Yeni komşu: televizyon
Ev kadınlarına yönelik hazırlandığı söylenen kadın programları, önemli bir izleyici kitlesine sahip. Evlerine hapsolmuş, hapsedilmiş kadınlar problemlerini televizyona çıkıp sıkıntılarını ekrandan anlatan başka kadınlar aracılığıyla dile getirmiş sayıyorlar.
O programlarda anlatılmasa sanki ev içinde yaşanan kâbuslar yok sayılabilecek. Olmamış gibi yapılabilecek. Halbuki kadınların ev içinde yaşadığı problemlerin varlığı zaten hep biliniyordu, kadınlar zaten hep bundan şikâyet ediyorlardı. Konu komşuya anlatıyor, dert yanıyorlardı.
Hastane, otogar yerine sığınmaevi!
Ama problem bir problemin varlığının ortaya konulması değil ki. Mevzu, kadınların, yaşadıkları problemlere karşı bir şey yapılabileceğine inanması ve bu sorunlara karşı başvurabilecekleri bir yerlerin olduğunu bilmeleri, yasal dayanaklara sahip olabilmeleri, yasal haklarını nasıl kullanacaklarını öğrenebilmeleri ve mesela sığınma evleri gibi hayati önem taşıyan kurumlara sahip olabilmelerinde yatıyor.
İstanbul'un göbeğinde devletin hastanesinde erkek kardeşi tarafından öldürülen Güldünya Tören hâlâ hafızalarımızda. Güldünya Tören bir sığınma evine gönderilebilseydi belki de bugün yaşıyor olacaktı. Birgül Işık ise, programdan sonra Elazığ'a döndüğünde oğlu tarafından vurulmanın acısını yaşamıyor olacaktı.
"Dayak yediğin eve dön" formatı
Birgül Işık, bir televizyon programının reyting hırsının, bir kadın sunucunun empati, kadınlık ve kızkardeşlik bilincinden yoksunluğunun kurbanı oldu. Onu ailesine geri göndermek yerine bir sığınma evine yerleştirselerdi, o zaman adı geçen programların kadın sorununu tartıştığını düşünmeye başlayabilirdik.
Oysa bunu düşünmememiz için yeterince veri vardı elimizde. Ensest mağduru kız çocuklarını programlara çıkartıp, yaşadıkları ensesti ayrıntılarıyla anlattırmaya çalıştıran da sabah programlarıydı.
Kocasından dayak yediği için programa çıkan gencecik bir kadını, kocasıyla barıştırmaya çalışan onu yeniden dayak yediği eve göndermeye çalışan da aynı program formatıydı.
Uzmanlık da yetmez
Bu programlarda kadınlara çözüm falan bulunmuyor; sorunlar, savcı ya da polisteymişçesine ortaya atılan sorularla ve mağdurları yargılayarak herkese mal ediliyor. Psikolog ya da sosyal hizmet uzmanı olsa dahi, bu tip programlarda kadınlara "uzman gözüyle" nasihat verecek kişilerin kadın bakış açısına sahip olması gerekiyor. Sonuç olarak, şu an sürdürülen tartışma, bu tür programların kaldırılıp kaldırılmamasından ziyade, kadınların problemlerini anlattıkları, anlatacakları alanların nereler olması gerektiği üzerine olmalı.
"Vali" kandırmacası
Kadın danışma merkezleri o kadar az ki, iki dakikada isimlerini sıralamak mümkün; yani Mor Çatı, Şahmaran, Selis, Amargi gibi. 9 bin sığınmaevi olması gereken bu ülkede sadece 11 sığınma evi var. İşte, televizyon kadınlarda adeta bir "danışma merkezi" yanılsaması yaratıyor.
Ancak bu programlar, kamusal dedikodu platformları olmaktan da öteye gidemiyor. Ve ne yazık ki bu programlar böyle acı olaylar yaşanınca tartışma konusu oluyor.
Birgül Işık' ın Kadının Sesi programında söyledikleri çok açık ve net olmasına rağmen, ısrarla otogarda onu valinin karşılayacağının söylenmesi, programın kadın sorununu tartışmak niyetinde olmadığını da yeterince ortaya koymuyor mu?
"Çok yıprandım. Dayak yedim ama katlandım. Beni sinir hastası etti. yirmi sene fakirliğine ve her şeyine katlandım. Artık dönemem. Dönecek olsam zaten kaçmazdım. Çocuklarıma ben bakıyorum. Zaten annem de beni kabul etmiyor. Kocamdan korkuyorum, bana 'seni öldüreceğim' diyor"
Birgül Işık böyle konuşuyordu ve onu vurdular, elbirliğiyle. Kocası azmettirdi, henüz cezai ehliyeti olmayan oğlu vurdu.
Bu cinayetin ardından enteresan açıklama Kanal D Genel Müdürü Murat Saygı'dan geldi: "Bu tür kadın programlarının amacı kadın sorunlarını tartışmaktır. Ancak son zamanlarda bu problemlerin yerini başka amaçlar aldı."
Soruyu soran genel müdür bir açıklama daha yapmak durumunda; "kadın sorunlarının yerini alan başka amaçlar ne? Ve kadın sorunu ne zaman konu olmuştu?(BD/EÜ)