Toplantının yapıldığı masa Türkiye haritasını andırıyordu. Arkadaşlar bana yedi bölgeden vazoya konan birer buket çiçek gibi göründüler.
Trabzon'dan, Mersin'den, Muğla'dan, Sivas'tan, Antalya'dan, Samsun'dan, Ankara'dan, İstanbul'dan gelen arkadaşlar çok yararlı bir toplantı yaptılar.
Ağırlıklı konu eğitimdi. Halk sanatçısı İbo'nun "Şanlıurfa'da Oxford vardı da gitmedim mi?" deyişine nazire olarak, artık Türkiye'de "BİA habercisi" olmak bir ayrıcalık olacak ve yeni dönemde başlayacak eğitim seminerlerine katılmak bir şans sayılacak.
Şimdiden Siirt'ten, Bitlis'ten, Van'dan, Şırnak'tan katılmak isteyenler www.bianet.org veya [email protected] elektronik posta adresine ulaşsınlar istiyorum.
Zira bu şansı yakalayanlar "BİA muhabiri" olma bilinci ve farkına kavuşarak yaptığı haberden haz duyacaktır. Yaşam bile zenginleşecek, her alanda güzelleşip iyileşecektir. Örneğin ben BİA ile yeniden hayata gelmiş gibiyim.
Beyoğlu'ndaki Nuruziya ile Kallavi Sokak'tan sonra şimdiki Faikpaşa Sokağı'nda yürümek bile insanın ufkunu açıyor. Hele Çukurcuma'nın Cezayir (Fransız) sokağına komşuluk harika bir duygu.
Toplantıdan sonra Cihangir'de öğle yemeğini yediğimiz LEYLA mekanı çok hoştu. Duvarları tebeşir mesajlarıyla doluydu. Sizin de yolunuz Akarsu Caddesi'ne düşerse "Siirt Mücadele Gazetesi BİA katılımcısıdır" sloganını okumayı deneyiniz. Orada yerel "Beyoğlu" ve "Cihangir Postası"nı görür, hemen mahalleli olursunuz.
Akşam yemeğini ise tek başıma Şirvanlı hemşerimiz Abdullah Korun'un "Hacı Abdullah" Lokantası'nda yedim. Kendisi bermutad yoktu ama, camekanları onun Zivzik Narı Pekmezi ve Pervari Süzme Balı ile doluydu.
O gece iki film izlemek için İstiklal caddesinde 100 metre maratonculuğa soyunarak "21 Gram" ile "Yarından Sonra" filmlerini iki ayrı sinemada izledim.
Benim her İstanbul gezimin her anı dopdolu olur. Uykusuz kalır ama mutlaka kitapevlerini gezer, tiyatro ve sinemayı ihmal etmez, içmesem de Çiçek Pasajı'na uğrarım.
Programımda Amerika'daki 11 Eylül'ü anlatan Fahretnhayt 9/11 filmini izlemek ve Caz Festivalinin kapanışına katılmak da vardı.
Sabah Tepebaşı'ndaki tarihi Büyük Londra Oteli'nden kalkıp Gölge Kahve'ye uğradım. Kapalıydı. Bir anda Caz'ı unutup, 9/11 filminin sevdasına düştüm ve kendimi Tünel'in önünde buldum. Karaköy'e inip Galata köprüsüne çıkıp olta balıkçılarıyla sohbet edip kayık balıkçılarına, oradan da Üsküdar İskelesi'ne daldım.
Üsküdar'a varınca haşlanmış mısırla perhizimi bozdum, gezinirken Beykoz'a gidecek otobüse atladım. Beykoz çayırından geçerken, eski sporcu Beykozlu Kelle İbrahim'i ve çocukluğumda ona hayranlığımı anımsadım.
Üsküdar ve Beykoz harika yerler ama, aradığım filmi Kadıköy'de bulacağımı düşünerek yeniden otobüse atladım.
İskele meydanından yukarıya git diyorlar. Süreyya mı, Ok mu, Ocak mı birkaç sinemaya uğruyorum. Biri kapalı, biri Firuze'yi oynatıyor. 9/11 burada oynamıyor. Birisinde de Son Samuray oynuyor. Neden izlemedim acaba diyerek bilet istiyorum.
Karı-koca ilgililer seyirci olmadığını, biraz önce çıkıp giden genç kızın geri gelmesi halinde gösterime başlayacaklarını anlatıyordu ki, dedikleri kız çıkıp geldi. Çok sempatikti:
* Beraber mi izleyeceğiz, dedi.
* Evet, evet derken kendimi bir izdivaç töreninde Evlendirme Memuru zannettim.
"Son Samuray" çok görkemli bir film. Ama ben son BİA'cı olmayacağım. Çünkü yaşamında "BİA habercisiyim" övüncüyle kendini tanıtacak çok gençleri göreceğim. Şimdilik elveda sevgili İstanbul'um!. Seni sevmeyen bile orada yaşasın!