"Türkiye toplumu kutuplaşma ve istikrarsızlık istemiyor" diyen Narlı, Musevi sinagoglarını hedef alan eylemin, resmi retorikte ve toplumda "Türkiye toplumunun istikrarına yönelik bir saldırı" olarak benimsendiğine dikkat çekiyor.
İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetinin İslamcı köklerden geldiği halde bu köklerle bağlantısını kestiğini ve batılılaşma yönünde ilerlediğini hatırlatan Narlı, bu tutumun Türkiye dışındaki radikal grupları rahatsız etmiş olabileceğine değiniyor.
El Kaide uygun zemine sahip
"El Kaide gibi örgütler hem Türkiye'de hem de bu gibi ülkelerde tabana ve insan kaynağına sahipler. Öfkeli, genç, erkek ve bunlar genelde kentlerde birikiyorlar" diyen Narlı, bu örgütlerin Ortadoğu ve Türkiye'de zemin bulabilmelerinin gerekçesini bu ülkelerde İslamcı hareketlerin bir tarihi ve bulunması ile açıklıyor.
Narlı'ya göre, diğer bir önemli gerekçe de bu ülkede çok sayıda genç, öfkeli ve hüsrana uğramış insanın" varlığı:
"Bazıları ekonomik, sosyal nedenlerle. Bazıları kendi ülkelerinin algıladıkları 'ABD emperyalizmi' karşısındaki güçsüzlüğünden dolayı hüsran içinde ve öfkeliler. Bu insanların herhangi bir eylem için mobilize edilmesi çok zor değil."
Yeniden güç kazanmak isteyen İslami örgütler
El Kaide'yi "gevşek ve örümcek ağı şeklinde bir network örgütlenmesi" olarak tanımlayan Narlı, örgüt içi ilişkilerin yatay, hiyerarşiden ve hücre örgütlenmesinden uzak olmasının, farklı ülkelerdeki Müslüman örgütlerin bu örgütle bağlantı kurmasını kolaylaştırdığını vurguluyor:
"Herhangi bir Müslüman örgütlenmede kendilerini El Kaide'nin ideolojisine yakın hisseden gruplar, bu networkun içine giriyor; moral, teknik ve parasal destek alarak herhangi bir eylem yapıyor. Daha sonra o networkun tekrar dışına çıkabiliyor, organik bir bağ kurmadan ilintili bir ilişkide kalabiliyor."
Narlı, Türkiye'de son yıllarda güvenlik güçlerinin hedefi olan radikal İslami örgütlerin de yeniden güç kazanmak için El Kaide ile bağlantı kurup bazı eylemler gerçekleştirebileceğine dikkat çekiyor:
* Türkiye'de İslamcı grupların bir bölümü, özellikle 1990'ların sonunda sistemle uzlaşmaya gitti, sistem içi mücadeleyi tercih etti. Sivil topluma döndüler, ekonomik açıdan kendilerini güçlendirmek için de ticarete önem verdiler.
* Bazı gruplar ise, radikal çizgilerini sürdürdüler, siyasi şiddeti benimsediler. Hizbullah, İbda C, İslami Hareket örgütleri, bazı terörist eylemlerle birlikte anıldılar
* Bu grupların liderleri, kadrolarındaki önemli elemanlar polisiye operasyonlarla öldürüldü ya da hapsedildi. İnsan kaynaklarını ve finansman kaynaklarını büyük ölçüde yitirdiler.
* Bu, bu örgütlerin tamamen ortadan kaldırılması anlamına gelmiyor. Hala belli tabanları da var. Fakat bunlar iyice kendilerini yeraltına çektiler. İsimlerini duyurmak, tekrar güçlenmek, yeniden doğmak için muhakkak yeni taktikler ve uygun zamanlar ve uygun ortam bekliyorlar.
Türkiye'de İslami hareketin tarihi
Nilüfer Narlı, Türkiye'de İslami hareketin tarihini şöyle özetliyor:
* Osmanlının çöküş döneminde, Cumhuriyet kurulmadan önce birbiriyle rekabet halinde olan siyasi hareketlerden birisi de İslamcılıktı. Cumhuriyet kurulduktan sonra da prestijlerini ve maddi güçlerini kaybeden tarikat şeyhleri ve din adamları, müritlerini örgütlediler ve genç Cumhuriyete karşı isyanlar için mobilize ettiler.
* Menemen olayı, 1930'lı yıllarda gerçekleştirilen isyanlar, Nakşilerin eylemleri bu dönemde yaşandı. Şeyh Sait isyanında da dini ve etnik elemanların ittifakını görüyoruz.
* Cumhuriyete ve laik yapıya karşı olan bu eylemler bastırıldıktan sonra bu gruplar kendilerini tamamen yer altına çektiler.
* 1950'li yıllarda Demokrat Parti kurulduktan sonra Saidi Nursi, sistem dışı kalmaktansa merkez sağ bir parti ile kapalı ve açık ittifaklara gidilmesini tercih etti.
* İslamcı grupların o tarihten sonraki taktikleri, merkez sağ bir parti içinde muhafazakar bir hizip oluşturmaktı. Menderes döneminde de bir İslami restorasyon başlatıldı. Ezanın tekrar Arapça'ya dönüştürülmesi, İslami derneklere uygun zemin hazırlanması ve 1961 Anayasasıyla derneklere tanınan özgürlükler, bu yer altı cemaatlerini meşru zeminlerde örgütlenmeye yöneltti.
* 1970'lerde yapılan bir çalışma, tüm derneklerin yüzde 70'inin İslami dernekler olduğunu gösteriyor.
* Milli Selamet Partisi'nin kurulmasıyla birlikte, İslamcı hareket kendisini bir siyasi parti ile ifade etmeye başladı. Sistem içinde daha rahat çalışabildi, bu da sistemle uzlaşmasını gerektirdi. Bu arada, imam hatip okullarının liselere denklik alması ve kadrolaşma açısından da önemli gelişmeler kaydettiler.
* 1980'de hem sol gruplar hem ülkücü hareket hem de İslamcı gruplar baskı altına alındı. Fakat, İslamcı grupların çoğu şiddet eylemlerine karışmadıkları için ciddi bir yıkım da yaşamadı.
* O dönemde "Akıncılar" olarak örgütlenen bu grup daha sonra kendi içinde ayrıştı, yeni örgütler kuruldu. İBDA-C, Müslüman Gençlik, bu örgütlerden birkaçı.
* Ayrıca, örgütlenme, sivil toplum örgütlerinde kendilerini ifade edebilme açısından da önemli gelişmeler kaydettiler. Bu arada, organik bağlar kurdukları Refah Partisi (RP) de oylarını artırdı, yerel seçimleri aldılar.
* Bu sürecin ardından RP İslamı temsil ettiği ve Anayasadaki laiklik ilkelerini ihlal ettiği gerekçesiyle kapatıldı; Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) devreye girdi.
* AKP, İslamcı köklerle ilişkisini kestiğini söylüyor, parti programında hiçbir İslamcı unsura rastlanmıyor, icraatları ABD'den yana. Gündeminde ise imam hatip okulları ve türban meselesi var.
* Bugün Türkiye'de böyle bir eylem yaşanması, radikal İslamcı örgütlerin Türkiye'de hala bir zemini olup olmadığı sorusunu gündeme getirdi. Ancak, Türkiye toplumu kutuplaşma ve istikrarsızlık istemiyor. Bu da tabii, tekrar bir anti İslamist dalgalanma yaratabilir.