Medya intikam mı alıyor?
İki üç haftadır sinirden doğru dürüst gazete bile okuyamadım. Eş-dost medyada yer alan haberleri, köşeleri filan ihbar etti:
* Özkökü oku ve mutlaka bir yazı yaz!
*Hürriyeti gördün mü bugün? Hasan Pulurla Ertuğrul Özköke yanıt yazmak gerek...
O yazılar, o fikirler daha da kanattı yaramı. O yazıların siyasi-ideolojik ya da medyatik olarak deşilecek, irdelenecek bir yanı yoktu artık. Bizim Cengizin (Aktar) deyimiyle ayıpla günahın buharlaştığı bir ortamda ölüye saygı gibi minimum bir nezaketten yoksun insanlarla ne tartışacaksın ki? Bayrak gösterisini sorgulama tekniği diye yutturmaya, gizlemeye çalışanlarla nasıl bir ilişki kurabiliriz ki? Gizli faşistlerle de tartışmanın bir manası yok sanki... Gerçeği ve yurttaşı, özgürlüğü değil devleti korumaya yeminli gazeteciler var bu memlekette.
İzmirden bir radyo aradı, iki soru sordu:
* Hürriyet gazetesinden Özkökün Dink cinayetiyle ilgili yazılarını nasıl değerlendirmek gerekir?
* Hürriyet Hepimiz Ermeniyiz sloganı hakkında referandum yapmış. Sonuçları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Özkök hakkında, mealen O şahsın görüşlerini artık siyasi ya da medyatik olarak değerlendirmek imkânsızlaşıyor. Akıl ve ruh sağlığı konusunda sorunlar var. deyip kestirip atmaya çalıştım. Referandum konusunda ise Vallahi o referandum, öyle medyada, elektronik ortamda filan değil 23 Ocak günü İstanbulda sokakta yapıldı. Sonuç belli demekle yetindim.
Aylık Popüler Kürtür dergisi Esmerde 5-6 sayıdır milliyetçiliğin tehlikelerine dikkat çekmeye çalışan yazılar yazmıştım. Bölgedeki gelişmeler nedeniyle Türk ve Kürt milliyetçiliğinin açmazlarını sergilemeye girişmiştim. O alandaki tehlike hala geçerli hatta büyüyerek sürüyor.
Hrantın öldürülmesinden sonra bayrak rezaletiyle süren cılklaşmış milliyetçilik kamu oyunda tartışma konusu olmaya başladı. Başbakan Erdoğan da MHP ile giriştiği polemikte ırkçılık ve kafatasçılıktan filan söz etti.
Yarım ağızla olmaz!
Beni hem siyasi hem de ideolojik olarak rahatsız eden bir yaklaşım var: Milliyetçilik sanki, aslında iyi bir şeymiş gibi gösteriliyor, ama aşırısı ya da bazı versiyonlarının pek matah olmadığı ima ediliyor. Oysaki, mesela benim bulunduğum çevrelerin yanı sıra roman ya da akademik çalışmalarda, Fransızca ve İngilizcede milliyetçilik, bizatihi olumsuz (pejoratif) bir anlam taşır. Bunun kuşkusuz çeşitli nedenleri var: Hayali bir cemaate mensup olmak insanın kendi çabası ya da tercihi ile gerçekleşen bir aidiyet değil. Mesela biz, anamız babamız Türk olduğu için ve burada doğmuş olduğumuz için bu milletin bir üyesiyiz. Gerçi Türkiyede, Anadolunun tarihi nedeniyle, kimin 4-5 kuşak öncesi hangi ırka ya da hangi milli kökene ait olduğunu bilmek bile pek zordur. Bu ayrı bir konu...
Şu veya bu milliyete sahip olmak ne övünülecek ne de aşağılanacak bir konum.
Milliyetçilik, özellikle televizyondaki ve gazetelerdeki tartışma ve polemiklerde en az 3-4 değişik anlamda kullanılıyor. Milliyetçilik derken kimi yurtseverliği kastediyor, kimi ulusal bağımsızlığı, kimi de ulusal kimliği... Oysaki Fransız kökenli ulus-devlet kavrayışının önemli bir unsuru olan millet ve ona bağlı olarak üretilen milliyetçilik ideolojisi sadece, en kısa tanımıyla, kendi milletini diğer milletlerden üstün görme, dolayısıyla kendi milletinin dışındakileri ötekileştirme hatta dışlama anlamına gelmiyor. Milliyetçilik, Althusserci anlamdaki ideolojide, tüm sorunlara esas olarak ve neredeyse sadece milliyet açısından bakma, tahlil etme yaklaşımını da içeriyor. Yurtseverlik, ulusal bağımsızlık ya da ulusal kimlik gibi kavramlarda, milliyetçi ideolojinin özünü oluşturan ötekileştirme ve dışlama hatta şiddet yoktur. Milliyetçilikte ise, hele bir de devletin resmi ideolojisinin desteğini arkasına almışsa, üstelik bu resmi ideoloji militarist bir ideoloji ise, şiddete üniforma geçirerek meşrulaştırma pek de kolay oluyor. Hrantın öldürülmesi konusunda Genel Kurmaydan bir açıklama okudunuz mu hiç? Yoksa onlar da Türk Solu dergisi gibi mi düşünüyor? Belki de Türk Tarih Tezi ve Güneş-Dil Teorisinin nostaljisini yapıyorlardır.
Bizim cenahta, demokrasi, özgürlük ve çok kültürlülüğü sol perspektifle savunmaya çalışan cenahta, milliyetçiliğe karşı tavizsiz bir mücadele gerekiyor: Milliyetçilik ilke olarak ve topyekûn olumsuz bir ideolojidir, yumuşağı, masumu yoktur, milliyetçilik daralmaya, içine kapanmaya, yabancı düşmanlığına ve kaçınılmaz olarak şiddete yol açar.
Toplumsal bunamaya doğru koşar adımlarla ilerlerken, günlük ekonomik-mali sorunları da perdelemeye yaradığı için, milliyetçilik hayali cemaati birleştirdiği için iktidar ve tekçi ideolojiler tarafından farklı formülasyonlarla savunulagelmiştir hep. Milliyetçiliğin hiçbir olumlu yanı, yönü yoktur. Milliyetçilik muhalefetin, halkın, toplumun değil iktidarın ideolojisidir.
Vakti zamanında, 28 Şubat döneminde, Başörtüsü tartışması vardı. Hatırlıyorum, sıkı laikperestlerden bir köşe yazarı televizyonda, İslamcı bir meslektaşı başörtüsünün özgürlük meselesi olduğunu söyleyince şöyle yanıt vermişti: Yanlış anlaşılmasın benim annem de anneannem de dini bütün, başörtülü kadınlardı ama...
Cümleye böyle başladığınız zaman rakibin güreş minderini kabul ediyorsunuz demektir. İlkesel bir muhalefet getiremediğiniz zaman karşıtınızın söylem ve yaklaşımları çerçevesinde fikir tartışması yapmanın pek âlemi yok.
Bugün milliyetçiliğe karşı sürdürülmesi gereken fikri mücadelede de milliyetçilik topyekûn ve ilke olarak mahkûm edilmeli. Faşizmin nasıl olumlu, yumuşak, light çeşidi, versiyonu yoksa milliyetçilik de ayrımcılık ve şiddet içerdiği için herhangi bir olumluluk taşımayan bir yaklaşım. CHPnin altı okundan biri, boşuna mı milliyetçilik? Aşırı sağcı Partinin adı, boş yere mi Milliyetçi Hareket? Nasyonal-Sosyalistleri de unutmuyoruz. 80 darbesini devam ettirmek isteyenlerin partisinin adı da Milliyetçi diye başlıyordu.
Hem zayıflatıcı hem de yapısal
Unutulmaması gereken iki nokta daha var:
* Nispeten yakın sayılabilecek bir geçmişte, Pol Pot örneği bir kez daha kanıtladı ki, içeride milliyetçi baskılar, ülkeyi dışarıda olağanüstü güçsüz bırakıyor.
* Sokak ya da lumpen faşizminden söz edenlerin bilmesi gerekir ki, ana cadde faşist olmadan ara sokaklar faşist olamaz. Genel Kurmay Sözde vatandaşlar derse, her gün Türkiye Türklerindir diye naralar atılırsa sokak da lumpenler de faşist olabilir tabi... Özkökün daha önce bu konuda, son olarak da sosyo-ekonomik tahlil konusunda M.Belgeden olumlayarak alıntı yapması bana hazin geldi.
Birinci Dünya Savaşı sırasında doğmuş, İkinci Dünya Savaşında esir düşmüş olan Fransa eski Cumhurbaşkanı François Mitterrandın 17 Ocak 1995 günü Strasbourgda Avrupa Parlamentosunda yaptığı tarihi konuşma da kulaklara küpe olsun:
Sizden talep ettiğim şey neredeyse imkansız bir şeydir, çünkü tarihimizi yenmemiz lazım ve eğer yenemezsek bilmeniz gerekir ki bir kural kendini kabul ettirecektir Hanımefendiler, Beyefendiler: Milliyetçilik, savaştır! Savaş sadece geçmişte kalmamıştır, savaş bizim geleceğimiz de olabilir ve işte siz Sayın Avrupa Parlamentosu milletvekilleri Hanımefendiler ve Beyefendiler, bizim barışımızın, güvenliğimizin ve bu geleceğin bekçileri sizsiniz!
1930lar, Almanca düşünülünce ve hele sonra başımıza gelenler bilinirse, olağanüstü vahim...(SON/RD)