Ev soğuktu. Hemen yatağa girdim. Bugün aldığım Reha Mağden'in "Kalem Ele Küsmeden" kitabına başlamak istedim. Kalktım; paltomun iç cebindeki kitabı almak için. Yok! "Vestiyerde düşmüş olmalı! Akşam, uğrar alırım!"düşüncesiyle yattım. Sızmışım.
Sabah telaşesi: duş, gömlek ütüsü, müsli, sigara faslı... Taksi beklerken paltomun cebindeki eldivenlerimi arandım. Yok! Eeee, kitap da yok!
Akşam bizim tekkeye içmeye değil, Celal'le buluşmaya gitmiştim. Kitabımın prova baskısını cacık+bulgur pilavı kaşıklarken incelemiştim. Keyifsizdim.
Midemdeki helikopter bakterisine açtığım antibiyotikli savaş yüzünden içmediğime inanmayan sevgili editörüm "Kutlamayı ucuza getiriyorsun!" diyerek takılmıştı gece boyu.
Taksi geldi. Uzun mesafe müşterisi olmam şoförü sevindirdi. İnerken "50 kuruş varsa ver, değilse helal olsun!" diyen şoföre, paltomun cebinden bozuk para çıkarırken elime sarı renkli, yapışkanlı kare şeklinde buruşmuş bir kağıt da geldi. Üzerinde yeşil pilot kalemle "Ben senin artın(mıy)ım!" yazılıydı: Bir terslik vardı bu işte.
İşyerimin asansöründe "Kimsenin artısı değilim ben. Birilerine 'artı' olduğum günler gerilerde kaldı. 'Artım' olmasını istediğim ise, çok ilerilerde", diye düşünürken yakaladım kendimi.
Odamdaki dilsiz uşağıma paltomu giydirdim. Kafasına da şapkamı asarken gözüm paltomun üst bölgesindeki tüylere ilişti: mor, yeşil, sarı, turuncu, gri... Sibel'in fuşya rengi angora pançosunun tüyleri benzeri.
Sibel... Yüreğimin kilerindeki Sibel... Nereden çıktı şimdi... Canım, ne güzel sarılırdı bana... Koltuğumun altına girer, kollarımı yönlendirir(di) daha iyi sarmam için... Pançosunun altından o incecik parmağıyla göğsüme harfler yazar, okumamı bekler(di)... Sözcük bittiğinde boşluk niyetine öpücük kondurduğu kalemini dudaklarıma uzatır(dı)... Teniyle uyumlu "prime time" kokusu... özlediğim: O koku mu... O kokuyu taşıyan mı?
"Günaydın, fincanınız masada", diyen Selami'nin sesi, engelledi Sibel'le vedalaşmamı.
Elim, gözüm paltoda, aklım o kağıt parçasında.
Kopan en üstteki düğmeyi anacığım dikmişti. Yaşlı evinde her renk iplik, ne arar! Siyah masuradan kopardığım ipliği, büyükçe iğneye geçirdiğimde: "Ver!" demişti tüm evecenliğiyle, "Sen beceremezsin!"
"İtinayla düğme dikilir" lafıma yalancıktan sinirlenmişti: "Aman, sende!" diyerek. Pencere önündeki berger köşküne iğreti oturup, daimi gözlüğünün üstüne yakın gözlüğünü bindirmişti. Hazırdı, kaşmir kumaş + düğme + iplik + iğneyle savaşına. Yine dili dışarıdaydı.
Çocukluğumdan beri bayılırım; annemin dikkatini bir noktaya yoğunlaştırdığının işareti olan dilini çıkardığı kareleri belleğimde sabitlemeye. Kedi adımlarıyla dijital fotoğraf makineme ulaşıp, dört-beş pozunu çektim. Ekrandaki kendini beğenmedi: "Sil hepsini!" Silmez olaydım! Son görüşüm, son fotoğraflar...
Ama, bu paltonun en üst düğmesi diğerleriyle aynı renkte, nefti yeşil iplikle dikili.
Allah, Allah... Sağ kolundaki düğme de kırık değil.
İki hafta önce... Vildan'ın avaz avaz "Evimi terk et" bağırtıları arasında, içimdeki "şiddetçi hayalet"e yenilip, kütüphaneyi yumruklarken parmaklarım yerine, düğme kırılmıştı. Yedeğini dikecek zaman ve ruhum olmasını bekliyordum.
"Çayınızı tazeleyeyim mi?" sorusu yanıtsız kalan Selami, yeni bir fincanla, manidar bakışını bırakıp çıktı odadan.
Ceren'in sanat eseri "babalar günü" hediyesi, kullanmaya kıyamadığı anahtarlık? Paltonun saat cebine uzandı: yoktu.
Ne diyeceğim Ceren'e?.
Cankuş'um, Ceren'im... Uyandığında boynuna sinen ter kokusunu özlediğim... "Cumartesi babası" olan ben, diğer günlerde de senin baban olmak istiyor... Cumartesi günleri birlikte gezdiğimiz alışveriş merkezlerinin ayaküstü tıkıştırma yerlerinde yanlarında birer-ikişer çocukla oturan babalardan biriyim işte... Kendim gibi 1/7'lik babalarla "hadi sen de bendensin!" diye bakışmak... çocukları ne isterse alan... Bencileyin acemi babalar...
Anahtarlık tamam da, asıl palto, yok oğlum... Akşam,tekkeye gittiğimde çözümlenir, karışmış belli ki...
Devletin işlerine dalmak istedi, beceremedi. Yapılacakların acelesi yok deyip, sanal alemde gezintiye çıktı faresinin desteğiyle; aklı "Ben senin artın(mıy)ım!" cümlesine takılı.
Yazan kadın olmalı... Kendinden emin bir kadın... Adama 'ben sana bol geliyorum' diyor... "60 anayasası olan ben, 82 anayasası olan sensin" demek istiyor olmalı... Eks eşim kamu yönetimi doçentiydi ya... Ondan öğrendiklerim işe yarıyor, el alemin şifresini çözmede... Kadın kendini 'artı'landırmış... Yetmiyor... Yıldızlı artı istiyor... Adam kadına ne veriyor: "artı, eksi, bölü yada çarpı; bilmiyoruz... Bu aritmetiğe düşkün kadın, paltonun sahibinin sevgilisi mi? karısı mı? kadın bekar olmalı... Akran olmalıyız... Palto yarı klasik... Kırklı yaşlara uygun... Kadın yaşlı sevgilisini gençleştirmek için aldırmış olabilir... Yada daha olgun göstermesi için... Genç bir iş adamı mı? Angora tüyler notu yazan kadına mı ait? Yoksa...
Sanal alemden çıkıp, hak edişleri hesaplarken unuttum "artı" meselini. Mesai bittiğinde kendimi dışarı attım. Gün boyu takılı kaldığım palto, beni yormuştu.
Dışarıdaki ayaz içimi üşütürken, kullandığımız nesnelerin de öyküsü olduğunu düşündüm: Paltoma hayatım karışmıştı, paltolara hayatlar karışıyordu.
"Hoş geldin abi? Paltonu alayım!" diyen garsona "Almadan önce ötekini vermelisin!" dedim, anlamadı. Hüseyin geldi yanıma: "Abi benim hatam. Kemal Bey eski müşterimiz. Öğlen bıraktı seninkini. Gece kitabı okumuş. Kiraya saysın!" dedi.
"Şef, sende 50 kuruş var mı? Paltodan borç almıştım da... Sağol! Ha bir de Kemal Bey'e sorar mısın, artı meselesi çözümlenmiş mi?"
* Şadiye Dönümcü,Sosyal Hizmet Uzmanı.