Her yıl olduğu gibi bu yıl da 1 Eylül Dünya Barış Günü Mitingi'ne katıldım. Fakat her yıl olduğu gibi bu yıl miting günü akşamı evime dönemedim. Mitingde yaşanan olaylar, gözaltı, savcılık, mahkeme, Metris ve nihayet Kandıra F Tipi Cezaevi...
Neydi bu yılın her yıldan farkı; bu sorunun yanıtını düşünüyorum... Yanıt, daha büyük bir insani sorumluluk hissiyle bu yıl miting alanında bulunmamı sağlayan duygu ve düşüncelerim olabilir mi? Bu konuya geleceğim; öncelikle yaşananları kısaca aktarmak istiyorum.
İstanbul Demokratik Kent Konseyi tarafından Kadıköy'de düzenlenecek olan Barış Mitingi'nin çağrıları günler öncesinden yapıldı. Çok sayıda kurumun yanı sıra sendikam KESK de (Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu) mitingin tertip komitesindeydi. Ve KESK'e bağlı BTS'nin (Birleşik Taşımacılık Sendikası) işyeri temsilcisi olan ben, 1 Eylül günü sendikamla birlikte miting alanına yürümek üzere belirlenen buluşma noktasında yerimi aldım. Yürüyüş başladı. Uzatmayacağım. Sonrasında yaşananlar basına yansımıştır (nasıl yansıdığını da tahmin edebiliyorum); miting neredeyse başlayamadan sona erdi ve miting alanı hızla boşaldı.
Alandan epeyce mesafe uzaklaşmıştım ki yoğun gaz bombası, ardından polis saldırısı ve yaka paça, küfür kıyamet gözaltı... "KESK" üyesiyim dedim. "Demek KESK üyesisin, bizimle gel bakalım o zaman" dediler. Önce Terörle Mücadele Şubesi'nde 4 gün, ardından savcılık, mahkeme derken 5. günün gece yarısı 00.30'da karar açıklandı: PKK / Kongragel örgütü adına faaliyet yürütmek suçundan tutuklusun!"
Akıl tutulması
Kuşkusuz bir siyasi tercihim var; sosyalistim. Eşitlikten, adaletten, özgürlükten, barıştan ve kardeşlikten yana bir dünyadır özlemim. Sendikal alanda verdiğim mücadelenin yanı sıra düşüncelerime paralel bulduğum Sosyalist Dayanışma Platformu'nun (SODAP) çalışmalarına aktif destek veririm yıllardır. Peki ya "PKK / Kongragel örgütü adına faaliyet yürütmek " meselesi? O da polisin, savcılığın ve mahkemenin olağanüstü yaratıcı çabaları sonucu edindikleri kanıtlarla ortaya koydukları takdirleridir; diyecek bir şey bulamıyorum...
Gözaltına alınmamdan cezaevine getirilişime kadar kimlik bilgilerimin incelendiği her adımda aynı soru: "Senin ne işin var orada?" Kocaeli nüfusuna kayıtlı olmam, yani işin aslı Kürt olmamam polislerin, gardiyanların epeyce ilgisini çekti. Hatta ilginçtir, benimle birlikte gözaltında tutulan bir Kürt genci de hücrede memleketimi öğrendiğinde aynı soruyu, aynı hayret belirten ifadeyle sordu: "Abi, senin ne işin var burada!"
"Akıl tutulması" halinin tezahürlerinden biri daha mı demeli bu duruma bilmiyorum. Bir insan "barış" temalı bir mitinge neden katılır? ... Dünya çapında gerçekleşen bu etkinliğin dünyanın her yerinde kabul gören ortak bir anlamı yok mudur? Etkinliğe verilen isim, bu anlamla ilgili bir şeyler ifade etmiyor mu?
Madem bizim ülkemizde Kocaeli nüfusuna kayıtlı bir kişinin Barış Mitingi'ne katılması böylesi hayret içeren bir soruyu beraberinde getiriyor, yanıt vermeye çalışacağım. Aslında yanıt gayet basit; barış mitinglerine her yıl aynı nedenle, "barışın ve kardeşliğin hükmünü konuşturduğu, savaşların, ölümlerin yaşanmadığı bir dünya özlemini haykırmak için" katılırım. Fakat bu yıl geçmiş yıllardan daha farklıydı. Şimdi yazımın başında ifade ettiğim soruyu tekrarlamak istiyorum: "Neydi bu yılın diğer yıllardan farkı?" Omuzlarıma her zamankinden daha büyük bir insani sorumluluk duygusu yükleyen bu fark neydi?
Çok değil daha az bir zaman önce devletin zirvesinden sarf edilen "iyi şeyler olacak" sözleri umutlarını bir nebze olsun yeşertmemiş miydi bu ülkenin umuda hasret insanlarının? Hele analar, acılı analarımız. Çözüme dair sözlerin böylesine güçlü sarf edildiği bu süreçte ilk kez bu kadar umuda kesmemiş miydi onların ana yürekleri? Şimdi hangi noktadayız o halde? Olacak olan "iyi şeyler" in neresindeyiz? Çözüme giden yolun hangi durağındayız.
"Alanlarda olamayacağım"
Bu yazıyı 11 Eylül'ü 12 Eylül'e bağlayan gece yarısı kaleme alıyorum. Az bir zaman sonra 12 Eylül'e gireceğiz; ' 80 askeri darbesinin 31. yıldönümüne. Yarın ülkemizin dört bir yanında insanlar yine alanlara çıkacak. Darbeler, insanlık suçları lanetlenecek, demokrasi ve özgürlük talepleri yükseltilecek. Ben o alanların herhangi birinde olamayacağım. Çünkü barış mitingine katıldım, barışı savundum ve F tipi cezaevindeyim. Az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik; bir de baktık ki...
Operasyonlar, çatışmalar, ölümler ve Türk ve Kürt analarının birbirine karışan acılı feryatları... Artık bunlardan söz etmenin hangi suça kanıt sayılacağını öğrenmiş bulunuyorum. Cezaevleri doldu taşıyor. Korkunç bir tutuklama fırtınası ortalığı kasıp kavuruyor. Ben bu fırtınaya kapılan onca insandan yalnızca biriyim. Ve geldiğimiz aşamada bütün bunları söylerken sanırım "suçuma" yeni kanıtlar ekliyorum... Biliyorum ki "cezaevlerini dolduranların önemli bir kısmı daha çocuk yaşta; o çocukları hücrelere koyanlardan, o çocuklardaki patlamaya hazır öfkenin nedenlerini anlamaya çalışmalarını beklemek ne büyük saflık olur" desem, yine sözlerimi kanıt sayacaklar.
Bu aşamaya nasıl gelindi ayrıca değerlendirilir. Fakat öyle ya da böyle gelinen aşama yeterince can acıtıcı, yürek kanatıcı değil mi sizce?
Böylesine kan revan bir tabloda bir insan Barış Mitingi'ne neden katılır dersiniz. Ne olursa olsun ille de barış ve kardeşliği savunmak için olabilir mi?
İşte Kocaeli nüfusuna kayıtlı sosyalist bir insanı büyük bir insanı sorumluluk hissiyle o mitinge taşıyan neden hayatın bu gerçeğinden ibarettir...
* Yıldırım Salih İnce, KESK - BTS İşyeri Temsilcisi, Kandıra 1 Nolu F Tipi Cezaevi