtabilirken Yıldırım aynı şeyi yapmakta zorlanıyor. Bu nedenle Binali Yıldırım sosyal medyada doğal konuşmalar yerine –öğrencilerin iftar daveti ve benzeri- önceden tasarlanmış bir takım senaryoları oynamayı tercih ediyor.
"Erdoğan internet konusunda mesafeli"
İkinci fark da işte tam bu noktada ortaya çıkıyor. Sosyal medyanın önemli bir özelliği doğal olmayan tutum ve davranışların kullanıcılar tarafından hızlıca ayırt edilmesi ve karşı tepki gösterilmesi. Deyim yerindeyse Binalı Yıldırım sosyal medyada “Sırıtan” bir figür, İmamoğlu ise doğal haliyle var olabiliyor.
Üçüncü unsur ise aslında AKP’ye yön veren Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın internet konusundaki mesafeli tutumu. Hatırlarsınız önceki seçimlerde Erdoğan, Facebook, Twitter gibi sosyal medya araçlarını "kötü, çirkin, berbat teknoloji" olarak ilan etmişti. Buna paralel olarak internet ve sosyal medya üzerinde uygulanan erişim yasakları, açılan davalar vb. aslında iktidarın muhalefete uyguladığı sansür gibi görünse de, özünde tüm iktidar blokunun internet ve sosyal medyayla ilişkisinde ciddi bir mesafe yaratıyor.
Bu faktörler hayatının büyük bölümünü internet ve sosyal medya ortasında geçiren genç kitleyi, özellikle Y ve Z kuşaklarını iktidar partisinden uzaklaştırarak inisiyatifin muhalefete geçmesini kolaylaştırıyor. (HA)