O kadar çok ki! Belki de soruyu tersinden sormak lazım. Nelerin farkındayız? Hepimizin hayatları aslında birbirinden çok farklı. Yaşıtlarımızdan yola çıkalım. Arkadaşlarımızdan. En çok kendimize benzettiklerimizden. Okuldayken notlarımız birbirine yakın olabilir. Mümkündür. Zaten okuldayken kopya arkadaşlığın en iyi kriteridir. Gittiğimiz kafeler, dinlediğimiz müzikler benzer olabilir. Bira içmeye aynı yaşlarda başlamış olabiliriz, ilk aşk deneyimlerimiz aynı zamana denk gelmiş olabilir. Aynı ruju, aynı cımbızı almış olabiliriz. Ama işte, ruj her tende aynı durmaz! Niye ki? Halbuki o ruju ne kadar da beğenmiştik, ikimize yakışır diye almıştık...
Kimliğimizi, karakterimizi, tüm hayatımız boyunca resmi, gayrı resmi her yerde etkileyen bir takım şeyler vardır hayatlarımızda. Onları ne yaparsan yap, değiştiremezsin, aşamazsın. Yapışıp kalırlar sana ve sen nereye, onlar oraya dolanıp durursunuz. Mesela, esmer bir tenin varsa Kürtsün. Öylece, kapkara. Bunlar seni ele verir. Eğer kara kaşlara, kara gözlere sahipsen büyük ihtimal Alevisindir. Kara kaşa, kara göze sahip olan ben, memleketim Sivas'ta ve Türkiye'nin her yerinde "Alevi misin?" sorusunun yerine "Alevisin" tespitine onay verir pozisyonda kaldım yıllarca. Deki, Allah'la kitapla işin mi var? Tövbe. Ama bir takım şeyler sana rağmen hayatında sürüp gidiyor. Madem laf geldi kendime dayandı, müsaadenizle oradan devam edeceğim. Hayatımın çok büyük bir kısmında birkaç erkekle aynı ortamı paylaşmadım. Ya baba, ya abi, ya sevgili ya da bir erkek yeğen. Bunların tümü hiçbir zaman bir arada olamadı. Bu benim şansım herhalde diye geçiriyorum aklımdan. Çünkü hayatınızda olan erkek sayısı azaldıkça önünüz daha açık olur kanısındayım.
Babanızın yerini dolduran bir anne yok mu? Elbette var ama anneyle uğraşmak daha kolay. Kartlar daha açık oynanıyor. Ve annenize daha rahat yalan söyleyebiliyorsunuz. Anneler babalardan daha yatkındır değişime. Hep bir grup kadınla yaşadım. Adet günleri dahi birbirine yakın bir grup kadınla. Kadınlarla yaşayınca, erkeklerle yaşama fikri daha zor geliyor. Nedenini hâlâ çözemedim. Çünkü kadınlar harikadır diye düşünmüyorum.
İnsan kadınlar sınıfında yaşayınca, yaşadığı birçok şey de akranlarından farklı oluyor. Mesela ben ilk adet gördüğümde külotumdaki kandan hiç korkmadım. Çünkü o kanı daha evvelden tanıyordum. Çocukluğumdan itibaren yanımda yöremde adet olan kadınlar vardı ve adet sohbetlerine katılamasam da dinleyici pozisyonumla daimi pasif katılımcılardandım. Sonra adet de oldum. Her ay. Her kadın gibi. Ama kadın olmak sırf adetle olmuyormuş. Bunu da öğrendim. Adet olmamın benim için önemi büyüktür. Çünkü adet olmadan evvel sokulamadığım ortamlara adet olunca hooop diye damlayıverdim, adet kanı gibi. Artık çok bilmiş, çok büyümüş ablaların diğer konuşmalarına da şahit olabiliyordum. Adetin bir adım ötesi oğlanlar, flörtlerdi. Onların bu hikâyelerini öğrenecek yaşa gelmiştim. Yaşasın. Gerçi erkekler konusu hep tehlike, korku demekti ama olsun.
Erkeğin az, ailedeki çocuk sayısının fazla olmasının bir diğer avantajı da evden kaçtığında hemen fark edilmemekti. Kimsenin ruhu duymazdı hafta sonları nerelere kaçtığımızı. Eve kapanmış hayatlarımızı bu kaçışlarla yıkmıştık. Ara sıra araklanmış abla rujlarıyla yapılan bu gezmeler ne kadar da tatlıydı.
Dezavantajları yok mu bunca kadınla yaşamanın? Ben en çok kıyafette yaşadım. Hep senden büyüklerin kıyafeti çok olur. Senin kıyafetlerinden de daha güzel olur. Çünkü onların elbiseleri yenidir. Seninkilerse onların eskileridir. Yenisini giymek istediğinde onlara ağız eğip yalvarman gerekir. Bazen gizlice giyip, dış kapıdan sıvışır gidersin. Akşam eve geldiğin de kıyamet kopar. Olsun. Sen giymişsindir ve görev tamamdır.
Çok kadınla yaşamak kadınlar dünyasına erkenden dalmak demektir. Kadınlar nasıl dövülür en iyi sen bilirsin. Nasıl aşağılanır, yine sen bilirsin. Çevrendeki kadınların sevişmeyip çocuk doğurduklarını, anketleri görüp kitaplardan okumadan öğrenirsin. Yasağı da, yasağı delmeyi de küçük yaşlarda yaşarsın. Baban, abin yetmiyormuş gibi amcan, dayın, yetmedi onların oğulları, it kopuk cinsinden kim varsa hayatına abanırlar. Kadın sayısı çok ya. Bir iki erkek bunları idare edemez diye. Erkek seferleri düzenlerler sık sık senin küçük bedenine, ruhuna, hayallerine, eylemlerine...
Direnç de, korku da bu baskıların ardından oluşuyor. Ya galip çıkacaksınız, ya mağlup. Ama serde keçi gibi inat, kor gibi hırs, planlı davranış olunca her şeyi alt edebileceğinizi de anlıyorsunuz.
Heyhat! Tüm bunları yaşarken yanınızdaki kadınların da aslında yanınızda olmadığını görüyorsunuz. Karşı geldiğiniz adam sürüsü boş durmuyor. Gruptan atılmışsınızdır ama o grupta artık sizin de gözünüz yoktur. Eskiden beğendiğiniz, taptığınız o insanlar aynı yerde değildir sizin için. Yoksa siz mi başka bir yerdesiniz? Ruj her tende aynı durmuyor işte, ablanızın da olsa.Ne yazmaya niyetlenmiştin, nerelere kadar geldim. Oysa ne demek istiyordum?
Hayatım boyunca erkeklerle didişen, onlarla yaşamayı sükunetle sürdüremeyen ben bundan sonrasını elbette huzur hayalleriyle süsleyemem. Kadınlardan, hem de ablam olan kadınlardan ilk kazığı yemişken nasıl olur da her kadına bayılırım numarası çekerim? Tüm bunları yaşayınca insan seçici oluyor. Farkında olmadan bulunduğu her yerde korunma ve saldırı silahlarını kullanıyor. Sonra da soruyorlar sen niye böylesin diye? Zıkkımın kökü. Hiç mi Freud okumuyorsunuz kardeşim. Gerçi Freud efendi dememiş, hiçbir zaman da demeye yeltenmemiş, hatta bizzat gizlemiş, yok saymış ama ben size diyorum işte. Kadınların erkeklere düşmanlık nedenleri erkeklerde saklı. Fatura kadınlara kesilmesin. Bu böyle biline. (GA/BB)