Öte yandan ben ve benim gibilerin, yalnızca kendileri için değil, toplumun bütün kesimleri adına savunduğu demokratik hak ve değerlerin, yıllardır yalnızca muhafazakârlar, sağcılar, milliyetçiler lehine nasıl tek taraflı işlediği konusunda da yeterince bilgi, deneyim ve tanıklık sahibiyim. Haklarını savunduğumuz kişilerin, iş, bizim haklarımızı savunmaya gelince nasıl kaçıp saklandığını da biliyorum. Ama demokrasi anlayışımızı, başkalarının bize nasıl davranacağına göre belirlemeyiz. Biz sadece olması gerekeni yaparız.
Hakkında yeterince yazılıp çizildiğini düşündüğüm ve şu günlerde yayınına yeniden başlayan "Kurtlar Vadisi" dizisini burada çözümleyecek; yaslandığı karanlık değerleri; yücelttiği silah tapınmacılığını; beslendiği ve beslediği şiddet yanlısı, kıyıcı kültürü eleştirecek; bu ülkenin insanlarına, gençlerine, toplumsal yaşamına verdiği zararları sayıp dökecek değilim. İnsanların ruh ve akıl sağlığıyla en ilgili meslek grubu olan psikiyatrların, durumun vahametine dikkat çekme ihtiyacı duyarak dernekleri aracılığıyla bildiri yayınlamaları bile başlı başına bir alarmdır. Benzerine Türkiye tarihinde kaç kez rastladınız?
Kendilerine ve "niyetlerine" ne ad verirlerse versinler, "Kurtlar Vadisi" ekibinin, apaçık bir biçimde şoven milliyetçilik, ırkçılık yaptığını; hukuk dışılığı savunduğunu; her çeşit çeteleşmeyi, mafyalaşmayı özendirdiğini; benzerine Hitler Almanyası, Mussolini İtalyasında rastlanabilecek bir süreçle kimlik arayışındaki gençlere, şiddet yanlısı rol modelleri önerdiğini düşünüyorum. Herkesi bu konuyla ilgili sayısız gazete, televizyon haberini; yapılan araştırma ve anket sonuçlarını hatırlayarak hafıza tazelemeye çağırıyorum.
Ülkenin her zamankinden daha fazla, ortak uzlaşma zeminine; farklılıklarımızı tanıma ve birlikte yaşama kabulüne; karşılıklı hoşgörü ve anlayışa ihtiyaç duyduğu bu dönemde, kamplaşmaları körükleyerek kandan kâr edenlerin çıkarlarına karşı, toplumsal dayanışmanın, barışın ve hukukun üstünlüğünün gözetilmesi gerektiğine inanıyorum.
Peki, bu durumda bizler, yani kandan kına yakmayanlar ne yapmalıyız?
Sivil itiraz haklarının her zamankinden çok daha etkin ve örgütlü biçimde kullanılması gereken bir dönemde olduğumuz kanısındayım. Madem liberal bir ekonomide yaşıyoruz ve madem bu ekonominin kuralları yaşama biçimimizi belirliyor; madem söz konusu olan bir televizyon dizisi ve madem televizyon dizileri varlık nedenlerini "reklamlara" borçlular, bu konudaki en etkin protesto biçiminin, tüketici haklarımızı kullanmak olduğunu düşünüyorum. İster doğrudan böyle diziler çekerek, ister bu dizilerin izlenme oranlarından gelir payı kaparak kandan kâr etmek isteyenlere verilebilecek en etkili yanıtlardan birinin bu olacağını sanıyorum. Bu konuda dikkati ve duyarlığı olan herkesi, "Kurtlar Vadisi" dizisine reklam veren her ürünü, her firmayı, her markayı yaygın ve örgütlü bir biçimde protesto etmeye; imza ve katılımlarla desteklenen etkili bir kampanya oluşturmaya çağırıyorum.
Akıtılan bunca kanı aklayacak deterjanların, katil eli yıkayacak sabunların henüz bulunmadığını unutmayalım. Bu karanlık kâra ortak olmayalım. Sesimizi ve varlığımızı duyurana kadar o marka yağları, yoğurtları, çikolataları, dondurmaları, bisküvileri yemeyelim; o marka sütleri, kolaları, meşrubatları içmeyelim; o marka tencere tavaları, kağıt mendilleri, bebek bezlerini almayalım; o marka çarşaf nevresim takımlarında yatmayalım; o marka mobilyalarda oturmayalım; o telefonlarla konuşmayalım; paralarımızı o bankalardan geri çekelim; bunları yaparken en etkin biçimde herkese duyuralım. Bu kampanyanın başarılı olmasını, birkaç kişinin kişisel ahlakına, vicdanına bırakmayalım; takipçisi olalım, sivil itiraz grupları oluşturarak gelişmelerden sürekli herkesi haberdar edelim. Sevenleri, hayranları, okurları, seyircileri, dinleyicileri olan topluma mal olmuş, tanınmış kişileri, bu kampanyaya destek olmaya ve destek olduklarını duyurmaya çalışalım.
Elbette yalnızca tüketicilere yönelik bir sesleniş değil bu. Türkiye'nin daha demokratik, daha özgürlükçü, daha çağdaş, daha uygar olması amacı ve niyetini taşıyan bütün şirketler, kurumlar, kuruluşların sahip ve yetkililerini, "reklam pastası payını" insan kanıyla karmamaya çağırıyorum. Türkiye'yi hukuksuzluğun, çetelerin, mafyaların, karanlık güçlerin ve emellerin yönettiği bir ülke olmasını haklı göstermeyi; başkasının ölüsünden, kanından, servet, itibar, fedai, çete sahibi olmayı özendirmeyi istemeyen bütün iş adamlarının, reklam veren, reklam yapan dernek ve kuruluş yöneticilerinin aklına, vicdanına, sağduyusuna seslenmek istiyorum.
Yalnızca bir televizyon dizisinden değil, bir başlangıçtan söz ediyorum. Kardeşlerimiz katillerimiz olsun istemiyoruz artık. Komşularımız düşmanlarımız olmasın. Bu şiddet kültürünün aşılması için daha kaç gencin potansiyel katil ya da kurban olması gerekiyor?
Haraca, gaspa emanet edilmiş sokak aralarında, banliyö trenlerinde, varoş semtlerde, lise önlerinde, havaya kurşun sıkılan düğünlerde, töresinin hukukuna kadın kanı akıtan aile mahkemelerinde, bıçak çekilen tribünlerde, karanlık pazarlıkların döndüğü han köşelerinde, sigara dumanına boğulmuş internet kafelerde çekilen her bıçağın, namluya sürülecek her kurşunun "küçük ya da büyük hisseli uzak ortağı" olmayalım.
Elbette bu çeşit dizileri yapan kişi ve kuruluşlar, daha fazla kâr etmek, daha fazla para, güç, itibar ve fedai kazanmak isteyebilirler, ama sizler daha fazla ölü, daha fazla kan, daha fazla tabut istemiyorsanız, bunu bize söylemenizi istiyorum.
Benim şu yaptığım, sivil itiraz adına suya atılan bir taş yalnızca. Umarım sudaki halkalar gibi yayılıp genişler, bize yalnız olmadığımızı, birbirimize yaslandığımızda milyonlar ettiğimizi öğretir.
Biz hiçbir kanala reklam veremeyenler, bir zamanlar "Edirne'den Ardahan'a" diye tanımlanan üzerinde yaşadığımız toprakların haritasının, bundan böyle "Susurluk'tan Şemdinli'ye" diye adlandırılmasını istemiyorsak, verilmiş reklamları adreslerine iade edelim. (MM/TK)
* Murathan Mungan'ın bu yazısı, yazarın resmi Web sitesi www.murathanmungan.com 'da yayınlandı.