Şebnem İşigüzel'in İletişim Yayınları'ndan çıkan son romanı "Kirpiklerimin Gölgesi", Karl Marx'ın "Ailesi olmayana ne mutlu" cümlesiyle başlıyor. Kitapta ormanda "kötü" annesiyle, milliyetçi abisiyle yaşamak zorunda kalan küçük bir kız çocuğunun hikâyesi ensest, tecavüz, soykırım, faşizm kısaca şiddetin her hali harmanlanarak anlatılıyor. Kitabı okurken gözleriniz sansürden yana bakarsa o kız çocuğunun umudunu da göreceğinizi unutmayın.
-Kitabın merkezindeki anlatımlarından söz etmeden önce hayvanları, doğayı çok iyi betimlediğiniz göze çarpıyor. Bu nereden geliyor?
Aslında her roman bilgisini biriktiriyor ama bu farkında olmadan oluyor. Yazacağım konuda gidip hemen bilgileneyim demiyorum. Örneğin yeni doğum yaptığım ve korkunç halde olduğum bir dönem deli gibi sanat tarihi okumuştum. O bilgiler, yıllar sonra "Sarmaşık" adlı romanımda çıktı. Bu romandaki doğaya, hayvanlara dair bilgileri de cebimde biriktirmiştim. Birçoğu da çocukluğumdan getirdiğim bilgilerdi. Yalova'da bahçeli bir evde büyüdüm. Bu kızı anlattığım yer de aslında Yalova yakınlarındaki termal. Çocukken haftasonları oraya pikniğe giderdik. O yüzden çocuğu oraya yerleştirdim romanda.
-Roman aslında, sınava girmesini engellediği için annesini öldüren bir kız çocuğunun gazetelerdeki haberinden yola çıkıyor, değil mi?
Haberde gördüğüm bir hikâyeden yola çıktım. Ama aslında o kızın bire bir gerçek hikâyesi değil. O haberdeki kız için dönemin Aile, Çocuk ve Kadından Sorumlu Bakanı Nimet Çubukçu'ya mektup yazmıştım. Çünkü çok üzülmüştüm ve o kız için bir şeyler yapılmasını istiyordum. Ama Bakan bana cevap vermedi. Ondan sonra bu romanı yazmaya başladım.
-Fiziksel acı roman kahramanı için tahammül edilemez boyutlarda ama okula gidememek de neredeyse aynı derecede sanki...
Evet, romandaki kız aslında yeni bir hayatı olması için o okulları bitirmek istiyor. Çok güçlü bir çocuk ama çocuk olduğu için de çok çaresiz bir yandan. Romanın sonunda o korkunç hayata geri dönecek olması, çok acıklı, dehşet verici ama yine de umut dolu. Kendisiyle ilgili iyilik hisleri tükenmiş değil yine de... O son bölüm beni dağıttı mesela. Okumakla ilgili umutları tükense de ileride bebeğini çok seven bir anne olacağı umudunu taşıyor bu kez de.
-Romanda ensest, köpeklerle ilişkiye girmek, tecavüz gibi cinsel şiddet içerikli çok fazla anlatım var. Yazar olmanızın yanı sıra bir kız çocuğu annesisiniz de... Siz neler hissettiniz bunları yazarken?
Bu güne kadar yazdıklarımı hep içimden söke söke çıkardım. Pek çok kılığa girdim romanlarımda. Sarmaşık'ın Nadya'sında Boğaz'da parçalandım. Çöplüğün Leyla'sında tecavüze uğradım. Resmi Geçit'te Mösyö Kevork oldum, Florya Deniz Köşkünde çalıştım.
Arkadaşım bana "Evinin biten yağını, tuzunu, şekerini alan bir kadınsın. Ne kadar kötü olabilirsin ki?" diyor. Gerçek hayatımda hiç kötü biri değilim. Ama yazı başka bir şey. Yazı, hayat değil.
-Peki bu acıları bu kadar iyi anlatmayı nasıl başarıyorsunuz? Hiç bu acılara tanıklık ettiniz mi?
Hayır, hiç. Keşke öyle bir hikâyem olsaydı da o hikâyeyi yazardım. Aksine çok sıradan, sakin bir kadınım. Yazmak benim için başka bir âleme yolculuk gibi. Başıma ne geliyorsa o âlemde geliyor. Ben de okuyucu olsam bu manyağı merak ederdim. Ama değil işte. Bunu anlatmak romanlarımı anlatmaktan daha çok vaktimi alıyor. Ama dediğiniz gibi hayatımda bunun sağlamasını yapan şeyler var; 17 yıllık bir evlilik, 12 yaşında sağlıklı bir kızım var. Ama masa başında her şey değişiyor.
-Bir de sanırım bunları bir kadının yazması da okuyucuyu şaşırtıyor... Kadınlığa anaçlık, şefkat gibi anlamlar yüklendiğinden...
Evet, benim o sert bir dili kullanmam özellikle çevirilerimin yapıldığı ülkelerde de dikkat çekiyor. "Müslüman, Türk, genç ve kadın" bunları nasıl yazabiliyor diye şaşırıyorlar. Önceleri bundan çok utanıyordum, hem yazıyordum hem de utanıyordum.
-Kendinize sansür uygulamıyor gibisiniz...
Sadece daha çok politik şeylerde uyguluyorum. Onun dışında kendime hiçbir zaman sansür uygulamadım.
-Kitabın politik okumasında hangi soykırım olduğunu söylemeden bir soykırım hikayesini de anlatıyorsunuz, içinde bulunduğu siyasi partinin adını vermeden milliyetçi bir ağabeyin de ...
İsmini vermeden bir soykırım anlattım. Bu topraklarda yaşayan ve vicdanı olan herkes neden bahsettiğimi anlar diye düşündüm. Anadolu'da insanlar birbirlerinin acılarından habersiz yaşıyorlar. O acıları tanımıyorlar. Yüzleşilemeyen bir tarihin faturası da çok ağır olacak. Siyasi partinin ismini vermeden bir kurt figüründen söz ediyorum. Kızın hikâyesi zaten dehşet. Bir de onun içine toplumsal geçmişte yaşanmış şeyleri akıtacak müthiş bir kimya gerekiyordu. Oradaki o milliyetçi abi gittikçe semiren o beyaz berelilere bir gönderme aslında. O aynı adamlar Hrant'ı vurdular, bundan utanç da duymuyorlar. Milliyetçi kesimin vicdanı yok. O yüzden o abiye romandaki durum çok uyuyordu. Başkalarının acılarına bakmayı bilmeyen, vicdanı olmayan, sevgisiz, eğitimden yoksun bir kesim... O abi ancak milliyetçi olabilirdi. Kurdun içini dolduran, kuzuları boğazlayan... Öteki türlüsü eşyanın tabiatına aykırı olurdu. Herkesin içinde kötülük vardır ama milliyetçilerin içindeki kötülük çok vahşi.
-Böyle konularda yazmak biraz da topluma ters düşmek değil mi? Bu konuda endişeleriniz olmuyor mu?
Ben tercihimi en baştan yaptım. Ben şeker şurup yazamam. Yazdıklarıma müşteri de beklemiyorum. "Yazıyorum bu bana yeter" diye terbiye ettim kendimi. Özellikle yurtdışında Türkiye'dekinden fazla satılıyor kitaplarım. Yazara saygı ve sevgi var ama bizde devletin ürettiği yazarlara karşı bir öfke var. Dolayısıyla böyle bir ülkede sevilmek bana biraz da hakaret gibi geliyor. Bu toplum beni niye sevsin ki severse zaten kendimle ilgili şüphelerim doğar.
-11 yaşında zeki de olsa bir çocuğun anlatımı bu olabilir mi?
Romanlarda ve rüyalarda her şey mümkündür. O yüzden romanda bir çocuk durumunu çok şiirsel bir dille de anlatabilir. Burada çocuğun sesiyle romancının sesi bir yerde birbirine karışıyor aslında. Dili evet, benim dilim ama okuyucuya uzak ve imkansız gelmiyor.
-Terörle Mücadele Kanunu mağduru çocuklar da mektuplarında kendilerini çok iyi ifade ediyor aslında. Bu çocuklar acıyı mı iyi öğreniyor ya da en iyi bildikleri şeyi olduğu için mi bu kadar iyi anlatabiliyorlar?
Kesinlikle, hele o Kürt çocuklarının yaşadıkları benim roman kahramanımın yaşadıklarından çok daha ağırdır. Ve bizler İstanbul cumhuriyetinde yaşayanlar bunları görmüyoruz. Hikayelerini de tam olarak bilmiyoruz. Bunlar beni dehşete düşürüp, çok fazla hırpalıyor. Romanda yazdıklarım, haberlerde gördüklerim kadar acı vermiyor bana.
-Yazdıklarınızı kızınız okudu mu?
Bir kız çocuğunun hikâyesini yazdığımı ve kızın mucizelerini mutlu bir çocuk gibi anlattım. Ona başka türlü anlatamazdım. Çocuklara ensest konusunda eğitim verilmeli, neyin iyi neyin kötü olduğu öğretilmeli, başlarına bir şey geldiğinde nereden yardım alabileceklerini bilmeliler. "Bazen bize neler olur kimse bilmez" der romandaki kahramanım. Böyle olmamalı.
-Peki kitaptaki şarkı sözleri kime ait?
Onları ben uydurdum. Rap müziğini çok seviyorum. Biraz ona benzer o sözlerin yazım tarzı. Ceza'yı Hayko Cepkin'i, Şebnem Ferah'ı, Aylin Aslım'ı, Amy Winehouse'u, Lady Gaga'yı da çok seviyorum. Şarkı sözleri yazmak da isterim aslında.
-Sonraki romanınız neyle ilgili olacak?
Bir sonraki romanımda bu dönemin kadını olacağım. İnternet, seks, para yani tam bu zamanın romanı olacak. Temelde yine dertli bir kadının hikayesi. Korunaklı sitelerde yaşayan, lüks bir arabası olan bir kadın olacak.
Bir de kendi ailemin hikayesinden yola çıkarak bir şey yazmak istiyorum. Temelde evlilik, sevgi romanı gibi olacak. Babamın dedesi Tevfik Bey'in Agop adında Ermeni bir ortağı varmış. 1915'te olaylar başladığında Agop Bey'in kızı Kayseri'de evliymiş. Kendisin gitmesi tehlikeli olduğundan Tevfik Bey'den kızının iyi olup olmadığına bakması ricasında bulunuyor. Tevfik Bey de gittiğinde görüyor ki aile ortada, herkes öldürülmüş ama Agop Bey'in kızının yaşadığını öğreniyor ve onların peşinden Der Zor'a gidiyor. Agop Bey'in kızını buluyor, alıp İstanbul'a getiriyor. Sonra da kız bir daha evlenmiyor.
Şebnem İşigüzel kimdir?
1973 doğumlu. Antropoloji eğitimi aldı. İlk kitabı, Hanene Ay Doğacak, 1993 yılında yayınlandı ve Yunus Nadi Öykü Ödülü'ne değer bulundu. Ardından sırasıyla şu kitapları yayınlandı: Öykümü Kim Anlatacak ? (öykü, 1994) Eski Dostum Kertenkele (roman, 1996) Neşeli Kadınlar Arasında (deneme, 2000) Kaderimin Efendisi (öykü, 2001) Sarmaşık (roman, 2002) Çöplük (roman, 2004) Resmigeçit (roman 2008). 1998 yılında kızı Tamar'ı dünyaya getirdi, anne oldu. Romanları yayınlandığı dillerde çok sevildi, çok okundu. Şebnem İşigüzel, İstanbul'da yaşıyor ve hayatını yazarak sürdürüyor. (BT/SP)