Cebeci Kampüsünün turnikelerini geçip yukarıya doğru yürürken, birkaç arkadaşa rastlasam, diyorum içimden. Çığır'a gidip, "Orhan, bize iki patlıcan musakka ve beş çatal getir" desek... Yemeği beklerken mavra yapıp, yirmili yaşların kederbilmezliğiyle ağız dolusu gülsek hep birlikte...
Ne Hakan'lar var görünürde ne Ali Fuat Okan, ne de diğer arkadaşlar. Siyasal Kitabevine giderken sol tarafta duran beyaz bir anıt kesiyor yolumu. "Hakan Yurdakuler, Ali Fuat Okan, Gökhan Edge, Bahri Gülpınar, Hakan Şenyuva, M. Adil Olcay, Şevki T. Kobal anısına SBF-DER tarafından yaptırılmıştır" yazıyor üzerindeki plakette.
Hava buz gibi soğuk.
Yumurtaların uçuşup şemsiyelerin açıldığı 8 Aralık'ta Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde (SBF) yaşananları, nasıl bir dünya, nasıl bir gelecek düşlediklerini ve bahçedeki anıta dair düşünce ve duygularını soruyorum Siyasal Kitabevi önünde rastladığım öğrencilere.
"Talepleri olan özneleriz"
Ben Nihal Çarıkçı. SBF Uluslararası İlişkiler bölümü 3. Sınıf öğrencisiyim. Öğrenci kolektiflerindenim.
Mülkiye Sosyal Araştırmalar Topluluğunun düzenlediği konferans nedeniyle Burhan Kuzu'nun buraya geleceği bir ay öncesinden belliydi.
O gün biz konferans salonundaydık. Okula polis çemberi içinde, yüzlerce polisle birlikte geldi Burhan Kuzu. Bu protestoyu bekliyordu ki şemsiyeleriyle birlikte gelmişti. Hemen şemsiyeler açıldı. Yine de kendini kurtaramadı aslında, üniversitelilerin öfkesinden. 4 Aralıkta burnu kırılan arkadaşımızın fotoğrafını kaldırdık hepimiz.
4 Aralıkta yaşadığımız polis şiddetini ve AKP'nin "ileri demokrasisi"ni teşhir etmekti, 8 Aralıkta yaptığımız. Bizim için bir şenlikti. Mağdur olmaktan özne olmaya doğru adım attık. Neden? "Polis şiddetinden mağdur olan gençler", "dayak yiyen gençler" hep böyle bir söylem vardı.
Şunu göstermek istedik; hayır, biz mağdur değil, talepleri olan özneleriz. Ve sen 4 Aralıkta yaşananlar için özür dilemediğin müddetçe gelip burada konuşma yapamazsın. Küçük bir yumurta gelir, seni burada rezil eder. Bunu gösterdik.
Tepkimiz özellikle 4 Aralığaydı. Hep şunu söyledik; AKP, 4 Aralığın sorumlusu benim, desin ve özür dilesin. Ayrıca yıllardır harçlar kaldırılsın diye mücadele ediyoruz. Parasız eğitim istiyoruz.
Ama daha sonra medyanın manipüle etmesiyle vs tartışma çok ayrı bir yere gitti. Sanki biz öylesine yumurta atan hiçbir tepkisi, talebi olmayan insanlarmışız gibi gösterildik.
Tartışmalar "şiddet bu" noktasına çekilmek istense de, sokaktaki dil öyle olmadı. Eğer özgürlük yoksa yumurta haktır, gibi destekleyen sözler söylendi. Okul değil polis soruşturması açıldı sonra. 30- 35 kişiyiz. İfade verdik. Polis tespit etmiş, suçumuz yumurta atmak.
"Yumurta atmak şiddettir" türü tartışmaları da çok akıl dışı buluyorum. Polisin jopundan, biber gazından, okulun açtığı soruşturmalardan bizi şemsiye koruyamaz. Şiddet mi diye tartışılan o küçük yumurtalardan bir şemsiye koruyabiliyor aslında insanları. Burada şunu kaçırıyorlar, yumurta senin talebini, senin öfkeni görünür kılıyor sadece.
Hak eden herkesin üniversiteye gelebilmesini istiyorum. Parasız eğitim bu konuda önemli. Demokratik bir üniversite istiyorum. YÖK'ün olmadığı bir üniversite. Hükümetin üniversiteye bire bir müdahale edemediği bir ortam oluşmalı. Hükümet mensubu bir insan dekanı istifaya çağırmamalı. Söz karar hakkı istiyoruz. Üniversitelerin yaşanılır olması için, bunların gerekli olduğunu düşünüyorum ben.
Nasıl bir gelecek istiyorum? İnsanların bu kadar sorgulamadan uzak olmadığı bir ülkede, dünyada yaşamak isterdim. Bu kadar gözleri kapalı eleştirmemeli insanlar birbirlerini.
Ben insanların gerçekten haklarını alabildiği, insanca yaşayabildiği bir ülke istiyorum. Özellikle kadınların eşit birer yurttaş olduğu bir ülke istiyorum. Öyle bir ülke. İnsanca yaşayabileceğimiz bir yer.
Nasıl bir üniversite, nasıl bir gelecek?
Canberk Gürer, Aktivistim yaklaşık 5 senedir. Geçen dönem de öğrenci derneği başkanıydım.
Ne Türkiye ilk defa böyle bir olay yaşıyor ne de Siyasal. Son olayların bu kadar büyümesi, basında yankı bulması, İstanbul'daki olanlara bağlıdır.
Yaklaşık bir sene önce bu okuldaki başka bir salona Cemil Çiçek gelmişti. Konuşturulmamış, sloganlarla sesi kesilmişti. Bu sefer bu olaydan hemen önce İstanbul'da polisin öğrencilere saldırması, şiddet göstermesi üzerine belki bu kadar yükseldi sesler.
Öğrencilere dair nasıl bir öğrenci tahayyülü var, ben çözemedim. Protesto eden bizler öğrencileri temsil etmiyoruz ama, altında jaguar olan, Cumhurbaşkanını ziyarete giden Bilkentli üniversiteli de öğrencileri temsil etmiyormuş. Nasıl bir profil yaratılmaya çalışıldığını ben kestiremiyorum.
Evet öğrencileri yatayda kesen istekler var ama, biz öğrenciler şunu istiyoruz demek biraz tepeden olur. Ama biz ne istiyoruz, onu söyleyebilirim.
Eşit, parasız, anadilde eğitim talebinin yanında biz şöyle kuruyoruz. Üniversiteyi bir aydınlanma ocağı olarak görmüyoruz. Burası bir yaşam alanıdır. Ve biz kendi yaşam alanımızda bir özgürlük talebi iletiyoruz. Burada biz yaşıyoruz, buranın kararlarını alacak olan da, şekillendirecek olan da bizleriz. Öğrenci derneği olarak yaratmaya çalıştığımız da kendi yaşam alanımızda kendi özgürlük alanımızı kendimizin kurması. Gündelik hayata dair şeylerden bahsediyoruz. Mesela SBF'de öğle arası yok. 12.30- 13.30 arasında ders devam eder. Dersiniz varsa, daha sonra yemek yersiniz. Mesela ders programının, öğrencilerin de bulunduğu bir ortamda öğrencilerin de söz hakkı olarak oluşturulmasını istiyoruz. Aynı şekilde sınav takvimlerinin de. İki hafta içinde sınavlar sıkıştırılır ve sen buna uymak zorundasın. Sınav takvimi belirlenirken nasıl hocaların işine, akademik çalışmalarına uyduruluyorsa, aynı şekilde öğrencilere de uydurulmalıdır. Ya da kütüphane eskiden 17.30 da kapanırdı, biz açık kalma süresinin uzatılması için kütüphaneyi işgal etmiştik.
Öğrencilere dön sor, siz bu kütüphaneyi kaça kadar kullanmak istiyorsunuz diye.
Öğrenci derneği olarak "yeni bir dünya" "başka bir dünya" vaat etmiyoruz buradan dolayı.
Küçük talepler. Bu gibi talepler, söz konusu olan.
Nasıl bir dünya hayal ediyorum? Özgür bir dünya talep ediyorum. Herkesin hakkının gözetildiği ve eşitler arası ilişki kurulduğu bir dünya hayal ediyorum. Tahakküm ilişkisinin, ezen ezilen ilişkisinin olmadığı bir dünya talep ediyorum. Yatay bir eşitlikten bahsediyorum.
O anıt şu açıdan önemli. Biz okula geldiğimizde en azından ben okula geldiğimde, SBF bir yandan da mülkiye kutsamasıyla, şöyle direnen bir okuldur, böyle devrimci bir okuldur vs denir. Ama bu içeriği boş bir durumdur. Gelen öğrenci burada daha önce ne olduğunu, ne yaşandığını bilmez.
Bu anıt dışında, yine yukarda Hakanların fotoğrafları var, onların adına açılmış bir sınıf var.
Bu anıt, tarihi somut olarak karşımıza koyması açısından önemli. Bu direniş geleneğinin hangi bedelleri ödeyerek buraya geldiğini. Ve o boş kutsamanın, Abdüllatif Şener'in bile "her mülkiyeli biraz komünisttir" gibi boş güzellemesinin dışında, burada bir direnişin yaşandığını ve o bahsedilen geleneğin buradan doğru kurulduğunu göstermesi açısından önemli.
Direniş geleneği
Mine Aksezgin, SBF- DER başkanı seçildim bu yıllık. Son olan olaylardan da hareketle nasıl bir üniversite istediğimi açıklayayım öncelikle. Herkesin kendini özgürce ifade edebildiği, sınırların olmadığı, insanların fikirleri yüzünden yargılanmadığı, her şeyin tartışılabildiği, tabuların yıkıldığı bir üniversite istiyorum. Bizim üniversitemiz, diğer birçok üniversiteye göre bunu başarıyor. Ancak bu yaşanan son olaylarda, yine de bir sınır olduğunu gördük. Özgürlük adı altında bazı şeylerin dayatıldığını gördük.
Nasıl bir dünya istediğime gelecek olursam; öncelikle insanların etnik kökeni, cinsel yönelimi ya da başka bir ayrıcalığı yüzünden yadırganmadığı, öldürülmediği katledilmediği bir dünya istiyorum. Herkesin eşit olduğu bir dünya istiyorum. Umutluyum. Çünkü hala eşitlik için, özgürlük için mücadele eden insanlar var.
Dernekte kadın ve erkek eşitliğine çok dikkat ediliyor. Dernek olarak, bir sene kadın, bir sene erkek başkan seçiyoruz. Yönetim kurulumuzda kadın erkek sayısının eşit olmasına çok dikkat ediyoruz. Bu bizim için çok önemli bir konu. Öğrenci derneğimiz, erkek egemenliğini yıkmaya çalışan ve bunu büyük ölçüde başaran bir dernek.
Dernek kurulduğu 2006 yılından beri de öğrencilerin yaşadığı sorunlara alternatifler getirmeye çalışıyor. Elbette ki bu siyasi olaylara kayıtsız kaldığı anlamına gelmez.
Burhan Kuzu olaylarında o salonda 600 kişi olan bizler "beyinsiz" olarak nitelendirildiğimiz için, buradan yola çıkıp bir dava açmayı düşünüyoruz. Çünkü bunda bizim kişiliğimize bir hakaret var.
Hakanları anmanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü her şey hatırlamakla başlıyor.
Toplumda yaşayan insanlar olarak biz sürekli unutmaya çalışıyoruz. Bir şeylerin üstünü kapatmaya çalışıyoruz. Evet olmuştu. Evet, evet diye herkes geçip gidiyor, duyarsızlaşıyor. Bu güvenlik görevlilerinden bir darbeye kadar gidebiliyor, çok geniş bir yelpazede.
Yine de, sadece bir anma yeterli değil unutulmamaları için.
Bir sene kadın, bir sene erkek başkan
Emine Çakır, Gençlik muhalefeti üyesiyim. Gençlik muhalefeti bağımsız bir alan çalışması. Anti emperyalist. Gericiliğe karşı.
Burhan Kuzu'ya ayakkabı attık. Irak'taki ayakkabı emperyalistlere atılmıştı. AKP'yi emperyalistlerin işbirlikçisi olarak gördüğümüzden bu eylemi doğru buluyoruz, bunu bir araç olarak kullanıyoruz. Ayakkabıyı yumurta atıldığı gün attık ama o kargaşada araya gitti.
İstediğimiz şey, gençlerin bugün uygulanan politikaları görmeleri, AKP'nin gericiliğini ve üniversitelere piyasa saldırılarını görebilmeleri. Bunları teşhir etmeye çalışıyoruz.
Özgürlük ve güvenlik talimatnamesi ile okulda polise bir yer tesis edildi. Polise okulda yer tesis edilmesi güvenlik nedeniyle denilse de biz biliyoruz ki muhalif öğrencileri sindirmek ve türbanlı öğrencileri de korumak için yapıldı. Türban takan insana karşı olmaktan ziyade türbanı siyasal islamdan, Ortadoğu projesinden, yeşil kuşak projesinden bağımsız tutmadığımızdan kaynaklı gericilik olarak algılıyoruz türbanı. Türban takan kişiden ziyade, siyasal islamın bir oyunu olduğunu biliyoruz bunun. AKP'den dolayı çok ciddi bir şekilde görebiliyoruz bunu. Mahalle baskısı denilen şey üniversitelerde oluşmaya başladı. Gericilik dediğimiz alan yaygınlaşmaya başladı. Bugün Siyasal ya da Eğitim'e baktığımızda çok ciddi anlamda İslamcı kesimin yerleşmeye başladığını görüyoruz.
Herkesin eşit, kardeşçe, özgür olduğu bir ülkede yaşamayı umut ediyorum.
Gazetecilik yapmayı düşünüyorum okul bitince. Bugünün medyası tamamen yandaş medya. AKP politikalarını destekliyorlar, muhalif seslere çok fazla yer vermiyorlar.
Bir basın atölyesi var gençlik muhalefetinin. Orada takip ettiğimiz yayınlardan bir tanesi de Bianet. Alternatif medya, muhalif sesleri duyuran bir yayın organı.
Gazeteci olduğumda alternatif yayınlarda çalışmak istiyorum. Birgün olabilir, Evrensel ve Bianet'i de sayabilirim yine aynı şekilde.
"Öğrencilerden istenen, kuzu kuzu olmaları"
Adım Hasan Hüseyin Özkan, SBF Kamu son sınıf öğrencisiyim.
12 Eylül darbesinden sonra, 1981 yılında Avusturya'ya gittim. 1,5 yıl kadar orada kaldım. 82 anayasasının oylamasından iki gün önce bir maçta, "faşist cunta ve anayasasına hayır" pankartı açtığımız için Avusturya devleti bizi efendice kovdu. 83 yılında İsveç'e gittim. 2 sene öncesine kadar ordaydım. Geldim ve öğrenci affıyla okula başladım. Bu sene okulu bitirmeye niyetliyim.
8 Aralık günü okula gelirken dikkatimi çekmişti, on beş kadar polis otobüsü ile iki tane panzer duruyordu dışarıda. 700-800 civarında polis vardı. Okulun etrafını çevirmişlerdi.
Burhan Kuzu'nun, dekanlığın istememesine rağmen 200 civarında sivil polis eşliğinde okula girmesini, alkışlarla protesto ettik.
O, bizim alkışlarımızla herhalde kendisine olumlu bir tezahürat olacağını zannederek konferans salonuna elleri yukarda olarak selamlar vaziyette girdi. Ama gördüğüm kadarıyla öğrencilerin yumurta yağmurundan şemsiyelerle korunabildi.
200 sivil polis, yaklaşık 50 tane basın mensubu koridorda, kitlenin, Burhan Kuzu'nun arkasından gitmesini engellediler. Okuldan çıkıp gittiği sanıldı ama o, arada bir odaya girmiş ve Dekanı istifaya çağırmış.
Bizim bundan haberimiz yoktu. Kapının önüne geldiğimizde polisin okula girmek için hazırlık yaptığını gördük. Girilmemesi gerektiğini söyledik. Niyetleri, içeride olan Burhan Kuzu'yu almakmış fakat onun içerde olduğundan kimsenin haberi yoktu.
Polisle öyle tartışılırken içeriye gaz püskürtüldü, benim de gözüme geldi. Öğrenciler polisin girmemesine yönelik koltuklar yığmıştı arka tarafa. Geri geri çekilirken, savunma refleksiyle bir koltuğu attım.
68 kuşağına da, 80'lerdeki gençlere karşı da hoyrattı iktidar. 80 darbesi bir kuşağı yok etti derken, bugün de bir kuşağı yok etme sürecine girdiklerinin aymazında değiller.
Öğrenci gençlikten istenen; okulunu bitir, mesleğini eline al, kendini düşün, kendinden başkasını düşünme, kuzu kuzu ol. Böyle bir gençlik sadece bu iktidarın değil, baskıcı bütün iktidarların özlemi. Devletin özlemi.
Demokratik bir ülke için en başta sorgulayan insanların yetişmesine önem vermek gerektiğini biliyoruz oysa.
Bu okulda okuyanlar, yönetici olmak üzere yetiştiriliyor. Siyasalın da bir geleneği var ayrıca. Ben Burhan Kuzu kadar hukuk okumadım ama, okuduğum hukuktan neyin ne olması gerektiğini az çok çıkartabiliyorum.
Genç arkadaşlar da yumurtayı çiğ, kayısı kıvamında ya da omlet olarak yemeseler de, kafaları gayet iyi çalışan, hukukçu olmak için 30 sene okumadan da hukukun ne olduğunu anlayabilecek kapasitede gelişmiş zihinlere sahipler.
Böyle olunca da biz öğrenciler 30 saatlik dersle hukukun ne olduğunu, hukuksuzluğun ne olduğunu ortaya çıkarabiliyorsak, 30 senelik hukukçuların o gençleri tebrik etmeleri gerekiyordu.
Mülkiyenin 150. Kuruluş yılında okula heykeller konulacaktı. Bir tanesinin yapılmasına biz talip olduk. Bu okulda 1974-80 arasında 7, 1971 döneminde de üç arkadaşımız (*) öldürüldü.
Onların anısına bir heykel yapılsın ve unutulmasınlar istedik.
Bu okulun şöyle bir geçmişi var, Mülkiye devlete bürokrat yetiştiren bir kurum. Mülkiye geleneği 60'lardan sonra değişiyor. Devlet kadrolarında yer alan insanların dışında ülkede, dünyada olup bitenleri sorgulayan, nasıl olması gerektiğini tartışan, dünyadaki sosyalist hareketlerden etkilenen bir kuşak yetişiyor. Ve bu koridorlar sadece hocaların iyi ders vermeleriyle değil, öğrencilerin de her şeyi tartışabilmeleriyle siyasallaşıyor. O tarihe kadar Mülkiye diye tanınan okulun adı da Siyasal diye anılmaya başlıyor. Öğrenciler bir itici güç oluyor, öğretim kadrolarını da etkiliyor. Çok önemli öğretim üyeleri ve kültür seviyeleri yüksek öğrenciler yetişiyor burada.
Türkiye sol hareketini yönlendiren insanların yabancı dil bildiklerini biliyoruz, müzik, edebiyat konularında yetkin olduklarını biliyoruz. Örneğin Hüseyin Cevahir'in edebiyat dergilerinde yazdığını, Mahir Çayan'ın 25 yaşına rağmen yılların sosyalisti Sadun Aren'le tartışmalarını biliyoruz. Böyle bir gelenek var. Şimdi böyle bir geleneği susturmak için 71 döneminde bir silindir geçirildi bu okulun üzerinden. Dekan Mümtaz Soysal dersteyken askerlerce gözaltına alındı. Mamak'ta buz kırdırıldı. O dönemde okuldaki birçok kişi tutuklandı, yargılandı, hüküm giydi.
Daha sonrasında ise faşist saldırılarla karşı karşıya kaldı öğrenci gençlik. Okula saldırılar oldu, kurşunlamalar oldu, bahçesinde arkadaşlarımız öldürüldü.
Şiddet uygulanmaya başlandı. Polis yurdu basıyordu, okulu basıyordu. Okulun önünden, karşıdaki kahvelerden, caddeden arkadaşlarımızı alıp götürüyordu. Sıkıyönetim varken Ankara içine girmeme cezası veriyorlardı.
Başta da belirttiğim gibi, devlet gençliğe karşı her zaman bir şiddet uyguladı. Kuzu gençlik yaratmak için. Sonra 80 darbesi oldu.
Şimdiki iktidar da 80 öncesi uygulamaları hayata geçirmekten hiç hicap duymuyor. (Gİ/EÜ)
___________________________________________________________________________________
(*) Mahir Çayan, Hüseyin Cevahir, Sabahattin Kurt