Dolayısıyla da bu medya organlarının esas işlevi ve amacı, okurlarına doğru, çok boyutlu, inanılır, güvenilir ve hızlı haber vermek değildir. Türk medya organları, Türk resmi ideolojisinin yanı sıra, bağımlı bulundukları holdinglerin basın ve halkla ilişkiler sözcüsüdür.
Bu genel girizgahı üç-dört örnekle hemen somutlaştıralım:
- Doğan grubuna ait herhangi bir yayın organı, örneğin Dışbankın sıradan bile olsa olumsuz bir yanını yazamaz, araştıramaz
- Uzan holdinge bağlı herhangi bir yayın organı ve o medya organlarında çalışan muhabir, köşe yazarı ve yazı işleri çalışanları, Uzan grubunun şirketlerinden birisiyle ilgili olumsuz haber yapamaz, yayınlayamaz. Bu kural keza Genç Parti için de geçerlidir.
- Sabah grubu, Turgay Cinerin yatırımlarındaki ya da şirketlerindeki herhangi bir yolsuzluk iddiasını bile gündeme getiremez.
- TGRT grubu da Ören Holdingin girişimleri ve çalışmaları konusunda olumsuz yayın yapamaz.
Bu sınırlamalara önemli bir alanı daha da eklemek gerekir. Söz konusu gruplara bağlı olan medya organları grup şirketlerindeki olumlu gelişmeleri somut haber değerini abartarak verir, kimi zaman olumsuzlukları olumlu olarak gösterir.
Kimler kaybediyor?
Böyle bir durumda bu işten en çok okur zararlı çıkıyor. Türkiyede bir tek gazeteyi okuyarak bir tek holdingin televizyonunu izleyerek memlekette olup bitenler hakkında etraflı bilgi sağlamak mümkün değildir. Mesela bu aralar sadece Star gazetesi ile Star televizyonlarını izleyenler, Cem Uzanın yüzde yüz haklı, Başbakan Erdoğanın da yüzde yüz haksız olduğuna inanıyor.
Ama Hürriyet okuyanlar ise Erdoğanın tamamen haklı, Uzanın ise sahtekar olduğunu sanıyor. Oysa ki Hakiki Gerçek her ikisi de değil. Medyatik Gerçeğin bir alt kümesi de var: Starın Medyatik Gerçeği ve Hürriyetin Medyatik Gerçeği. Ve her ikisi de Hakiki Gerçeğin grup çıkarları uyarınca tahrif edilmiş, eksiltilmiş ve eklenmiş versiyonları.
Bu manzara, aslında farkında değiller ama, medyaya da büyük zarar veriyor. Çünkü medya organları, Hakiki Gerçeği savunacağı yerde, kendi ürettiği ve kendi çıkarları doğrultusundaki Medyatik Gerçeğin propagandasını yapınca okur nezdinde inanırlık ve güvenirlik yitiriyor. Bir de tiraj ve reyting tabi...
Turalı ve içten olabilmek
Şu soruyu sormak lazım:
Devlet, bir nedenle Dışbanka elkoysa, Doğan grubunun yayın organları bugün Uzan grubuna karşı sürdürdükleri yayın çizgisinde olduğu gibi Evet, el koyan resmi makamlar haklıdır çünkü kamu çıkarı gözetilmiştir ve banka taahhütlerini yerine getirmemiştir diye yazabilecekler mi?
Bugün bence nispeten düzgün ve doğru bir yayıncılık siyaseti güden mesela NTV televizyonu, devlet Doğuş grubuna karşı bir saldırı başlatsa aynı tutarlı çizgisini sürdürebilecek mi?
Soruların yanıtı herkesçe malum.
Medyanın maliye, sanayi ve ticaret ile tabi ki siyasi odaklardan bağımsızlığı hem organik hem de ideolojik olarak sağlanmadıkça medya, özel çıkar gruplarının elinde bir tehdit aracı, bir göz boyama sistemi, bir aldatmaca mekanizması olarak varlığını sürdürecek. Parayı veren düdüğü çalar, bir çok şeyi açıklayan bir deyiştir.
Yeterli şeffaflık olmadığı için, Türkiyedeki gazetelerin tek tek bilançolarını ayrıntılı bir şekilde izleyemiyoruz. Ama grup içi kalem oynatmalar, meblağ transferleri sayesinde gazeteler, televizyonlar, radyolar, bir grup içinde kaldıkları sürece yayınlarını sürdürebiliyor.
Bu medya organlarının yaptıkları ya da yapmadıkları yayınlar sayesinde mali-sınai-ticari holdingler devlet ihaleleri almaktan, Borsayı yönlendirmeye, çıkarlarına karşı gelenleri karalamaktan kendilerini destekleyenleri övmeye kadar bir dizi yayın etkinliğinde bulunuyor. Ve tüm bu etkinlikler, zarar eden medya organlarına rağmen, gruplara büyük mali ve siyasi kazançlar sağlıyor.
Türk medyasının 90lardaki Altın Çağında bir köşe yazarının ayda 40 bin dolar maaş aldığı söylenirdi. Doğru mu yanlış mı bilmem ama bence bu miktar az bile... Çünkü söz konusu köşe yazarı ve benzerleri, esas kişisel temasları, bağlantıları ve yazılarıyla patronlarına milyonlarca dolarlık ihaleler kazandırdı, büyük karlar elde etmesinde öncü oldu.
Bu nedenle milyon doların karşılığı olan 40 bin dolar, yüzde 1 bile etmiyor...Yani açıktan komisyonculuk yapsa aslında 40 bin dolardan daha fazla kazanacak.
Kim nereden kime ne diyor?
Ertuğrul Özkök, Umur Talu, Hadi Uluengin ve Necati Doğrunun köşelerini okudum bugün (17 Haziran Salı). Talunun benim mesleki ve insani bakış açımda ayrı bir yeri var. Diğerleriyle hiç bir zaman aynı sepete konulmayacak bir arkadaşım. Ama o bile bu aralar sıkıntılı, güç durumda... Yine de gazetecinin patronuna karşı bağımsızlığını gündeme getirdiği için dürüst.
Özkök Medya faşizminden söz ediyor. Washington yönetiminin demokrasiden bahsetmesi gibi. Güneş Tanerle telefon konuşmasını unutmuş sanki... Uluenginde samimi olduğuna inandığım itiraflar var. Ama sonunda yine patronunu savunmayı unutmuyor. Doğru, Susurlukla bağlantısı olduğu varsayılan işverenler hakkında söz etmezken, ne cüretkar değil mi? Aslında zavallı olan gazetecilik değil, holding gazeteciliği. Onu yazmak da biraz cesaret ister Sabahta.
Bazı sıfatlar vardır, cuk oturur ve kalıcıdır. Tüm hayvan severliğime rağmen, Haliminin Düzenin Yeni Bekçi Köpekleri kavramı bir kez daha doğrulandı bu son olayda.
Kimsenin ekmeğiyle oynamak istemem ama bu holding medyasında istifa diye bir kurum olduğunu bir kez hatırlatmak gerek. Rakibine aslanlar gibi saldıran köşe yazarları (Yerimiz sınırlı, uzun listeler yayınlamanın gereği yok) kendi patronlarını savunmada ne kadar fütursuzsa, bir yerde süt dökmüş kediye dönüşüveriyorlar.
Vicdan, namus, ilke öyle hamur gibi bir şey değildir, her önüne gelen istediği gibi yoğurup biçim veremez bu kavramlara. Eski patronuna çatıp 3 günde medya eleştirmeni kesilen ama beş gün sonra da bir başka grupta köşe kapan eski tas eski hamamcıları da unutmadık.
Çözümsüz değiliz ki...
Kaç sene önce yazmıştım hatırlamıyorum. Ama yazdığım cümleyi hatırlıyorum: Bu egemen medyanın hala içinde kalıp temiz kalmak mümkün değildir!
Eleştirmek kolay belki ama çözüm önerisi de sunmak gerek: Medya, siyasi-mali-sınai ve ticari tahakkümden kurtulabilirse, kamu çıkarını, okur çıkarını, toplum çıkarını savunabilir.
Tayin edici olan medya mülkiyetidir. Medya mülkiyeti kamusallaştırılırsa, gazetecilik, habercilik asal işlevlerini daha kolay, daha az engelle yerine getirebilir.
Demokratik bir devlet, kamu çıkarını savunuyorsa, bugün Amerika Brileşik Devletleri (ABD), Erozyona uğratılıyor, Fransa ya da İsveçte yürürlükte olan medya mülkiyetine ilişkin düzenlemelerden daha radikal yaklaşımlarla, medyayı siyasi-mali-iktisadi-ticari egemen odakların elinden alıp, çalışanların denetimindeki gerçek kamu kuruluşlarına, Sivil Toplum Örgütlerine, Belediyelere, okur ve medya profesyonellerinin oluşturacağı kooperatiflere, üniversite ve okullara, kamu hastanelerine hatta hapishanelere vermelidir. O zaman daha az kirlenir medya ve gazeteciler....(RD/NM)