Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) 16. Dönem Olağan Kongresi'nde, TGS Genel Başkanlığı'na seçilen Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Şükran Soner böyle diyor.
35 yıllık meslek yaşamı sürecince, daha çok sendikal alanda uzmanlaşmış bir gazeteci olan Şükran Soner bianet'in sorularını şöyle yanıtladı:
Sendikal hareketin gelişimi hakkında genel değerlendirme yapar mısınız?
Sendikacılık, sömürülen emekçilerin bir araya gelme refleksiyle ortaya çıktı. Marksizmin bazı ülkelerde uygulanmasıyla gelişti. Sendikal örgütlenme, grev hakkı ve sosyal devlet demokrasinin koşulları oldu. Doğu Bloku'nun parçalanmasından sonra tek ideoloji sürecine girildi. Sermaye örgütleri küreselleşti, bilimsel teknoloji devrimi dünya tekellerinin eline geçti. Dünya tekelleri bedel ödemekten vazgeçtiler. Sosyal devletten, kuralsız ekonomiye geçildi. Kayıt dışı çalışma tüm dünyada yaygınlaştı. Sendikal örgütlenme geri püskürtüldü. Bugün, "en aşağıdakileri, kayıtsız çalıştırılanları, düzen dışına atılmışları nasıl örgütleriz" diye düşünüyoruz. Hindistan'da kayıt dışı çalıştırılan kadınları örgütleyen SAWA ve Afrika'daki maden işçisi kadınların örgütlenmesi bu yeni tip örgütlenmeye iyi birer örnek.
Burada da kadınlar galiba önde gidiyor?
En çok kadınlar ve çocuklar sömürüldüğünden, örgütlenmede öndeler. Tabii bunu ciddi bir örgütlenme olarak algılamamalıyız. Bir sendikayı ortadan kaldırıp, Ümraniye'deki kadınları örgütlüyorsunuz. Çünkü sistemin de buna gereksinimi var. Şimdi, sivil toplum örgütleri çok moda. "Sendikaları kaldırıyoruz, siyasi partilerin ideolojilerini yok ediyoruz, içini boşaltıyoruz ama, demokrasiyi sivil toplum örgütleri mucizesiyle getireceğiz." Burada bir tuzak var.
Nedir bu tuzak?
Dünya sermayesi kendisini sürdürebilmek için belli bir örgütlülüğe gereksinim duyuyor. Örneğin sistem, Ümraniye'deki kadınları şöyle bir örgütlemeyi öneriyor: Hepsinin çocuklarına biri baksın, 10 kadın da hemen o gün verilen siparişi üretsin... Dünya Bankası'nın küçük işletmelere kredi vermesinin sırrı da burada. Tıpkı böyle, partilerin ideolojileri de boşaltıldı, kadın çok moda. 1980'de tüm dünyada kadın örgütlenmesinde patlama yaşandı. Kadınlar siyasete girdi. Böylece yeni sol rüzgarlar oluştu. Ama yeni sol rüzgarların içeriği merkez sağ niteliğindeydi. Vitrinde kullanılan kadınlarsa, işsizlik patlak verdiğinde evlerine geri gönderildi.
Türkiye'de durum nedir?
Türkiye'de 12 Eylül'ün yasakçı yasaları ile karşı karşıyayız, ideolojik bombardımanı altındayız. Geldiğimiz nokta çok vahim. Son krizde işten atılan işçi sayısı Türkiye'deki toplam sendikalı işçi sayısından fazla. Gerçek sendikalı işçi sayısı 750 bin civarındaydı, son işten çıkartmalarla 600 binlere indi. İşten çıkarılan toplam işçi sayısı ise, 1 milyona yakın.
Türkiye'de basın?
Türkiye'de basının gelişmesi, dünyadaki çarpıklaşmanın en anormalleşmiş modeli olarak karşımıza çıktı. Bozuk bir hormonal yapıda, bir bozuk meyvenin ürününün ortaya çıkması gibi oldu. Medya, toplumun kültürsüzlüğünde vitrin kullanmayı çok iyi keşfetti. Türk medyası, sanayisi ve kültürü gelişmiş ülkelerden de önce, daha gelişmiş teknolojileri, daha pahalı ürünleri kullandı. Biz, ofseti, renkli baskıyı onlardan önce keşfettik. Onlar, bizden promosyonu öğrendi. Biz, çarpık pazarlamayı, medyanın gerçek işlevinden sapmasını, dünya devletlerinin çok ilerisinde yaşadık.
İngiltere'de, Murdoch ofsete geçerken, basın işçileri grev yaptı. O grevin kırıcıları, Yeni Asır'dan gizlice İngiltere'ye gönderilen iki arkadaşımızdı. Avrupa'daki tüm basın kuruluşları sendikalı olduğundan, işveren Türkiye'den götürmüştü. Türkiye, teknolojik olarak bu kadar ileride, sendikal anlamda bu kadar gerideydi.
Bir de, Türkiye'de medya birden çok büyük sermaye gerektiren bir konuma geldi. Batı'dan farklı olarak Türkiye'de başka sanayiler, medyayı çıkar aracı olarak gördü. Şimdi pek çok medya kuruluşu kendisini finanse edemiyor. Medya, siyasi iradeye, rant ekonomisine, bankalara karşı şantaj aracı olarak kullanılıyor. Bu deformasyon yaratıyor.
Basındaki örgütlülük ne zaman, nasıl kırıldı?
Kurallılıktan kuralsızlığa geçiş sırasında kırıldı. İşveren, bizim imzaladığımız toplu sözleşmenin aşırı haklar getirdiğini öne sürdü ve sendikayı işyerinden püskürttü. Hemen ardından, yıldız gazeteciler dönemi, transferler başladı. Birilerine çok para ödeyip, çoğunluğu kuralsız çalıştırmaya başladılar. Bu süreç, holdinglerin çıkarları için medyaya girmeleri dönemiyle paralellik gösteriyor.
Şimdi bulunduğumuz nokta nasıl değerlendirilebilir?
Türkiye'de karşılıksız kazanmanın kaynakları tükendiği için medya krizde. Siyasi iradeyi hala parmağında oynatıyor ama, para çarkları artık farklı dönüyor. İçi boşaltılacak banka kalmadı. Çok ucuza kapatılıp çok kar getirecek özelleştirme ihaleleri kalmadı. Artık, medya kendisini finanse etmek zorunda. Bu anormal yapılanmayla, bu da çok zor. Böyle bir süreçte, siyasi iradenin gazeteleri, televizyonları yasalar çerçevesine sokma gücü yok. Ama ayakta kalabilmek için medya en azından kendi kurallarını koymak zorunda. Bu kurallaşma kendi içinde küçülmeyle başladı.
Peki, bundan sonra neler olacak?
Bundan sonrası, Türkiye'nin nasıl bir yapılanmaya gideceğine bağlı. Türkiye, gelişmiş ülkelerin giderek düzen dışına attıkları, kuralsızlaşan bir ülke mi olacak? Yoksa, Cumhuriyet değerleriyle kazandığı dinamikler içinde, iki ayağı üzerinde duran bir kurallı ülke olarak mı gelişecek? Sanayileşmeden vazgeçip sadece "Pazar" mı olacak? Yoksa, kendi dinamiklerini kullanmayı öğrenecek mi? Türkiye'nin iç dinamikleri, Türkiye'yi gerçek anlamda bir kuraldışı ülke, sömürü ülkesi yapmaya uygun değil.
Sendikanın yarını için ne söylenebilir?
Kimsenin elinde sihirli değnek yok. Bu düzende, sendikanın bu sistemi değiştireceğini söylemek anlamsız olur. Ancak, yeni bir örgütlenme modeli yaratmak gerekiyor. Kuralsız çalıştırılan arkadaşlarımız üye olamasalar da, bizim birer parçamız. Onları bu çatı altında toplamalıyız. Bu kurallı bir sendikal örgütlenme değildir. Ama, hayatın gerçekleriyle örtüşür. Yasakçı yasaların değişmesi için savaşmalıyız. Yeni örgütlenme modelleri geliştirmek gerekiyor. Sendikayı bir kimlik-onur meselesi yapıp, toplu sözleşme olmasa da üye olmayı gerektiren yeni bir kültür gelişmeli. Arkadaşlarımız, sadece sendikanın kapanmaması, ayakta kalması için bize üye oluyorlar. Sendikanın kapısından giremediği işyerlerinde üyelerimiz var.
Sendika hangi kurumlarda örgütlü?
Anadolu Ajansı, ANKA Ajansı. Cumhuriyet gazetesinde de üyelerimiz var. Ayrıca, Anadolu gazetelerinde pek çok üyemiz var.
Kaç üyesi var?
Toplam üye sayısını söyleyemem. Yasalarla ilgili gerekçeler ve arkadaşlarımızı korumak için...
Sendika üyeleri baskılarla karşılaşıyor mu?
İşverenler çalışanların sendikalı olduğunu bilmediğinde, toplu sözleşme için zorlanmayınca baskı da yapamıyorlar. Bu arada biz büyüyoruz. Bu nedenle, koruma adına sayı vermiyorum.
Geçmişle bugünü karşılaştırdığınızda, gelinen noktada sendikacıların mı, yoksa basın çalışanlarının mı sorumluluğu daha fazla?
1970'lerde basında sendikalaşma oranı çok yüksekti. Büyük gazetelerin hepsinde örgütlüydük. Basın, o zaman sendikalaşmanın öncüsüydü, şimdi de kuralsızlaşmanın öncüsü oldu. Gazetecilik yapmak isteyen, maddi güvencesi olmayan insanları direnmedikleri için yargılayamam. Elbette, yılların gazetecilerinin işverenden 50'şer bin liralık noter parasını alıp sendikadan istifa etmesi çok büyük ayıptı. Bir de, gazetecilikte bireysel kimlik öne çıktığı için, örgütlü refleksler biraz zayıf kalıyor.
Peki diğer gazeteci meslek örgütleri? ÇGD, Gazeteciler Meclisi Girişimi gibi?
Gazeteciler Meclisi Girişimi örgüt değil, örgütlülük refleksidir. Bizim iş kolunda ise, örgütlenememenin refleksidir. Çok güzeldir ama, kalıcı değildir. Bu refleksin örgütlü, bilinçli, kalıcı örgüte dönüşmesinde çok az bir posa kalır. Örneğin, işten atılmaların yoğun yaşandığı dönemde, avukat arkadaşlarla birlikte danışma büroları kurduk. Ne var ki, arkadaşlar, dava açarlarsa bir daha medyada iş bulamayacaklarını düşündüler. Yani, gazeteci arkadaşlarımız haklarını aramadılar, arayamadılar.
Yeni bir model oluşturmaktan bahsettiniz? Bu yeni model nasıl olabilir?
Bizim geçmişte çok savaşımını verdiğimiz, bir türlü Meclis'ten çıkamayan bir yasa var. Televizyonların, radyoların, gazetelerin çalıştırması gereken asgari kadrolarla ilgili bir yasa. Kurallı çalışma ortamına geçiş açısından önemli. Bu yasanın çıkması için mücadele edilmeli örneğin.
Sendikanın en güçlü olduğu dönemde çalıştınız. Zor durumda kaldığı dönemde yönetimdesiniz. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Üstelik o dönemde, ayrıldım da. Neden mi? 12 Eylül döneminde, işçilerle ilgili berbat yasalar çıkıyordu. Gazetecilerin pazarlık gücü olduğunu düşünüp, dönemin Çalışma Bakanı Turhan Esener'e gazeteciler ve matbaacıların bir sendikada olması, en azından bağlantılı iş kolu sayılması gerektiğini anlattım. O da komisyon üyelerini buna ikna etti. Ancak sonra, Sendika Yönetim Kurulu'nda da bulunan parlamento muhabiri bazı arkadaşlar buna karşı çıktı. Bu nedenle, matbaa işçileri ve gazeteciler; bağlantılı iş kolunda sayılmadı. O zaman, sendikal bilinci bu kadar zayıf olan arkadaşlarla sendikacılık yapmak istemedim. Uzun süre yöneticilikten uzak kaldım. Bugün Genel Başkanlığa geldim ama, seçimle değil. 29 yıldır sendikanın genel başkanlık görevini yürüten Ziya Sonay sağlık sorunları nedeniyle görevinden istifa etti. Genel başkanlığa kimse aday olmadı. Sendikanın kapanmaması için aday oldum, sonra da başkan... (BB/NU)
-----------
TGS için: www.tgs.org.tr